Türkiye’deki azınlıkların durumunu ve Ermeni Patrik seçimlerini değerlendiren İstanbul Milletvekili Paylan, devletin patrik seçimlerine müdahalede bulunduğunu savundu
Sayıca bir devletin nüfusunun geri kalanından az olan, hakim olmayan durumda bulunan, bu devletin vatandaşı olan üyeleri nüfusun geri kalanından farklı etnik, dinsel ya da dilsel özelliklere sahip, üstü örtülü bir biçimde de olsa kültürlerini, geleneklerini, dinlerini ya da dillerini korumaya yönelik bir dayanışma gösteren bir grup.
BM Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu Raportörü Francesco Capatorti azınlık kelimesini böyle tanımlıyor.
Akademisyen-yazar Baskın Oran ise, Türkiye’de bu kelimenin anlamını Samim Akgönül’ün ‘Azınlık’ isimle kitabına yazdığı önsözde şöyle açıklıyor:
Bizim memlekette azınlık mazınlık pek bilinmez. Bütün bildiğimiz üç kelimeyi bir araya getirmekten ibarettir: Rumlar, Ermeniler, Yahudiler.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kadar tarihin ve coğrafyanın kader ortağı haline gelen azınlıklar, zorunlu göçlerden varlık vergilerine, pogromlardan sürgüne kadar çeşitli türde felaketler yaşadı.
Bugün nüfusun binde 2’lik bir kısmını kapsayan topluluklar için tarih boyunca süre gelen devlet politikaları ‘yok hükmünde’ bir topluluk yarattı.
Irksal, dilsel ve dinsel yönden farklı olmaları toplum ve devlet tarafından düşmanlaştırılmasına neden olurken, gelişen süreçte türlü müdahaleleri peşi sıra getirdi. Yakın süreçte onlardan biri de patrik seçimiydi.
Ermeni toplumunda patriksizlik dönemi 12 yılın ardından bitse de, tahtın üzerindeki kara örtü artık kalksa da itirazlar hala sürüyor.
Toplumun bir kesimi devletin açık müdahalesini reddederek yeni bir demokratik seçim talep ediyor.
Patriklik seçimindeki müdahale yakın zamanda tartışmaya açılması beklenen vakıf seçimlerine de sirayet eder mi? Bu sorunun yanıtını ve azınlıkların durumunu Independent Türkçe için HDP İstanbul Milletvekili Garo Paylanile konuştuk.
AK Parti’nin iktidar sürecini iki döneme ayıran Paylan, “Biz; Ermeniler, Süryaniler, Rumlar, Yahudiler cumhuriyet tarihi boyunca soykırımlar, katliamlar, varlık vergileri ve pek çok felaket yaşadık. Tüm bunlarla yüzleşilmedi ve suçlar tekrarladı. AKP dönemindeyse nispeten bir rahatlama yaşadı bu topluluklar. AKP’nin ilk döneminde geçmişle yüzleşme ve Türkiye’yi demokrasiyle buluşturma gibi bir iddia vardı. Bu konuda da azınlık topluluklarına yönelik politikalarda da ciddi bir yumuşama oldu. 90’lı yıllarda azınlık vakıflarında yöneticilik yapmış birisi olarak bunu şahsen de yaşadım” dedi.
“Devlet fabrika ayarlarına geri döndü”
“AKP’nin ilk döneminde okullarımıza yönelik pek çok politikada ciddi yumuşamalar söz konusu oldu ve palyatif adımlar da atıldı” diyen Paylan, “AKP’nin son dönemine baktığımızda azınlıklara güvercin tedirginliğini tekrar yaşatan, çocuklarının geleceğini Türkiye’de görmeme hissini tekrar yaşatan politikalara döndük. Tekrar maalesef karanlık döneme savrulduk. Böyle dönemlerde azınlık toplumları sessizliğe bürünür, itiraz etmez, iktidarla iyi geçiniyormuş gibi davranan politikalar söz konusu olur. Bunları yaşıyoruz” diye konuştu.
