İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hrant Dink cinayeti FETÖ’ye İstanbul istihbaratını kazandırdı

Asiye Güldoğan yazdı

22 Ocak 2020

“Cemal Uşşak’ın ölümü FETÖ için büyük kayıp” başlıklı yazımda, Cemal Uşşak’ı anlatırken, Ak Partililerin yanında Ak Partili gibi davrandığını, Türk Okulları gezilerine götürmek için irtibatta olduğu ve samimiyet kurduğu ulusalcılar, solcular hakkında olumsuz konuştuğunu ve onlar hakkında bilgiler verdiğini ama ulusalcıların solcuların yanındayken de tersini yaparak, “Aslında Ak Parti’yi çok sevmediklerini, filanca bakanın, falanca milletvekilinin şunu bunu yaptığını, Erdoğan’ın kibir abidesi olduğunu”filan söylediğini bütün detaylarıyla anlatmıştım.

Gazeteci ve Yazarlar Vakfı başkanlığı yapan Cemal Uşşak’ın bu özelliklerini dile getiren yazı yayınlandıktan sonra, Halime Kökçe Star Gazetesi’ndeki köşesinde “Bir FETÖ’cünün karakter tahlili” başlıklı bir yazı yazarak, kendilerinin de iyi tanıdığı Cemal Uşşak konusunda yazdıklarımı doğrulamıştı. Daha sonra başkaları da benzer yazılar yazdı, kimisi Cemal Uşşak’ın ve benzerlerinin iki yüzlü tavırlarını dile getirdi.

Bir FETÖ’cü hesabın, Franfurk’taki Hrank Dink’i anma toplantısının ilgi görmemesine üzülmesi, bana Cemal Uşşak’ı hatırlattı.

Cemal Uşşak şahsında yansıtılan “iki yüzlülük, herkese şirin görünme, birbirlerine kışkırtma, maske takınma” FETÖ’nün genel bir karakteridir. Bu maskeyle çok kimseyi uzun süre kandırmayı becerdiler. Ecevit’ten Erdoğan’a, Demirel’den Türkeş’e, Nurculardan Ulusalcılara, Liberallerden Tarikatçılara, Hürriyet’ten Yeni Asya’ya kadar kandırmadıkları kimse kalmadı. Onların ne olduğunu 70’li yıllardan beri bildikleri ve daha önce canı yandığı halde, Milli Görüşçüler bile aldanmıştı.

“Milli Görüş geleneğinden” gelen Erdoğan ve arkadaşlarından oluşan “çekirdek kadro”, 28 Şubat’taki tavırları yüzünden Fethullah Gülen ve cemaatine hiç de sıcak bakmıyordu. Zaten Gülen ve cemaati, Ak Parti’nin kuruluşunda yanında olmamış, olmak isteyen cemaat mensuplarını engellemiş, seçimde de Ak Parti’ye değil ANAP’a oy vermişlerdi.

Cemaat mensupları o dönemde Belediye Başkanı olan Erdoğan’ın halk tarafından ilgi gördüğü, parti kurarsa büyük şansı olduğu dile getirdiğinde, Gülen Erdoğan’ın “başarılı olamayacağını”, askerin “Erdoğan’ı Erbakan’dan daha tehlikeli gördüğünü” söylüyordu. Kendisi de Erdoğan’ı radikal ve dik kafalı olarak görüyor, “Erbakan’ın devlet terbiyesi vardır, Erdoğan’da o da yoktur” diyor, “Erbakan’dan beter maceracı” olduğunu ifade ediyordu. Hem Erbakan, hem de asker Erdoğan’a geçit vermezdi.

“28 Şubat Cemaate dokunmuyor, Erbakan’a karşı korunuyor” derken askerler ve medya bir süre sonra Cemaat’in üzerine hışım gibi geldi. Gülen, “Ecevit’in yardımıyla” ABD’ye gönderilince, kılpayı kurtulabildi. Ecevit’in “gerekirse hükümeti bozma” tehditi yüzünden asker cemaat mensuplarının üstüne daha fazla gidemedi. Olay sadece medyanın Gülen ve cemaat hakkındaki saldırısıyla kaldı.

