İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

PATRİK SAHAK II HAZRETLERİ’NİN 24 NİSAN VAAZI

Bugün 24 Nisan. Bu meşum gün, halkımızın bir asır önce yaşadığı tarifsiz trajedinin anıldığı gündür. Geçmişimizin en acılı dönemlerinden birinin başlangıcını temsil eden bu tarih, başımızı bir kez daha yere eğip buruk bir yürekle dehşetli olayların üzerinde düşünmemize vesile oluyor.

Yüzyıllara uzanan dünya tarih sahnesinde savaşlar hiçbir zaman eksik olmamıştır. Savaşların ortak paydası, kimin galip kimin mağlup olduğu bir yana, hep gözyaşı ve yas olmuştur. Doğal olarak bizimki gibi büyük yaralar daha çok kanamaktadır. Bugün biz, 1. Dünya savaşıyla beraber, tüm dünyada büyük yıkımlara yol açan bir trajediyi idrak ediyoruz. Çünkü bu savaş dönemi halkımız için yadsınamaz sonuçlara yol açarak, “MedzYeğern”, “Büyük Felaket” olarak adlandırılan çok önemli bir dönüm noktası olmuştur.

Elbette bu savaş dönemi, daha ziyade olumsuz yönleriyle öne çıkan bir dönüm noktası olmuştur. Öyle bir dönüm noktası ki halkların barış içinde birlikte yaşam alışkanlığına büyük zarar vermiştir. Bu dönüm noktasında yüzyıllar boyunca dökülen alın terinin ürünleri ya yok olmuş ya da sonsuza dek kaybolmuştur. 

Bu dönüm noktasında, bütün dünyaya dağılan evlatlarımız sebebiyle, diaspora denilen bir gerçek oluşmuştur.

Genel olarak, bulunduğu topraklarda esenlik içinde yaşayan, sadık bir tebaası olduğu imparatorluğun gelişmesi için her şeyi yapan bir halk, bizim için anlaşılmaz nedenlerle geliştirilmiş olan politikalar sonucunda, asırlarca yaşadığı topraklardan sökülüp atıldı. 

Sürgün kelimesi toplumsal yaşamda herzaman yaşanmış olumsuz bir olay olarak hatırlanır. Bu talihsiz uygulama; manastırların ıssızlaşmasına,kiliselerin imanlılardan boşalmasına, okulların öğretmenlerinden ve öğrencilerinden mahrum kalmasına ve genel olarak tüm yaşam alanlarının nüfusunu kaybetmesine sebep oldu. 

Aileler, ebeveynlerini ya da evlatlarını kaybetme acısıyla yas tuttular. Erkek ve kadın, yaşlı ve çocuk, genç erkek ve genç kızlar ölüm kokan bir yoldan yürümek zorunda kaldılar. Kısaca o kadar olumsuz bir durum ortaya çıktı ki, yaralanmış bir halk, kaybettiği geri döndürülemez ve yeri doldurulamaz değerlerin acısını, yıllarca yüreğinde taşımak zorunda kaldı.

Tekrar 24 Nisan’dayız ve çok tuhaf, artık tüm bu masum kurbanların ruhları için anma ayini (hokehankist) düzenlemiyoruz. Bunun yerine, onlarla bir olmak için şükranlarımızı sunduğumuz Rabbin sofrası (Surp Badarak) ayinini düzenliyoruz. Bugün 1. Dünya Savaşı günlerinde hayatını kaybeden ruhban ve sivil halkımızın tüm evlatlarını anıyor ve artık azizler olarak sınıflandırıldıkları için onların şefaatini, hayır dualarını diliyoruz. Bugün sayısız şehitlerin çiçeklerle taçlandırılmış anısını yücelttiğimiz kutlama günüdür. Kutsal Kilise derin bilgeliği ile sayısız şehitlerin anısını onurlandırmaya karar verdi ve onları yeni bir yasayla aziz ilan ederek çektikleri cefaları göklerin parlak mavisiyle meshetti. Şimdi hepsi aziz mertebesindeler. Bunu layıkıyla hak ediyorlar.

Dua ediyoruz ki cehennemlerden geçmiş olan bu azizlerimiz, bu salgın günlerinde kendi şahsi cehennemlerinden geçen bizler için, göklerde Tanrı huzurunda lütuf dilesinler. Onlar inancımıza göre “sona kadar” dayandılar ve göksel solmaz taçlara nail oldular. Kutsal Kilise, bize bir gerçeği hatırlatıyor. Sonsuz adaleti hesaba katmadan, dünyevi yargılarımız anlamsız kalmaktadır. İnsanlar ve toplumların yazgısı ile ilgili son söz hakkı, hatalar yapabilen beşerî yargıya değil, Tanrı’ya aittir. 