AK Parti’nin ilk döneminde çok olumlu gelişmelerin yaşandığına dikkat çeken Paylan, “Bu toplumda büyük rahatlama sağladı. Kiliselerimize, okullarımıza, varlığımıza dönük. Ermeni’yim diyebilmenin imkansız olduğu bir yerde insanlar Ermeni’yim demeye başladı. Bırakın ‘Ermeni Soykırımı’ demeyi ‘Başıma bir iş geldi’ demek bile büyük bir sıkıntı yaratacakken Ermeni Soykırımı anması yapabildik bu memlekette ve Ermeni Soykırımı ile ilgili pek çok şey konuşabildik, televizyonlarda tartışabildik. Son dönemde, son 5 yılda maalesef nasıl ki Kürt meselesinde olduğu gibi Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olduk. Azınlık topluluklarıyla ilgili olan adımlarla ilgili çok ciddi bir gerileme söz konusu. Aslında devletin fabrika ayarlarına geri dönüldü” ifadesini kullandı.
Paylan AK Parti’nin şu anki politikasının kendi politikası olmadığını dile getirdi:
Artık ortada AKP’nin bir politikasının olduğunu düşünmüyorum. Ortada bir MHP’nin politikası var ve MHP’nin siyasetine yedeklen bir AKP ve Tayyip Erdoğan gerçekliği var. O açıdan tartışmamız gereken MHP’nin 70’lere, 80’lere, 90’lara sirayet eden ve bir devlet politikası haline gelen politikasının AKP’nin de politikası haline gelmesi ve eski alışkanlıkların, eski politikaların 2019’da bize yaşatılması olarak değerlendiriyorum. Biz bunların ne olduğunu çok iyi biliyoruz. İşlenen suçların ne olduğunu çok iyi biliyoruz. Bunların 2019 versiyonunu yaşıyoruz aslında. 1915’lerin, ‘25’lerin, varlık vergilerinin, Ermenileri bu topraklarda azaltan bütün hikayenin 2019 versiyonunu yaşıyoruz.
HDP Milletvekili Garo Paylan, Independent Türkçe için Melike Çapan’ın sorularını yanıtladı
Patrik Mesrob Mutafyan’ın hastalık sürecinin başlamasıyla birlikte devletin müdahalesini eleştiren Paylan, “11 yıllık bir patriksizlik dönem yaşadık ve bu dönemde patrikhanemize kayyum atandı. Patrik genel vekili gibi geleneklerimizde olmayan bir makam ihdas edildi ve orayı da 10 yıl boyunca Aram Ateşyan yönetti kayyum olarak” dedi.
Patrik II. Mesrob’un hayatını kaybetmesiyle başlayan seçim sürecinde devlet Vatikan Temsilcisi Hajak Barsamian’ın seçimlere katılmasını istedi.
Ancak Barsamian’ın reddetmesinin ardından patrikhaneye gönderilen seçim talimatnamesinde yurt dışındaki adaylara seçim yolu kapatıldı.
Paylan bu durumu şöyle açıkladı:
Ateşyan’a toplumun büyük bir öfkesi olduğunu devlet de gördü veya birileri bunun suflesini verdi. İki adaylı seçimde Maşalyan’ı seçileceğini biliniyordu. Maşalyan’ın değebah olarak seçilmesi ve Maşalyan’ın da bu iki adayla seçime ikna edilmesi siyaseti olarak görüyorum. Esas tartışılması gereken Ermeni toplumunun bu iki adaylı seçime mahkum edilmesi.
“Devlet seçim yapıyormuş gibi gösteriyor, ama kendisi seçmek istiyor patriği” diyen Paylan, “Devlet Barsamyan’ı kendisiyle uyumlu çalışacak bir patrik adayı olduğunu düşündü. Eğer öyle olsaydı Ermeni toplumunun mutabakatla onu kabul edeceğini düşündü, ama bu sayede de Sebuh Çulciyan’ın isminin pek geçmeyeceğini düşündü. Çünkü temel amaç Çulciyan’ı patrik yapmamaktı. Bu iki adaylı seçime de itiraz olacağını biliyordu. Eğer Barsamian’ı ikna edebilseydi eski talimatnameleri gönderecekti. O zaman Barsamian, Çulciyan da katılacaktı. Bu durumda da Barsamian’ın kazanacağını düşünüyordu devlet aklı. Barsamian kabul etmeyince bu iki aday dışında, Çulciyan katılırsa, onun kazanacağını düşündü ve iki adayla sınırladı” diye konuştu.