Erdoğan şiir okumaktan hapse atıldığında, siyasi rakipleri kadar Gülen ve cemaati de rahatlamıştı. “Gerekirse Erbakan’a geçit verirler ama Erdoğan’a fırsat vermezler” diyen Gülen haklı çıkmış görünüyordu. Erdoğan’dan ve partisinden uzak durulması gerektiğini söylüyordu ısrarla.

Gazeteci ve Yazarlar Vakfı’ndan Latif Erdoğan’ın Erdoğan’ı hapiste ziyaret ettiği haberi Gülen’i çok kızdırdı. Bir zamanlar en yakınında olan, onun hayatını yazan Latif Erdoğan artık Gülen’in gözünde bitmişti.

Ancak Ak Parti ilk seçimde tek başına iktidara gelmişti, Gülen şaşkındı. Cemaat mensuplarından bazıları tarafından “keşke destekleseydik”hayıflanmaları olunca “Tek başına da iktidara gelseler başarılı olamazlar, başlarına balyoz gibi inecekler” diyordu Gülen.

Gülen’in bu sözü, bir tahmin, öngörü, temenni değildi. Gülen ve cemaati daha o zamandan, Ak Parti ile asker arasında bir şeyler olsun diye elinden geleni yapmaya başladı. Kimseler artık (o dönemde) “Fethullahçılarla ilgilenmezken, Cemaat her şeyi yapacak” ama “kimse Cemaatin bir şeyler yaptığını bilmeyecekti”.

FETÖCÜLERLE LİBERALLERİN ERDOĞAN İLE ASKERİN ARASINI AÇMA HAMLELERİ

Krizler, seçimler, Ak partinin iktidar olması gerçekten de, “Fethullahçılar olayını” o yıllarda çok arka plana atmıştı. Bu durum cemaatin kadrolaşmasının “gözden ırak” hızlanmasına da zemin hazırlıyordu. Ak Parti devleti “anlayıncaya ve tanıyıncaya” kadar, “Fethullahçı kadrolar”yerlerini alacaktı.

Gülen dışında bütün cemaatler Ak Parti için seferber olmuşlardı. “Fıtratı icabı Erdoğan’ın askerlerle karşı karşıya gelmesinin kaçınılmaz olduğunu”ısrarla söyleyen Gülen, bu durumu lehlerine görüyordu. “Hükümet asker korkusunu yaşayacak”, askerler de kendileriyle uğraşmayıp hazmedemedikleri “Erdoğan’la uğraşmış” olacaklardı.

Nitekim bu konuda Cemaat ilk hamlesini yapmakta gecikmedi: Askerlerin hükümete verdiği ilk brifingteki konular medyada yer alıverdi. Cemaate mensup yaverler, brifingteki konuşmaları gereken yerlere, onlar da medyaya ulaştırdı. Bu işin içinde cemaatin olduğunu akıllarına dahi getirmeyen iki taraf şaşkındı. O zamanın Başbakanı Abdullah Gül Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e telefon açıp, bunun nasıl olduğunu soruyordu. Özkök Paşa da duruma hayret etmiş, soruşturma açacağını söylemişti.

Daha sonra Erdoğan Başbakan olunca, MGK toplantılarında hükümet üyeleriyle, askeri üyeler arasında sürtüşmeler yaşandığı, Erdoğan’ın paşalara haddini bildirdiği dile getiriyor, bu olaylar AKP’nin tabanında “bir efsane”şeklinde anlatılıyordu. Bunlardan en meşhuru da Başbakan Erdoğan’ın Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’a “Kes lan paşa!” diye ayar vermesiydi. (Bu konudaki detayları daha önce yazdım.)

