Müküs/Bahçesaray yolundaki korkunç ve acımasız çığ felaketi, bu şirin beldemizi gündemin birinci sırasına yerleştirdi.
Lakin gündem olmuşsa da bu bölgenin ne kadar bilinmediğini de aşikar etti bize.
Özellikle Yılmaz Özdil‘in bu bin yılların meskenini Kırım Tatarlarına bağlaması beni arşivlerime yöneltti.
Bu şirin belde ve bu beldenin faziletli insanları ile ilgili bir dizi yazı yazmayı planladım.
Önce kısa da olsa Yılmaz Özdil’in Giray Han ile ilgili dramatik aşk hikayesine eklediği safsatadaki gibi, Bahçesaray’ın Tatarlarca kurulmuş bir şehir olmadığını belirteyim.
Zira ne tarihin hiçbir döneminde ne de şimdi Müküs’te hiç bir Tatar izine rastlanmamaktadır.
“Kırım’dan Türkiye’ye Kırım Tatar Göçleri” adıyla Doç. Dr. Hakan Kırımlı (Bilkent Üniversitesi) tarafından yazılmış akademik bir makale var.
Ancak akademyanın derin sularına dalmaktansa Wikipedia‘nın sığ sularında oyalanmak ve oradan avlanan balıkları, balık hafızalı okurlarına sunmak tatlı su devrimcisi yazarların şanına yakışır.
Kırım’dan Türkiye’ye kitle göçleri, esas olarak 1783’de Kırım Hanlığı’nın ortadan kaldırılarak Rusya İmparatorluğu’nun Kırım’ı ilhakını müteakip gerçekleşmiştir. Bununla birlikte, 1783 öncesinde de Kırım’dan Osmanlı topraklarına pek bilinmese de, azımsanmayacak boyutlarda göçler olmuştur.
(Kırım’dan Türkiye’ye Kırım Tatar Göçleri, Doç. Dr. Hakan Kırımlı)
Bu sözlerle başlayan makalede, onların Müküs/Bahçesaray’a göçlerine dair bir bilgi yok.
Dolayısıyla biz Özdil’i ve Özdilgilleri bir yana bırakalım ve esas konumuza dönelim.
Müküs’e, Bahçesaray’a…
Önce biraz coğrafya.
Zira “Coğrafya kaderdir” der İbni Haldun… Ne acılı bir kader olduğunu biliyorduk da bilmeyenler de bildiler artık.
Eski kadim zamanlarda kendi başına bir Yurtluk/Ocaklık olan, bu statüsünü çok uzun yıllar sürdüren, kendisine bağlı şehir ve kazaları olan Muks/Mikis/Müküs ya da bugünkü Türkçe ismiyle Bahçesaray, bugün Van iline bağlı küçük bir ilçe merkezidir.
Van Gölü’nün güneyine düşer. Fakat Şehap Dağı’nın araya girmesiyle Müküs ve Van Gölü’nü birbirinden ayrılmıştır. Bu sebeple de Müküs, Van Gölü havzasında değildir.
Aslında Müküs sadece bir vadidir. Kürtçe ismiyle bir “geli”dir; Geliyê Muksê.
Hem de ne vadi. Krapêt Dağı’nın zirvelerinden başlayarak Botan Çayı’nın başladığı Bêdar/Beğendik nahiyesine kadar devam eden ürkütücü bir vadi.
Ne yaşayanlar, ne üzerine yazanlar bu şirin beldeyi gerçekten tam olarak tanıyamamışlardır diyebilirim.
Onun için en başta isminde bile bir anlaşmazlık var: Miks, Mikis, Muks, Mukus ya da Müküs.
Ben yazıyı Türkçe yazdığım için daha kolay okunsun diye Müküs diyeceğim.
Ve Van’dan kalkarak Müküs’e doğru bir yolculuk yapalım beraber.
Van’dan Müküs’e doğru gidildiğinde, Gevaş’a varmadan, doğuya İran’a doğru yönelmek lazım.
Lakin e Gürpınar’a varmadan güneye doğru Şax/Çatak’a gidilir.
Gorandeşt şeyhlerinin de memleketi olan, memleketimizin hayvancılık ve peynir deposu olan yeni ismiyle Görentaş’tan hemen sonra vadiler başlar.
Yolculuk iyilikseverliği ve alicenaplığı 400 yıldır anlatıla gelen Hakkari beylerinden Yahya El-Kiram’ın beyliğe giden yolda maharet kazandığı Şax/Çatak’a doğrudur.
Lakin o derin vadinin kıvrımları arasında yol alırken Şahap Dağı’nın uzantısı bir yeni vadi açılır önünüze.
Müküs’e gitmek için bu sefer de Çatak’a 20 kilometre kala tekrar güneybatıya dönmek lazım.
Bu yoldaki son köy olan Darinis/Yukarınarlıca’yı geçtikten sonra yaylalar ve yüksek dağlar çıkar yolunuza.
