İki başarılı Ermeni sanatçı, İstanbul doğumlu Sibil Pektorosoğlu ve Kanada doğumlu piyanist Ara, birlikte bir şarkıya imza attılar: ‘Once Upon a December’. Yotube’dan da izlenebilen çalışma müzikseverlerin beğenisini kazandı. İstanbul doğumlu Sibil’le hayatındaki yenilikler, Ermenistan ve elbette, müzik üzerine konuştuk.
JULİET İNAN/NEW JERSEY
‘Once Upon a December’ın yayınlanma hikâyesiyle başlayalım mı?
Avustralya’da, Melbourne’da yaşayan piyanist arkadaşım Ara’yla iki yıl önce tanışmış ve ortak bir çalışma yapma kararı almıştık. Ermenistan’a son ziyaretimde tesadüfen Ara da oradaydı ve bana bu projeyi teklif etti. 10 gün içinde hem şarkıyı kaydettik, hem de klibi çektik. Bize, yakın arkadaşım Alex Mirzoyan da çellosuyla eşlik etti. İzlemek isteyenler klibimize YouTube’dan ulaşabilir.
Müzik hayatınızı nasıl değerlendirirsiniz? Geniş kitlelere ulaşabildiniz mi?
Profesyonel müzik hayatında 10. yılımı dolduruyorum. 10 yıl geriye gittiğimde, bugüne kadar yaşadığım her şeye şükrediyorum. Çok güzel konserler ve bunlarla birlikte çok güzel insanlar biriktirdim. Hiçbir şey kolay olmadı. Çok çalıştım, çok kafa yordum ve bazen kanatlarım iki yana düşse de, ayağa kalkmayı bildim. Hep inandım. Menajerlerden profesyonel bir destek almadan, sesimin tahminimden de geniş bir kitleye ulaştığını düşünüyorum. Her şey, bir rüya ve bir dilekle başladı. Sonra Tanrı ve onun bana gönderdiği güzel insanlar sayesinde yol alabildim.
Bizim dünyamız dışında olanlara da ulaştığınızı düşünüyor musunuz?
Beni çok mutlu eden ve bir o kadar da, hayretler içinde bırakan bir anımı sizlerle paylaşmak isterim. Yaklaşık bir buçuk yıl önce, Detroit’e konser vermeye gitmiştim. Konser öncesi, makyaj odasında hazırlanırken, odaya bir kadın girdi, “Siz meşhur Ermeni şarkıcısı mısınız?” diye sordu. Şaşırıp, beni başkasıyla karıştırdığını düşündüm. Kadına Ermeni olup olmadığını sorunca Brezilya’nın Rio de Janeiro şehrinde yaşadığını, beni tesadüf eseri YouTube’da dinlediğini, şarkılarımın tek bir kelimesini bile anlamadan, çok sevdiğini söyledi. Mutluluğumu ve şaşkınlığımı tahmin edemezsiniz.
Yurtdışı konserlerime, çoğunluk Ermenilerden oluşsa da, yabancılar da geliyor. Özellikle Güney Amerika turnemde birçok yabancı konuk vardı. Yanıma gelip, konserden çok keyif aldıklarını dile getiriyorlar. Sosyal medya aracılığıyla da, farklı ülkelerden insanlar benimle iletişime geçiyorlar. Müziğin dili değil, kalbi var ve bir şekilde insanlara ulaşabiliyor.
Türkiyeli Ermenilerin çalışmalarınıza ilgisi nasıl?
Bir genelleme yapamam ancak “Seninle gurur duyuyoruz” diyen, beni destekleyen, mutlu olan ve başarılarım için dua eden kişiler olduğunu biliyorum. Kalbi ve duaları benimle olan herkese minnettarım.
‘Sibil La Reine’ markasından bahsedebilir misiniz? Bu çalışmaya nasıl karar verdiniz?
‘Sibil La Reine’, Ermenistanlı çok yakın bir arkadaşım olan Hasmik Hakhverdyan’la birlikte yarattığımız bir tasarım takı markası. Hasmik kendisi için bu çalışmanın hazırlığını yapmaya başlamıştı ve marka için isim arayışındaydı. Her şey, beni çok seven 10 yaşındaki kızı Elen’in “Anne, neden markanın ismini Sibil koymuyorsun?” demesiyle başladı. Biz de o anda “Neden bunu birlikte yapmıyoruz?” dedik. Ben hem markanın yüzü olacaktım, hem de marka benim ismimi taşıyacaktı. Hasmik’in fikri ile Sibil’in arkasına ‘la Reine’i (Fransızca ‘kraliçe’) ekleyip, mitolojide ve tarihteki Sibil’ler hakkında bir derleme yaptık.
Kilikya Ermeni krallığında, Kral Levon’un karısı kraliçe Sibil’i (ünlü kraliçe Zabel’in annesi), Ermeni yazar Sibil’i (Zabel Asadur), çok uzun zaman önce, Ermeni yaylalarında şakıyan, Sibil ismini verdikleri minik kuşu benim ismimle birleştirdik. Tüm takıların bir hikâyesi var. Çok yetenekli bir heykeltıraş arkadaşımız bize modelleri hazırlıyor. Hasmik, Ermeni tarihini çok iyi biliyor. Hem o, hem ben, fikirlerimizi söylüyoruz. Markamız yeni doğmuş bir bebek gibi; zamanla büyüyüp, olgunlaşıp çok yol alacağımızı ümit ediyorum. Dileyenler bizi facebook ve instagram sayfamızdan takip edebilir.
Hasmik’le daha önce bir çalışmanız olmuş muydu?
Hasmik, çok iyi bir besteci ve söz yazarı. Tanışıklığımız dört yıl öncesine dayanıyor. 2015’te çekilen bir kısa filmin şarkısı olan ‘Vana Lcin’ [Van Gölü’ne] adlı şarkıyı biz henüz tanışmıyorken, beni düşünüp yazdığını söyleyerek, benimle bağlantıya geçmişti. Daha sonra Hasmik’in bestesi olan ‘Kez Em Yerkelu’ [Sana şarkı söylüyorum] adlı parçayı seslendirdim.
Ermenistan’dan söz ederken yüzünüzde bir gülümseme beliriyor. Sizin için Ermenistan ne ifade ediyor?
Uzaklaşınca özlediğim, acısına ağladığım, sevincine güldüğüm, 10 yıldır bana, sevgiyle ve en önemlisi saygıyla kucağını açtığı için minnet duyduğum, her dönüş yolunda “Acaba ne zaman geri döneceğim?” dediğim, barışı ve huzuru için dua ettiğim vatanım…
Müziğin politikaya ve halkların diyaloğuna olumlu veya olumsuz etkisi nedir sizce?
Bence birbirlerini fazlasıyla etkiliyorlar. Ben, bu etkilemenin olumlu yönde olduğunu düşünüyorum. Ülkeler ve halklar arasında, dostluğu ve sevgiyi pekiştirmenin, birbirini anlamanın en güzel yolu sanat. Müzik ve sanatla iç içe olmak, bu yönde organizasyonlar yapmak ve paylaşmanın toplumlar üzerinde olumlu etkisi olacaktır. Politikacıların bu bilinçle hareket etmesini diliyorum.
http://www.agos.com.tr/tr/yazi/23583/muzigin-dili-degil-kalbi-var
İlk yorum yapan siz olun