Erdoğan’ın “askeri vesayete böyle meydan okuduğu” söylentileri hükümete yakın medyada, özellikle liberal yazarlar tarafından sıkça dile getiriliyordu. Her şey çok güzeldi, Türkiye çağ atlıyordu, ekonomik başarılar elde ediliyordu havası yaşanırken nedense ikide bir “Erdoğan ile askerlerin atıştığı, askerlerin Erdoğan’ı sevmediği, Erdoğan’ın da onlara haddini bildirdiği” hep gündeme geliyordu.

Erdoğan 2006 yılında yine bir Paşa ile atışmıştı. Sonradan FETÖ’nün yanında yer alacak Liberal yazarlara göre, 2006 yılı Yüksek Askeri Şûrâ toplantısında Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Cömert Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki irticai faaliyetler konusunu gündeme getirmişti. Başbakan Erdoğan dinlerken tek tek not alıyordu.

Konuşma bitince, gergin bir havada, “Bunlar Hava Kuvvetleri’nin görevi değil” diye konuşmaya başladı. Buz gibi bir hava esti. İddia odur ki Şûrâ toplantısından sonra Faruk Cömert, aracına bindikten sonra, “Ben konuyu açacaktım, diğer komutanlar da dalacaktı. Ama hepsi beni sattı” diye hayıflandı. Sonradan anlaşıldı ki, satanların çoğu FETÖ‘cüydü. Erdoğan da, Cömert’in ne diyeceğini önceden biliyordu, ona göre hazırlanmıştı.

“ERDOĞAN İLE ASKERİ BİRBİRİNE DÜŞÜR, MEVZİ KAZAN” TAKTİĞİ

Çok geçmeden Şemdinli Olayları patlak verdi. Olaylar ve savcı Ferhat Sarıkaya’nın Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt’ın davaya dahil etmesi “provokatif” ve ilginçti, Sonradan anlaşıldı ki, Van’ın yeni atanan başsavcı vekili FETÖ’cü İbrahim Özer Şemdinli olayı hakkında fezleke ile gelen soruşturmayı yine FETÖ’cü savcı Ferhat Sarıkaya’ya verdi. Sarıkaya yine FETÖ’cü KOM Müdürü Mustafa Uçkan ile bilgi toplama konusunda görüştü.

Van’da 3. Ağır Ceza Mahkemesi başkanı İlhan Kaya da FETÖ’nün önde gelenlerindendi ve Şemdinli’deki olayla ilgili soruşturma konusunda savcı Sarıkaya’yı yönlendirmeye başladı. Özellikle Yaşar Büyükanıt’ı soruşturmaya dahil etmesini istedi. Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanı olacağı kesin gibiydi. İlhan Kaya, “Yaşar Büyükanıt’ın askeri bir darbe yapacağını, bunun engellenmesinin çok önemli olduğunu” ifade ediyordu. “TSK’daki cemaat yapılanması” için de, “TSK ile Hükümet krizi çıkması” açısından da Büyükanıt’ın bu soruşturmaya dahil edilmesi gerekiyordu.

“Örgüt kurmak, sahte belge düzenlemek ve görevi kötüye kullanmak”iddialarıyla Yaşar Büyükanıt hakkında Genelkurmay tarafından soruşturma açılmasının istenmesi Türkiye’yi sarsacak bir hareketti.

Bir süre sonra Savcı Ferhat Sarıkaya görevden alınacaktı. Ancak o “vazifesini yerine getirmiş”, kendini feda ederek cemaatin yolunu açmıştı. Hem “Hükümet-Asker çatışmasını diri tutmuş”, hem de Türkiye bunu tartışırken, “cemaat subayları TSK’da mevzi kazanmaya” devam etmişti.

Ferhat Sarıkaya görevden alınarak hem “mağdur”, hem de bazılarının gözünde “kahraman” olmuştu. Ama asıl mükafatı Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi başkanı İlhan Kaya ona verdi. Gülen’in, “Böyle bir kahraman çıkmış, kendisine ve ailesine ölünceye kadar bakılacak, bu da size bir vasiyetimdir” dediğini söyledi.