Müküs’e doğru inebilmek için önce göğün zirvesine Krapet Dağı geçidine varmanız lazım.
Artık sarp ve yalçın dağlar ve tepeler yolu sarar, ta ki Karapet Dağı’na kadar.
Karapet Dağı çok sarp ve ürkütücü bir dağdır. Fakat yine de yol verir geçebilmesi için insanların.
Yaklaşık 3 bin metre yüksekliğinde olan Karapêt Geçidi yazın ortasında bile karlıdır.
Bu doruktan aşağı doğru inildiğinde, Müküs Vadisi’nin derinliği ve dağların heybeti dikkat çekici olmasının yanı sıra insanı aynı zamanda ürkütür.
Abartısız söylemek gerekirse insan, ürkütücü dağların arasından Müküs’e baktığında, buradan aşağı inersem bir daha yukarılara çıkamam hissine kapılıyor; tekrar bu dağları aşabileceğine inanamaz.
Dağdan iniş dahi ürkütücü ve zordur. Kilometrelerce uzunluktaki bir yılan gibi kıvrılmış helezonik bir yoldan aşağı inmeye başlarız.
Aşağı inerken balata kokusu hissetmemiş bir şoför olabileceğini tahmin etmiyorum ben.
Aşağı inildikçe vadi vadiye açılır ve her yeni açılan vadi diğerinden daha güzel görünür; lakin yine de daha çok ürkütür insanı. Ta ki inişi bitirip derenin kenarına gelene kadar.
Fakat bu şehre varmadan, yolunuzu sağa çevirip Akirov Dağı’nın dibine yönelmeliyiz ki Allah’ın kudretini ve ihsanını görelim.
Vadiyi geçip Akirov Dağı’nın eteğine varıldığında büyük bir mağaradan billur bir suyun aktığını görürüz.
Kocaman bir dağın dibindeki büyük bir mağaradan su fışkırır. Sanki dağın öbür tarafındaki Van Gölü’nden buraya bir tahliye borusu takılmış gibidir.
Bu su, tahminlerin ötesinde adeta dağdan nehir fışkırır gibi fışkırıyor. Dağ ağzını açmış süt beyazı gibi bir hayat bağışlıyor bu vadiye.
Dünyada buna benzer tek kaynaklı nehirler var mı bilmiyorum, bizim memleketimizde üç yer daha var bunun gibi büyük olmazsa da.
Şemdinli’deki Konur, Rewanduz’daki Bêxal ve Çatak’taki Kaniyaspi de bunun gibi deli deli fışkırırlar.
İşte bu su o sudur ki Feqiyê Teyran‘ın en meşhur şiiri olan “Ey Av û Av”ın konusu olmuştur. Zira Feqiyê Teyran der ki;
Ey av û av, ey av û av
Ma tu bi ‘işq û muhbet î?
Mewc û pêlan tavêy belav
Bê sekne û bê rahet î?
Ey su ey su, hey su ey su!
Aşka mı düştün, sevdalı mısın
Dalgalarını dağınık savurursun
Yok mu duracağın, dinlenmez misin?
Bêrahet û bê sekne yî
Yan ‘aşiqê Baxwoy xwe yî
Yan şubhetî qelbê me yî
Te ji emrê kê bi lez ket î?
Yok mu durağın, sakinleşecek yerin
Sahibine mi yoksa bu aşkla gidişin
Sen de yoksa gönlümüz gibi misin
Gel söyle, kimin aşkına bu onulmaz gidişin?
“Ey av û av” yani “Ey su, ey su” kasidesi de tıpkı Akirov Dağı’nın dibinden fışkıran cennet ırmağı gibi akar akar akar… -ve şimdiye kadar 84 beytini tesbit etmemize rağmen hala eksiktir-, Ta ki “Sahibi”ne ulaşana kadar.
Müküs, 4-5 kilometre kadar bu kaynağın aşağısında, derenin her iki kıyısına kurulmuştur.
Bu dere, gittikçe çoğalan, Hizan ve Bêdar’dan geçerek Perwarî’nin aşağısında Çatak’tan gelen diğer kolla da birleşerek meşhur Botan Çayı’nı oluşturarak Dicle’ye doğru akar ve Cizre’nin kuzeydoğusunda birleşirler.
Bu güzel ve şimdilik nüfusu çok azalan Müküs/Bahçesaray ilçesi Axirov, Arnos, Karapet ve bunların uzantıları olan dağlarla çevrilidir.
Bu dağların devamında, kuzeyden Kawaş ve Karkar, doğudan Şax, batıdan Hizan ve güneyden ise Pervari ile çevrilidir.
Her ne kadar yol Pervari, Hizan ve Şax’dan gelse de, eskiden günümüze kadar Gevaş ve Van için kervan ve ticaret yolu Axirov Dağı’ndan geçer.
Bu sebeple de bu yol üzerinde önemli ve tarihi kervansaraylar mevcuttur.
