Önceki yazılarımda Müküs‘ün küçük bir vadide büyük bir tarihe sahip olduğunu, bin yıllara sari bir yaşam yeri olduğunu, bu küçük ve şirin belde üzerine tarihte amansız çatışmalar olduğunu, bu dar vadilerde yaşayan Kürtve Ermeni topluluklarının kendilerine özgü bir yaşam oluşturduklarını ve bu yaşamı 1915 yılına kadar barış içinde sürdürdüklerini yazmıştım.
Bu yazıda ise bu küçük beldenin ilim, kültür ve edebiyatına kuş bakışı da olsa bir göz atalım.
Ancak bir arkadaşımın son yıllarda Müküs’e yaptığı bir geziden sonra söylediği bir nükteyi aktarmadan geçmek istemiyorum.
2009 yılının Haziran ayından bu yana Müküs’te Feqiyê Teyran Festivali yapılmaktadır.
Bu festival ve şenlikler daha sonra bağlamından çıkarılmış ve biraz sulandırılmışsa da ilk birkaç yılda Gülşen Orhan hanımefendinin de katkı ve özeniyle Feqiyê Teyran‘ın adına yakışır bir şekilde devam etti.
İşte bu festivallerden birisine katılan Artuklu Üniversitesi öğretim üyelerinden sevgili dostum Ahmet Gemi’ye Müküs’ü nasıl bulduğu sorulur.
O da gülümseyerek der ki;
Valla ne diyeyim bilmiyorum ki? Buraya gelip gördükten sonra fark ettim ki, bütün dünyada İslam ve Müslümanlık bitse Müküs’ün Müslümanlığı herkese yeter. Ve buradan Müslümanlık yeniden neşvünema eder. Ayrıca dünyada Kürtçe de bitse Müküs’ün Kürtçe’si yine bütün dünyaya yeter.
Doğrusu Müküslülerin çok doğal ve nev’i şahıslarına münhasır bir dini yaşantıları olduğu gibi, çok saf ve temiz bir Kürtçeleri de vardır.
O derin ve ulaşılmaz vadilerde yüzlerce hikaye, binlerce şarkı ve stranla büyüyen insanların dillerinin bozulması zaten mümkün değil.
Orada her şey doğal, yani organik. Ama ve ne yazık ki, son 20-30 yıldır Müküs’ün derin vadilerine giren televizyon, telefon ve diğer teknolojik aletler oranın da doğal yaşamını bozuyor.
Lakin doğal yaşam bozulmuş, 1920’den sonra bölgenin asli unsurlarından biri yok olmuşsa da, bölgedeki izleri çok belirgindir.
Onun içinde öncelikle kayıp olanların izlerine bakmakta yarar görüyorum.
Miladi 908 yılında Müküs ve civarında kurulan Vasburakan Krallığının kurduğu kale, şato, kilise ve manastırlarda eğitim ve öğretimin nasıl olduğu konusunda çok bilgimiz yok ne yazık ki.
O dönemde yaşayan Yeğişe adlı bir tarihçinin varlığından, sadece diğer bazı kitapların değinilerinden ve dipnotlarından anlıyoruz.
Ermeniler ile Persler’in (muhtemelen Kürtler) savaşı üzerine yazan tarihçi Yeğişe ve Ardzruni Hanedanı Tarihini yazan tarihçi Tovma’nın bu bölgeden olduklarına kuşku yok.
Lakin bu kadar… Onlarla ilgili detaylı hiçbir bilgimiz yok.
Daha detaylı bilgiler isteyen “Tarihi Kentler ve Ermeniler; Van” adlı Aras Yayıncılık’ın 2016’da yayınladığı kitaba bakabilir.
Onun içinde belirsizleri uzmanlarına bırakıp, bizim açımızdan daha belirgin olan bir Müküslü şair ve başrahipten bahsetmek istiyorum;
Nerses Mogatsi
Mogatsi, Ermenice’de Müküslü demek. Tıpkı Feqiyê Teyran gibi o da kendisini “Muksi” diye tanımlamaktadır.