Bir süre sonra Cumhuriyet gazetesine patlamayan bomba saldırısı, ardından da Danıştay saldırısı oldu. Her ikisini de yapanların Allahüekber diye bağıran gericiler olduğu söylendi. Saldırıyı azmettirenlerin Ergenekoncular olduğu iddia edildi.

HRANT DİNK CİNAYETİ, FETÖ’YE İSTANBUL İSTİHBARATI’NI KAZANDIRDI

Hrant Dink cinayeti ise Türkiye’yi sarsan, toplumu geren en büyük olaylardan biriydi. Hrant Dink cinayeti ve davası çok konuşuldu, tartışıldı. Sonradan anlaşılacaktı ki, Türkiye’yi yoran bu cinayet, “FETÖ’ye İstanbul İstihbaratını kazandırmıştı”. Gülencilere yakın olmasına rağmen, cemaatin istediklerini yapmayan, “görevden ayrıl” talimatına uymayan Ahmet İlhan Güler’in yerine Cemaatin asıl istediği Ali Fuat Yılmazer, İstanbul İstihbarat’ın başına getirildi.

İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’u İstanbul’da takip etmesi istenen İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler tepki gösterince, Ankara Merkez’dekiler üzerini çizdiler. Kış ortasında onu Ankara’ya çağırdılar ve cemaat evlerinden birinde Cemaatin İmamları “İstanbul İstihbarat Şubesi görevinden ayrılman lazım” dediler. “Biz İstanbul’a İstihbarat Şube Müdürü olarak başka birini atayacağız. Seni istersen İzmir’e verebiliriz.”Kış aylarında tayin yapılamadığı için istifa dilekçesi istenmişti. Ahmet İlhan Güler kabul etmedi. Cemaatin ise “tayin zamanını beklemeye” tahammülü yoktu.

Tam bu sırada geldi Hrant Dink cinayeti. Bir anda Ahmet İlhan Güler eleştirilere hedef oldu, cemaatin mülkiye müfettişleri onu suçlamak, hatta mahkemede ceza alması için sahte evrak bulmayı deneyecek kadar faaliyet gösterdi. Sonunda Ahmet İlhan Güler görevden alındı. Türkiye Hrant Dink cinayetiyle meşgulken, cemaat en çok istediği yerlerden İstanbul İstihbaratın başına Ali Fuat Yılmazer’i getirmişti.

Daha sonra Cumhuriyet Mitingleri devreye girdi. Yüzbinlerin katıldığı mitingte hedefte Erdoğan ve Gülen vardı. Ülkede büyük bir ulusalcı dalgalanma görülüyordu. Cemaat bundan ürktü ve Ak Parti’ye yanaştı. Cumhurbaşkanlığı seçimi gerilimi, 367 krizi, 27 Nisan muhtırası gibi olaylar, hükümete “cemaat istihbaratları” tarafından “askerin kesinlikle darbe yapacağı” olarak sunuldu. Cemaatin, “Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, Mecliste bakanları sallandıracak, kesinlikle darbe yapacak” iddiası oldukça inandırıcıydı. Erdoğan, partisi ve tabanı inandı.

Hükümet-cemaat ittifakı 2007’de kurulduktan sonra hükümet “iktidar”, Cemaat “Derin Devlet” oldu. Her ikisi de birbirlerine “ne istedilerse”verdiler.

Dershane kriziyle birlikte “ne verdilerse, geri almaya” çalıştılar, hala çalışıyorlar. .Daha da önemlisi, Hrank Dink’in bazı sözde arkadaşları da nedense FETÖ’nün yanında yer aldılar.

Asiye Güldoğan

asiyeguldogan@hotmail.com

twitter: @AsiyeGuldogan

Asiye Güldoğan


https://odatv.com/hrant-dink-cinayeti-fetoye-istanbul-istihbaratini-kazandirdi-22012037.html

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın