Patrik Sahak ll. Hazretleri Paskalya’dan hemen önce JAMANAK Gazetesi’ne özel bir demeç verdi. Genel Yayın Yönetmeni Sayın Ara Koçunyan tarafından Ermenice olarak gerçekleştirilen bu zengin içerikli söyleşi, 8 Nisan 2020 Çarşamba günü yayımlandı. JAMANAK’ın bütün bir ilk sayfa ayırdığı bu görüşmede Sayın Mıgırdiç Ardzivyan’ın çektiği fotoğraflar kullanılmıştı. Aşağıda bu röportajın, Sayın Karmen Sar ve Sayın Leda Koç tarafından gerçekleştirilmiş olan Türkçe çevirisi dikkatinize sunulmuştur.
Kutsal Haftaya girmiş bulunmaktayız. Bu, tüm Hristiyanlar için en kutsal dönemdir. Aynı zamanda sizin tahta çıktıktan sonraki ilk Avak Şapat’ınız. Halkımız bu dönemi sizin önderliğinizde karşılıyor. Manevi zenginliklerle dolu Avak Şapat ve Surp Zadik maalesef, salgının bir sonucu olarak olağandışı bir atmosferde geçecek. Tüm bunların ışığında, cemaatimiz için gözlemleriniz ve düşünceleriniz nelerdir?
Kutsal Hafta büyük ölçüde üzücü olayların haftasıdır. Avederan’a (İncil’e) göre Der Hisus’un hayatının en zor dönemidir. İhanete uğraması, eziyet görmesi, çarmıha gerilmesi ve gömülmesi elbette Der Hisus için bile kolay olaylar olmamıştır. Acılarının büyüklüğü, son gecesinde Getsemani Bahçesi’nde, Göksel Baba’mıza yönelen duasında ortaya çıkar. “Ey Baba, mümkünse bu kâse benden geçsin. Ama benim değil, Senin isteğin olsun.”
Birçoğunun zulmünün aksine, Der Hisus’un yaşadıkları, sonuçları dikkate alındığında olumlu olaylar olarak hatırlanır: Mucizevi dirilişi ve ölüm üzerindeki görkemli zaferi gibi. Bu nedenle, Kutsal Kilise bize tüm zorluklara, sonuçlarına göre bakmayı ve değerlendirmeyi öğretir. Der Hisus takipçilerine, acılarını bir haç gibi taşımalarını emreder. “Eğer biri beni takip etmek istiyorsa, her gün çarmıhını alsın ve ardımdan gelsin” der.
Bizler, bu salgını ve yol açtığı zorlukları, anlamlandırılmış acı, yani haçımız olarak kabul etmeliyiz.
Belki de ilk kez Hristiyan dünyası, Kutsal Hafta’yı evlerinde geçirecek, insanlığın çektiği acıyı dışarıdan izlemekle kalmayacak, acıya paydaş olacaktır.
Yakın zamanda Balat Surp Hreşdagabed Kilisesi’nde, Surp Badarak ayini sırasında anlamlı bir vaaz verdiniz. Mesajınız, yüzeysel iyimserlik esinleme çabasından çok daha derindi. Siz, salgın günlerinde imanlılar için farklı bir felsefe sundunuz. Özetlemek gerekirse, ölülerin bizim için ölüler ama Tanrı için uyuyanlar olduğunu ve hepimizin, ölülerimizle birlikte büyük bir aileyi oluşturduğumuzu söylediniz. Bu yaklaşımı detaylandırmak ister misiniz?
Bu, bizim Kutsal Apostolik Kilisemizin temel doktrinlerinden biridir, “Kutsalların Bağlantısı” (Srpots Hağortutyun) olarak adlandırılır. Buradaki “kutsal” kelimesi, vaftiz edilerek Kutsal Müron (yağ) ile mühürlenmiş, günahlarından arındırılmış olan kilisenin her bir üyesini ifade eder.
Mesih’in mistik bedeni olan Kilise, yaşayanların (Savaşan Kilise) ve uyuyanların (Galip Kilise) birliğinden oluşur. Kutsal Sunu (Surp Badarak) ayini sırasında, her iki kesim Mesih’in Bedeni ve Kanı ile bir araya gelirler. Hepimiz, yaşayanlar ve ölüler, aynı bedenin ayrılmaz üyeleriyizdir. Bu görünmez bağımız sonsuza dek devam edecektir.
Hokehankist (Rab’de Uyuyanları Anma) Töreni’nin, Kutsal Sunu ayininin devamında yapılmasının nedeni de budur.
Yakın zamanda Balat Surp Hreşdagabed Kilisesi’nde yapılan Kutsal Sunu ayini, Surp Asdvadzadzin’in “Çarkhapan” adlı mucizevi ikonası ile bağlantılıydı. Bizler Mariam Mayrımızın salgına karşı değerli dua ve şefaatlerini diledik. Kendisi İstanbul şehrinin koruyucu azizi ve Oğlu Der Hisus ile aramızda güçlü bir arabulucudur.
Kutsal Kitap bize ölülerimizi nasıl hatırlamamız ve onlar için nasıl dua etmemiz gerektiğini öğretir. Onlar da bizim için dua ederler. Bu iyi bir haberdir. Ölüm yaşamın sonu değil, sadece bir yer değiştirmedir.
Mevcut salgın dönemde, Patrikhanenin himayesinde ve teşvikiyle başlayan sosyal destek hareketinin genel sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu salgın döneminde cemaat üyelerimizin mevcut işbirliği ve desteği bir kez daha tatmin edici bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Devlet halihazırda yurttaşlarının ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmaktadır. Ancak bizim Ermeni Cemaati olarak özel ihtiyaçlarımız ve gereksinimlerimiz vardır. Bizler birbirimize yardım etmekten ve almaktan mutluluk duyarız. Bu, bizim doğamızda vardır, ancak beklentiler, bu sıra dışı duruma hazır olmayan cemaatimizdeki kurumsal yapıların kapasitesini aşmaktadır.
Ama kim bin yılda bir yaşanabilecek bu sürprize hazırlıklı olabilirdi ki? Görüyorsunuz, Hristiyanlık yüzyıllar sonra ilk kez, Kutsal Diriliş Yortusu’nu kiliselerde kutlayamayacak.
Bu şartlar altında Vakıflar Birliği benim davetimle, yedi bölgede ihtiyaç sahiplerine gıda yardımı sağlamak amacıyla çalışmalar başlattı. Bu çalışmalara gönüllüler ve hayırseverler de katıldılar.
Ayrıca gönüllü kadınlarla başlattığımız çalışmayla, evden çıkmalarına izin verilmeyen 65 yaş ve üstü kişilere ulaşmak için bir telefon köprüsü kurduk. Bu destek onlara büyük bir teselli oldu. Bunun yanı sıra her akşam saat 21:00’de hastalar için dua zinciri başlattık. Ancak yakın gelecekte, daha büyük mali zorluklarla karşı karşıya kalabilir ve daha etkili bir örgütsel çalışma yapmamız gerekecektir.
Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi, şu dönemde bünyesinde salgınla mücadele etmektedir. O, diğer azınlık hastaneleri arasında böyle bir hizmet veren tek kurumdur. Bu konudaki düşünceniz nedir?
Surp Pırgiç Hastanesi kuşkusuz toplumumuzun haklı gururlarından biridir. Yaşlılara ve muhtaçlara büyük hizmet vermektedir. Bununla birlikte, bazen halkımız, bilgi eksikliğinden dolayı, kuruma abartılı sorumluluklar yüklemektedir, bunlar gerçekçi talepler değildir.
Hastaneden taleplerimiz ölçülü olmalıdır. Sonuçta hastane de ekonomik bir yapıdır ve iflasına yol açabilecek maceralardan uzak tutulmalıdır.
Bu salgın döneminde, İstanbul’daki Ermeni okulları internet üzerinden eğitim veriyorlar. Eğitimcilerimize ve sevgili öğrencilerimize nasıl bir mesaj vermek istersiniz?
Her şeyden önce bu olağanüstü dönemden geçerken ruhsal olarak yara almamaları ve evlerinde hapis kaldıkları bu durumda, iç dengelerini korumaları için Tanrı’ya dualarımı sunuyorum.
Son alınan kararlar neticesinde, çocuklar ve gençler, dışarı çıkmalarının engellendiği için kendileri için doğal olmayan bir yaşam tarzına mahkûm oldular. Benim fikrime göre, onların zihinsel sağlığı, eğitimlerinden daha önceliklidir.
Uzaktan eğitimin zorlukları vardır, ancak ebeveynlerinin yardımıyla, öğrencilerin gerekli disiplini kazanacağını ve gelecek planlarını uygulamak için çok geç kalmayacaklarını umuyorum.
Sizce cemaatimizi gelecekte neler bekliyor? Başka bir deyişle salgın günleri geçtiğinde toplum hayatı normale dönebilecek mi? Tabi ki hayat hiçbir zaman salgın öncesi gibi olmayacak, fakat önümüzde genel bir endişe durumu var. Salgın dönemi çok ağır maddi bir yükü de beraberinde getirdi. Toplumumuz hakkında da bazı kötümser öngörüler var. Cemaatimizin ana geliri, mülklerimizin kiralarından elde edilmektedir. Kırılgan ekonomik dengeler, bu gelirler üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olabilir. Kaldı ki Surp Pırgiç Hastanesi’nin günlük geliri de önceki dönemle kıyas kabul edilemeyecek şekilde düşecektir. Salgının ne zaman sona ereceği belli değil, ancak mevcut duruma göre sizin öngörüleriniz nelerdir?
Bu günler ispat ediyor ki insanların hayatı, ekonomik faaliyetleri ve sosyal ilişkileri tamamen birbiriyle bağlantılıdır. Biz, birlikte zenginleşir ve birlikte fakirleşiriz. Bu 2020 yılı, belli ki bütün insanlık için birlikte fakirleşeceğimiz bir sene olacak. Cemaatimizin de bu yoksullaşma ve ekonomik yoksunluklardan uzak kalması mümkün değildir. Küçülmeyi ve daha ölçülü harcamayı öğreneceğiz.
Gelirlerimizi birleştirmek ve eşitlenmiş (ortak) bir bütçe yaratma ihtiyacı hiç bu kadar gerekli olmamıştı. Belki de dış etkenler bizi, özellikle okul bütçeleri için, daha gerçekçi planlar yapmamızı gerektirecektir.
Önümüzdeki güz dönemi Ermeni okullarının açıkları ne olacak ve madağlar bu açıkların ne kadarını kapatmaya yetecek? Düşüncesi bile ürkütüyor. Kötümserlik bizi umutsuzluğa değil, ihtiyatlı olmaya davet etmelidir.
Dünya halklarına önlerinde ancak gün be gün yürüyebilecekleri yeni bir yol açıldı. Günümüz sorunları hepimiz için o kadar büyük ve bilinmezliklerle dolu ki, planlanan büyük projeler işe yaramamaktadır. Bu dönem ve getirdiği zorluklar, toplumumuzun örgütlenme yeteceğini de teste tabi tutacaktır.
Yakın geçmişte, salgın günlerinden hemen önce, Patrikhane’de, sizin önderliğinizde yeni kurulan Merkezi Masa’nın ilk toplantısı gerçekleşti. Sizin açınızdan, atılan bu ilk adımda oluşan atmosfer memnuniyet verici oldu mu? Türkiye Ermeni Vakıflar Birliği formatı içinde bu oluşum nasıl bir geleceğe gebe? Tabii ki şu ortamda bu soru, salgına karşı yürütülecek mücadele acısından da güncelliğini korumaktadır.
Ne yazık ki Merkezi Masa’nın çalışmaları da salgından büyük zarar gördü. Toplumsal girişimlerimiz adeta dondu. Patrik olarak manevi (pederane) bir etkiyle vakıflara yön vermeye çalışıyorum. Resmiyet kazanmamış merkezi bir yönetimle, etkili bir idari sistem oluşturmak çok zordur. Vakıflar Birliği, yakın gelecekte toplumun büyük finansal ihtiyaçlarını karşılama zorluğu ile karşı karşıya kalacaktır. Tanrı, yönetim kurullarımıza ve hayırseverlerimize birlik ruhu ve organize olabilmeleri için bilgelik versin.
Tahta çıkışınızı takip eden kısa dönemdeki en önemli olaylardan biri Mayr Ator Surp Eçmiadzin’e yapmış olduğunuz ziyaretti. Dönüşünüzden hemen sonra Covid-19 salgını başladı ve aniden gündem değişti. Bu ziyaretinizle ilgili izlenimleriniz nelerdir?
Surp Eçmiadzin’de hem Vehapar Hayrabet hem de miapanutyun tarafından çok iyi karşılandık. Yüksek Ruhani Kurul toplantılarına bu kez başkan olarak katıldık. Tabii Corona virüs etkileri Ermenistan’da da etkili olmaya başlamış, okullar kapatılmıştı. İlerde toplantıya çağrılacak, en yetkili Kilise organımız olan Kilise Ulusal Meclisinin tarihi konusunda istişarede bulunduk, Merkezi Katedral, Surp Eçmiadzin’in, Mayr Dacar’ın restorasyon çalışmalarıyla ilgili bilgiler aldık.
Ana Taht’ı yeni yapılanmalarıyla ve Vehapar Hayrabed’in yeni planlarıyla çok daha güçlenmiş gördüm.
Surp Eçmiadzin ziyaretlerim, bende hep bir ruhsal bir tazelenme ve yenilenme etkisi oluşturmaktadır. Tanrı’ya şükür ki Eçmiadzin, bir deniz feneri gibi, umut ve ışık merkezi olarak var olmayı sürdürmektedir. O, inancımızın sonsuzluğunun bir kanıtıdır.
Salgın döneminde ruhsal önderlerimiz, sosyal medya aracılığıyla imanlı halkımıza ulaşmaya ve herkesle iletişim halinde olmaya çalışıyorlar. Siz yetkin bir vaiz olarak herkes tarafından tanınıyorsunuz. Bu iletişim şekli için düşünceniz nedir? Ayrıca mevcut durum ihtiyaçtan kaynaklansa da kilisenin misyonunu yerine getirme yolunda ileriye yönelik bir deneyimine dönüşebilir mi?
İyilik getirmeyen kötülük yoktur. “Her şerde bir hayır vardır” derler. Sosyal ağların tarafımızca daha etkin kullanılması, bu üzücü dönemin bir kazancına dönüşmüştür. Bunun meyvelerini şimdiden toplamaya başladık bile. Pazar ayinlerini canlı yayınla ulaştırmanın yanında, vaiz din adamlarımızın günlük vaazlarının da yayınlanmasına imkân sağladık. Ben de Youtube üzerinden “Badriark Sahak II” adresinden dersler düzenlemeye başladım.
Bu dönemde Patrikhanemizin internet hizmetleri artarak devam edecektir. Bu noktadan geri dönüş yoktur. Aksine bu hizmetler her geçen gün daha profesyonel bir kalite kazanıp çoğalmalıdır.
İlk yorum yapan siz olun