Çulciyan’ın çok güçlü bir aday olacağını belirten Paylan, “Sonuç olarak toplum kimi seçerse seçsin Ateşyan’ın seçilemeyeceği her halükarda belliydi. Yarış, Maşalyan ile Çulciyan arasında geçerdi. Çulciyan’ın şansı vardı. Onu gördüğü için devlet, iki adayla sınırladı” dedi.
“Maşalyan devlete gebe”
Seçimlerin demokratik bir şekilde yapılmadığını savunan Paylan, seçim sürecinde yaptığı sert çıkışla oy kullanmayacağını açıklamış, seçilen patriğini tanımayacağını söylemişti.
Paylan, “Bu aslında seçimi tanımıyorum demekti. Tabi ki seçimi kabul etmeyince de seçimin sonucunu da kabul etmemiş oldum. Çünkü şöyle bir durum var: Maşalyan seçimden sonraki açıklamasına baktığınızda Cumhurbaşkanına ve Süleyman Soylu’ya teşekkür ediyor. Onların onu o koltuğa getirdiğini bildiği için teşekkür ediyor. Yoksa elbette teşekkür edebilir, ama teşekkür ederken bunu bilerek teşekkür ettiğini düşünüyorum ve onlara gebe olduğunu düşünüyorum” sözleriyle anlattı.
Paylan şöyle devam etti:
Elbette bir patrik sonuç olarak devletle kavgalı olmamalı, iyi ilişkiler geliştirmeli, sorunları çözebilmek için diyalog kanallarının açık olması gerektiğine inanırım. Ancak demokratik bir seçim olup eğer gücünüzü toplumdan aldığınızı hissederseniz o zaman devlete karşı haklarınızı daha net bir şekilde savunursunuz. Atandığınızı düşünürseniz Erdoğan’ın ve Soylu’nun direktifleri ekseninde hareket edersiniz. Bu da bizim Ermeni toplumu için ciddi bir handikaptır.
Fotoğraf: Fatih Öztürk – Independent Türkçe
Maşalyan’ın seçimi kazanacağını bildiğini söyleyen Paylan, “Maşalyan’ın bu seçimi kabullenmesi benim için bir hayal kırıklığıydı. Bu seçimi kabullenmemesi en azından itiraz edilmesinin şartlarını geliştirmesi gerekiyordu. Devlet bir şey dayatıyor olabilir, ama patrikhane ve siviller bu dayatmaya itiraz etmeliydiler. Bu iki adaylı seçimi kabullendi Maşalyan, sonuç olarak kendinin kazanacağını biliyordu. Bu haksızlığa ortak olmuş oldu” ifadesini kullandı.
Patriği tanımayacağını bir kez daha yineleyen Paylan, Maşalyan’ı, ancak yeni demokratik seçimin yolunu açarsa kabul edeceğini anlattı:
Pozisyonum çok net. Adaletsiz bir seçimle gelen kimseyi tanımam. Maşalyan umarım beni utandırır. Son dönemdeki antidemokratik pek çok uygulamada bizim azınlık topluluklarının da bu anti demokratik uygulamalara ortak edilmeye çalışıldığını, ‘Biz burada çok mutluyuz’ gibi açıklamaların önlerine konulup açıklamak zorunda bırakıldıklarını düşünüyorum.
Oysa gücünü toplumdan alan bir patrik bunları yapmaz. Adalet neyi gerektiriyorsa onu yapar. Devlet kendi ukdesinde, kendi himayesinde ruhani liderler istiyor ve öyle bir seçim dayattı topluma. Maşalyan da ortak oldu buna. Ben en azından kendi pozisyonumu koruyup, onun bu hataları yapmamasını ve toplumumuzu Ateşyan gibi utandırmamasını bekliyorum.
Maşalyan’ın, daha güçlü bir patrik olması için istifa edip daha demokratik bir seçimle gelmesi gerekir. Maşalyan, demokratik bir seçimin önünü açıp bütün 12 doğal adayın birlikte eşit yarışıp yeniden patrik seçilirse elini gidip ilk ben öpeceğim.
Paylan, “Şunu da söyleyeyim; kendisi benim Sahak Sırpazanım’dır ve ona her zaman saygı göstereceğim, ama patriğim saymayacağım. Ancak toplum dertlerinde hep beraber mücadele etmeye hazırım” dedi.