Örneğin Mir Hesenê Veli hanı, Xef Hanı -Axirov Dağı’nın zirvesine yakındır- Duder ve Sêvo Hanları vardır.
Bu hanlar, kervansaraylar bin yıldır, Müslüman, Hırıstiyan, Yahudi ayırmaksızın; fakir, zangin, ağa ve köle gözetmeksizin yolda kalanlara sıcak bir barınak olmuştur.
Müküs’in merkez ilçe nüfusu yaklaşık 4 bindir. Buraya bağlı birçok köy var ve toplam nüfus 15-16 bin civarıdır.
Müküs mıntıkası derin vadiler meskenidir; Sundis Vadisi, Xan Vadisi, Lican Vadisi, Arincik Vadisi, Arinc Vadisi, Arwas Vadisi, Nanis Vadisi, Delan Vadisi bunlardan birkaçıdır.
Bir kaçıdır diyorum, zira bu vadilere açılan daha küçük vadiler de var ve bunların herbirinin de ismi var.
Bizim buralarda her vadinin, arkın, dağın, tepenin hatta tarlanın, her tarlanın dibindeki meyve ağacının, ceviz ağaçlarının ayrı ayrı ismi vardır.
Bu vadilerin çoğu sulak ve ormanlıktır ve çoğunluğu eski yerleşim alanlarıdır. Bin yıllara sari bir yaşam izi vardır buralarda.
Sundis Vadisi’nde, Sundis Köyü ve Pesevank Köyü ile yayla ve meralardır
Xane Vadisi’nde, Mir Hesenê Weli Hanı ve geriye kalan kısmı yayladır.
Arincik Yaylası’nda ise Kenekas, Par, Polis, Arincik/Surs köyleri var.
Arinc Vadisi’nde Qesir, Mezra Şêx, Dêra Eli Axa, Kerkicas, Taxa Şêxo, Kitris, Arinc, Demkar ve Xelwa köyleri mevcuttur.
Teremaxe Vadisi’ndeki Teremax Köyü ise, meşhur alim ve dilbilimci olan ve doğu medreselerinde halen de okutulan Tesrifa Kurmancî’nin yazarı Eli Teremaxî’nin köyüdür.
Diğer köyler ise Mangune, Nankas, Amus, Zedas, Palanis ve Şityara’dır.
Müküs Vadisi’nde, Hizan tarafından, Nizari’ye doğru Feqiyê Teyra‘ın köyüne kadar şu köyler vardır: Westing, Nurewas; Mezre, Axin, Pirasor, Xazepilul, Akrok, Werkendi, Peringas, Tusus ve Werezoz.
Yukarıya doğru ise şu köyler var; Merekas, Pirnişin, Nankas, Amus, Mangune, Şityara, Paranis, Zerdas ve Kicoxs.
Feqiye Teyran’ın köyünün ismi Werezoz’dur. Werezoz Köyü’ne yakın köylerin ve yukarıda saydığım köy isimlerinden de anlaşılacağı gibi Müküs Vadisi’nin eski sakinleri çoğunlukla Ermeni ve Asurilerdir.
Müslüman Kürtlerin nüfusu, Ermeni ve Asurilerin toplamından daha azdı. Değişik dinlerin ve dillerin oluşturduğu bir coğrafyadır ki Feqiyê Teyran gibi Müslüman şairlerin yanı sıra Nerses Mogatsi gibi Hıristiyan şairler de yetiştirmiştir.
İşte bu sebeple de Feqiyê Teyran’ın neden Şeyx-i Sen’an hikayesini yazdığını daha iyi anlıyoruz.
Şöyle der Teyran:
Muksî ji işqê sohtî ye
Ev qewl li Şêx nû gotiye
Halê xwo tê da gotiye
Li ‘Xeyn û Lam’a hicretê
Müküslü aşktan tutuşmuş
Bu sözü Şeyh’in üzerine söylemiş
Ama kendi ahvalini dile getirmiş
Hicretin ‘Xeyn ve Lam’ında
(Xeyn;1000+Lam;30= 1030 hicri. Bu da 1621 miladi eder.)
Feqiyê Teyran’ın içinde bulunduğu coğrafyanın renkliliği, çok sesli, çok renkli ve canlı idi.
Bu insancıl şiirlerin başka nasıl bir kaynaktan çıkması beklenirdi ki…
Kısaca Müküs coğrafyasından bahsettikten sonra, biraz da tarihin sayfalarına bakalım.
Bu sarp, sulak ve bereketli coğrafyada kimler yaşamış ve tarihte nasıl bir rol üstlenmişlerdir?
Devam edeceğiz…
Van kent merkezini Müküs (Bahçesaray) ilçesine bağlayan kara yolu ve çevresi farklı mevsimlerdeki görüntüsüyle dikkat çekiyor / Ana Fotoğraf: AA
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
İlk yorum yapan siz olun