Yeşaya Peygamber aracılığı ile Tanrı, insani düşüncelerin ne kadar boş olabileceğini vurgulamaktadır. “Çünkü gökler nasıl yeryüzünden yüksekse, yollarım sizin yollarınızdan, düşüncelerim düşüncelerinizden öyle yüksektir” (55.9). İşte, olayları bu Tanrısal bakış açısıyla değerlendiren Kutsal Apostolik Kilisemiz yüzyıllık bir yası, azizlerin kutlandığı bir bayrama çevirdi.

Yas ve kutlama nerede birbiriyle kucaklaşabilir? Sadece Rabbimiz ve Kurtarıcımız İsa Mesih’in Çarmıhı’nda, değil mi! Çünkü orada onun ölülerden muhteşem dirilişi ve ölümsüzlüğü de mevcuttur. Aziz Vartanants kahramanlarının, ölümün korkunç bakışlarına karşı ilan ettiği söz bu değil midir? “Anlaşılmayan ölüm, ölümdür. Anlaşıldığında ise ölüm, ölümsüzlüktür”. Büyük Felaket’in kurbanlarının ölümsüzlüğü, öldükleri gün başladı. Biz, ancak yüzyıllık bir yastan sonra bu gerçeğin farkına varabildik.

Maalesef biliyoruz ki, birçokları, bu tanrısal görüşe sahip değiller ve büyük felaketin çıkmaz labirentlerinin karanlığına gömülmek ve orada kalmak istiyorlar. Ama biz diri bir halkız, yürüyecek yolarımız, erişecek mavi bir ufkumuz ve inşa edeceğimiz aydınlık bir geleceğimiz var. 

Unutarak hatırlamaya ve hatırlayarak unutmaya mecburuz. Bu bir söz oyunu değildir. Bu, Tanrı’nın insan beynine yerleştirdiği dahiyane bir mekanizmadır. Böylece kişinin sağlıklı ve doğru düşünmesi güvence altına alınır. 

Eğer sadece hatırlasaydık ve unutmasaydık, geçmişin dipsiz anıları içinde hapsolur, kötü olayların sürekli ve sonu gelmez darbelerinin hedefi haline gelir, en sonunda da kendi ellerimizle zihnimizi paramparça ederdik, Gomidas’ın kırılmış sazı gibi…

Unutmaya mecburuz; ama hep hatırlayarak… Çünkü eğer hiç hatırlamadan unutsaydık; isimsiz, geçmişi ve kimliği olmayan bir “hiçkimse” haline gelirdik. Günümüzü değerlendiremez ve gelecekle ilgili hiçbir düşümüz olamazdı.

Tanrı’ya binlerce hamdolsun, Kilisemiz büyük felaket hakkındaki bu gerçeği tüm halkımız nezdinde ilan ederek, yüzyıl önce gerçekleşen acı olaylara yeni ve taze bir bakış açısıyla bakmanın mümkün olduğunu gösterdi. 

Geçmişi hatırlamalı ve hatırlatmalıyız, ancak sanki daha dün açılmış şifa bulmaz bir yara olarak değil, milli ve dini gücümüzün, dayanıklılığımızın, yaşam gücümüzün ve var olma kararlılığımızın yadsınamaz kanıtı olarak görmeliyiz. Böyle insanlık dışı olaylar tekrarlanmasın diye hatırlayacağız ve hatırlatacağız. 

Öte yandan, unutacağız… Böylece bugün ve geleceğimiz için kullanabileceğimiz artı güç ve gayretle kuşanabilmemiz, yeni fırsatları görebilmemiz ve özgüvenle taze eylemlere geçebilmemiz mümkün olsun. Her gün, yeni bir güneşle ve taptaze fırsatlarla doğar. İçimizdeki güce güvenmeyi öğrenmemiz, elimizde olanların değerini iyi anlamamız ve Tanrı’nın sonsuz rahmetlerine minnettar olabilmemiz için geçmişin sıkıntılarını bir süreliğine de olsa unutabilmemiz gerekmektedir.

Yüzyıldan daha uzun bir süredir, küresel boyutta bu konuda karşılıklı birçok ifadeler kullanıldı ve kullanılmaya da devam etmektedir. Bu ifadeler taraflar için çoğunlukla yaralayıcı oldular. 