Rahip Brunson, cezaevinde tutulduğu süreçte, tüm azınlık cemaatlerinin sivil ve ruhani önderlerinin ‘Baskı yok’ açıklamasına da değinen Paylan, “Rahip Brunson haksız bir şekilde cezaevinde tutulduğunda ABD Başkan Yardımcısı Pence, Hristiyanların baskı altında olduğunu açıklayınca, Patrikhanemize ‘Biz çok mutluyuz’ minvalinde bir açıklama yaptırılmıştı. Barış Pınarı Harekatı diye bir harekat yapıldı. O dönemde Maşalyan, değebahtı ve yüzbinlerce insanın yerinden edildiği bir askeri operasyonla ilgili önüne bir metin konuldu ve çıktı canlı yayında okudu. Bunu yapmak zorunda kalması gebe olduğunu gösteriyor. Geçmişte bizim Şnork patriğimiz vardı; en zor dönemler dahil ‘Ben ruhaniyim beni bu siyasi meselelere sokmayın’ derdi ve reddederdi. Herhangi bir zorlamayla devletin taleplerini karşılamak sizi daha fazla devlete gebe bırakır. O yüzden yapılması gereken bu sert iklimlerde siyasete girmemektir” dedi.
Fotoğraf: Fatih Öztürk – Independent Türkçe
“7 yıldır seçimsizliğe mahkum ettiler”
Ermeni toplumunun patrik seçiminin yanı sıra azınlıkların vakıf seçimleride ayrı bir tartışma konusu.
7 yıldır seçim yapamayan vakıfların yönetiminde aynı isimler yer alıyor.
Çeşitli tartışmalara yol açan bu durum için Paylan, bütçe görüşmeleri sırasında Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’a yönetmeliğin ne zaman çıkartılacağını sordu.
Bakan Ersoy, patrik seçiminden sonra çalışmalara başlanacağını söyledi.
Patrik seçiminin bir ön koşul olarak gösterilmesini Paylan şöyle açıkladı:
Ocak ayı içinde yönetmeliğin çıkacağını söylediler. Ben bunun da bir dayatma şeklinde olmaması gerektiğini söyledim Bakan beye. Mutlaka toplum temsilcileriyle uzlaşarak, toplumların bugünkü gerçekliğine uygun şekilde seçim yapmalıyız.
Belki her topluma ayrı bir yönetmelik çıkartılmasını da düşünmeliyiz. Ermeni toplumuna ayrı, Rum toplumuna ayrı…
Vakıflarımız çok yoruldu, yıprandı. Mutlaka bir an önce seçimlerin yapılması gerekiyor. Yönetmeliğin çıkmamasında birinci sorumlu iktidardır. Bizleri yedi yıldır seçimsizliğe mahkûm ettiler.
Paylan yönetmeliğin bu kadar gecikmesinin sebeplerini ise şöyle anlattı:
Yönetmeliğin bu kadar geç kalmasındaki bir diğer sebep de mevcut köhnemiş bazı yönetimlerin demokratik bir seçimde koltuklarını kaybedeceklerini bildikleri için engelleyici yönde müdahale etmeleridir.
Başka bir sebep bildiğiniz gibi vakıfların mal mülk meseleleri var. Belli yönetimler belli çıkar çevreleri tarafından mal mülk meseleleri yüzünden maalesef pek çok karanlık ilişkiye giriyor. O çıkar çevreleri de mevcut bazı yönetimlerin değişmesini istemiyor ve yönetmeliğin çıkmasını engelliyor.
“Düşünün ki Ermeni toplumunda çok ciddi mal varlığı var ama okullarında hala velilerden bağış almadan eğitim yapılamıyor, kiliseler yenilemiyor. Yoksullarımızla yeterince ilgilenilmiyor. Hastanelerimiz cemaatimize ücretsiz sağlık hizmeti vermiyor” diyen Paylan, sözlerini şöyle tamamladı:
Elimizdeki mal varlığı doğru düzgün değerlendirilirse onlardan alınacak akarlarla hem Ermeni okulları ihya olur hem kiliselerimiz ihya olur. Rumlarda da aynı durum söz konusu; 2 bin kişi kalmış bir toplum. Vakıflar iyi yönetilmediği için, mallar yanlış ellerde kaldığı için doğru düzgün bir gelire sahip değiller. Vakıf seçimleri o açıdan bu kadar önemli.
İlk yorum yapan siz olun