Feqiyê Teyran’la aynı dönemde yaşadığını Lim Adası Manastırı ile ilgili olan bir makalenin şu cümlelerinden anlıyoruz;
17. yüzyılda, Nerses Mogatsi’nin (Mokslu Nerses) başrahiplik döneminde (1622-1627) yeniden canlanan Lim cemaati, söz konusu dönemde yaklaşık olarak altmış keşişten oluşmaktadır. Nerses’in yarattığı ivme sayesinde, Lim’de güçlü bir manastır felsefe okulu gelişmiş, bu okulun etkisi 19. yüzyıla kadar kendini hissettirmiştir.
Demek ki, 1622 yılında Müküslü Nerses, Van Gölü’nün en güzel adalarından biri olan; gölün kuzeydoğusuna, Süphan Dağı’nın tam karşısındaki adanın kilisesinde başrahiptir.
Bu şairimizi daha yakından tanıyabilmek için Kevork Bardaçıyan’ın Modern Ermeni Edebiyatı kitabının 56-57’nci sayfalarına müracaat edelim.
Bardakçiyan’ın anlatımına göre; Nerses Mogatsi 1575 yılında Müküs’te doğmuş, 1625 yılında ise Lim adasında vefat etmiştir. Zamanın ünlü kişiliklerinden biridir.
Nerses Mogatsi bir süre Kudüs’te de eğitim görmüştür. Halk ağzıyla söylenen bazı şiir ve ağıtları yeniden yazmış ve kayda geçirmiştir. Bundan dolayı halk arasında efsaneleşmiştir.
Bardakçıyan diyor ki:
Nersese ait olduğu bilinen 6 şiir daha vardır. Bunlar arasında Kudüs’ün Selahattin tarafından ele geçirilişi üzerine yazılmış olan bir ağıtı yeniden canlandırıp eklemeler yapmıştır.
Nerses bu şiirde Kudüs’ün geri alınmaya çalışılmasındaki başarısızlığın kibirli ve günahkar Haçlılara Tanrı’nın kararını önceden takdir ettiği bir ceza olduğunu iddia eder. Her zamanki gibi tarzı muntazam bir inceliktedir ve duygularına etkileyici bir şekilde hakimdir…
Nerses, Kutsal Meryem’in göğe yükselişini ve Meryemin heykelinin Vanın güneyine (Nerses’in memleketi/Moks), Gortuk Dağı yakılarındaki ‘Hogyats vank ‘ manastırına taşınmasını öven 1572 mısralık bir şiirin dörtte birini de yazmıştır.
Şah 1. Abbasın 1617 yılında Nahçıvan’daki Akulisi ziyareti sırasında dininden dönmeyi reddettiği için Persler tarafından öldürülen Antreas adlı Ermeni bir rahibin hikayesi, Nerses üzerinde büyük bir etki uyandırır.
Beş heceli kısa mısralar halinde, duru ve dingin bir dille yazılmış ağıt inanç ateşini alevlendiren bir şehidin ölümü karşısında yazarın kederini taşarak hızla akar.
İşte tam burada yine 1. Abbas tarafından Urmiye Gölü yakınlarındaki Kürt Emiri Emirxanê Çengzêrîn’in kalesi olan Dimdim Kalesi’ne yaptığı saldırıdan dolayı, kadın ve çocuklar dahil herkesi öldürmesi üzerine Müküslü Feqiyê Teyran’ın feryadını duymamak mümkün mü?
Zira o da soydaşlarına karşı yapılan acımasızlığı kabul etmemiş ki olay miladi tarihle 1609 yılında olmuştu ve muhtemelen Feqiyê Teyran’da aynı yıl, o acıları dile getiren bir destan yazmıştı.
Biz Bardakçiyan’ın Müküslü Nerses ile ilgili beyanına devam edelim. Zira devamla diyor ki;
Nerses iki şiirinde de kendini suçlar. Birinde peygamberlerden ve patriklerden kendisi için aracılık etmesini ister diğerinde ise; kendine peş peşe günahlar yükler. İkinci şiirde klasik dini etkileyici şekilde hakimiyeti ve canlı hayal gücü zarif bir ifade bulur.
Yine Feqiyê Teyran ile benzerlikler var. Zira Feqiyê Teyran bütün şiirlerinde ne kadar günahkar olduğunu ve bağışlanmanın ancak Allah tarafından mümkün olacağını belirtir.
Nerses Mogatsi, kendi klasik edebiyatını oluştururken hemşehrisi ve çağdaşı Feqiyê Teyran gibi bazen komşu edebiyatlara da müracaat etmiş.
Nasıl ki Feqiyê Teyran Şeyxî Sen’an destanını Feriduddin Attar’dan uyarlayarak yazmış ise, Nerses’de Teyran’ın “Ey Su ey su” kasidesine benzer bir mücadeleyi, Yeryüzü ile Cennet’in çatışmasını konu edinmiştir.
Bardakçiyan’ın kitabını okumaya devam edelim;
Çarpıcı bir temayı Cennet ve Yeryüzü arasındaki çekişmeyi (eski komşu geleneklerde çeşitli biçimlerde sık kullanılan bir konudur)’, Farsça, Arapça ve Türkçeden çok sayıda ödünç kelime kullanılarak klasik Ermenice ile yazmıştır…
Çekişme yeryüzünün cennete galip gelmesiyle son bulur. Çünkü yeryüzü sıradan ölümlülerin yaşayıp gömüldüğü yerdir. Kilise de yeryüzünde korulmuş, peygamberler ve havariler de yeryüzünde doğmuştur ve kıyamet günü için Tanrı’nın ineceği yer yine burasıdır.
(Bardakjian 2013 Aras Yayınları)
Dolayısıyla yeryüzü, cennetten üstündür Nerses’e göre.
Mesihi Nerses ile Müslüman Feqiyê Teyran’ın ilgi alanlarının benzerliğini Bardakçiyan’dan yaptığı alıntı ile Fatma Jale Gül Çoruk da değinmiş.
Tabii muhtemelen Feqiyê Teyran’ı tanımadağı için onun adını anmıyor. Ama diyor ki;
17. yüzyılda Pers-Osmanlı çatışmalarının yaşandığı bir dönemdir. Bardakjian, bu dönemde yaşananları ve dönemin edebiyatını şöyle yorumlar: “Bu dönemde felaket dolu Celali isyanlarının vesile olduğu ağıtların yanı sıra, doğaya (çiçekler gözdeydi), aşka ve eğlenceye ithaf edilmiş birçok şiir; hicivsel-mizahi manzumeler; ruhban sınıfı karşıtı eleştiriler; aile fertlerinin ölümü üzerine ağıtlar; ulusal gururun ve henüz şekillenmemiş bazı siyasi amaçların yankılandığı birkaç şiir kaleme alınmıştır.
(Bardakjian, 2013: 56)
Bardakjian’ın bu yüzyılda eser verdiklerini ifade ettiği isimler: Nerses Mogatsi,… (Hiciv üzerine bir çalışma -Türk, İngiliz ve Ermeni edebiyatları örnekleminde- Yüksek Lisans Tezi, Fatma Jale Gül ÇORUK Ankara-2014)
Müslüman araştırmacılar olarak bizler, eski yazılı ve sözlü edebiyatı araştırırken daha çok Müslüman milletler arasında bir karşılaştırmaya yapmaya gayret ediyoruz.
Lakin Nerses Mogatsi örneği bize gösteriyor ki, Müslüman milletleri gözardı etmeden Mesihi, özellikle Ermeni ve Asurilerin de edebi metinlerine bakmamız icap eder.
Yukarıda Lim adası ile ilgili bahsettiğim makalede; “Lim’in son başrahibi Hovhannes Husyan’dır; 1915-1916’da, Van Gölü’ndeki manastırlarda, Van ve çevresindeki kiliselerde muhafaza edilmekte olan 1450 adet elyazması onun sayesinde kurtarılabilmiştir” denilmektedir.
Bu elyazmalarının içinde neler neler vardır…
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Fotoğraf: bahcesaray.bel.tr
İlk yorum yapan siz olun