Din adamı olarak bizler, kindar ve aslında faydasız, kırıcı kelimelerin kullanılmasına taraftar değiliz. Öyle ki, gelecekte inşa edilebilecek uluslararası bir barış gölgelenmesin. Yine din adamı olarak bizler, henüz geç kalınmadığını düşünmekte ve yapıcı bir ruhun insanların yüreklerinde yer bulabileceğine ikna olmuş durumdayız. Yas tutanların vakur duruşunu anlamamakta ısrar edenlerin, halkımızın acısını kendi politik amaçlarına alet ettiğini görmek ise bizi üzmektedir. 

Biz, her iki halkın bu topraklara özgü ve genlerinde var olan komşuluk bağlarının, Türkiye ve Ermenistan resmi makamları arasında da canlanmasını ümitle bekleyenlerden olmayı tercih ediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hem Başbakanlığı döneminde hem de sonrasında Cumhurbaşkanı olarak, bu vesileyle mesajlar yayınlayan yegâne devlet büyüğü oldu. Bu mesajlarda acımızı paylaşan bir ruh ve sürgün döneminde hayatlarını kaybeden halkımız evlatlarının anısına dair bir saygı göze çarpmaktadır. Bize göre bu mesajları, gelecekte bir yakınlaşmaya zemin hazırlayabilen olumlu adımlar olarak değerlendirmek yerinde olur.

Halkımız evlatlarının 1. Dünya Savaşı’ndaki sürgünde karşılaştıkları talihsiz ve acılı olayları ve de taşımak zorunda kaldıkları maddi-manevi kayıpları anarken, aynı zamanda başka bir görev de bizleri bekliyor. Sürgün edilen aileleri ve acı çekenleri; mümkün oldukça, hatta gerektiğinde hayatlarını bile tehlikeye atmayı göze alarak korumaya çalışan ve onlara sahip çıkan iyi, asil ve Allah korkusuyla davranan Osmanlı Devleti memurlarını ve aynı hissiyatla davranan Hristiyan olmayan kişileri de saygı ve sevgiyle anıyoruz. Onların gösterdiği insani duruş; ellerinden geleni yapmaya gayret etmiş olan tüm Hristiyanlar ve Hristiyan hayır kurumları ile aynı saygıyı hak etmektedir. Bu vicdanlı duruşu sergileyenlerin yadsınamaz insan sever çabasının hatırlanmasından mutluluk duymaktayız.

Komşu devletler olarak Türkiye ve Ermenistan, yakın coğrafi konumları ve bu konumun getirdiği tarihi tecrübeler göz önüne alındığında, birlikte yaşamayı kader edinmiş durumdadır. İnanıyoruz ki Tanrı’nın iradesiyle, Türk ve Ermeni ilişkilerinde kardeşlik ve sevgi ortamını daha da güçlü bir şekilde selamlayacağız. 

İnsan için imkânsız olan Tanrı için mümkündür. Eğer bu amaca ulaşmak istiyorsak iyi niyet taşımalı ve bu iyi niyetimize Yüce Tanrı’ya sunduğumuz duaları eklemeliyiz. İyi ve güzel olanı bina edebilmeleri ve iyi komşuluk ilişkilerinin ne kadar önemli olduğunu anlayabilmeleri için Yüce Tanrı Türkiye ve Ermenistan vatandaşlarının yüreklerine dokunsun. Tanrı’ya ve O’nun yapıcı müdahalelerine güvenelim. Komşularımız için dua ediyoruz, komşularımız da bizim için dua etsin, böylece Türk ve Ermeni halkları arasında bir dostluk köprüsü kurulsun.

Rab İsa Mesih’in görkemli, kutsal diriliş müjdesinin sevincini yaşamaya devam ettiğimiz bu günlerde, merhametli Tanrı’mız, Kutsal Bakire Meryem Ana’nın, Kilise’nin eski ve yeni, bilinen ve bilinmeyen tüm azizlerinin şefaatiyle yalvarışlarımızın sesini duysun. Büyük yıkımlara yol açan savaşlar ve insan haklarını tehdit eden kavgalar son bulsun. Hiçbir ırk, millet ve din farkı gözetmeden, tüm insanlığın gelişmesi ve bereketi için Tanrı’nın sevgisi, merhameti ve inayeti sonsuza dek hüküm sürsün. Âmin.

http://www.turkiyeermenileripatrikligi.org/site/patrik-sahak-ii-hazretlerinin-24-nisan-vaazi/

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın