İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kötülüğün sıradanlığı, kötülüğün arsızlığı

Umut Özkırımlı

İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilerin toplama kampları ve gaz odalarına taşınması görevinden sorumlu olan Nazi subayı Adolf Eichmann, savaş sonrasında Amerikan ordusu tarafından yakalanır ve diğer savaş tutsaklarıyla birlikte bir esir kampına gönderilir.

Eichmann bir ihmalden yararlanarak esir tutulduğu kamptan kaçmayı başarır ve Almanya yakınlarında Aşağı Saksonya’da küçük bir köye yerleşir. Birkaç yıl burada saklanan Eichmann, gerçek kimliğinin anlaşılması üzerine 1950 yılında sahte belgelerle Arjantin’e kaçar. Burada Ricardo Klement adını alır, ailesini de yanına alır ve Buenos Aires’te bir Mercedes-Benz fabrikasında çalışarak sakin bir hayat sürdürmeye başlar.

Ancak İsrail gizli servisi MOSSAD Eichmann’ın izini sürmekten vazgeçmez. 1960 yılında başka bir Alman savaş tutsağı MOSSAD’a Eichmann’ın Arjantin’de yaşadığını söyler. Arjantin’in Eichmann’ı teslim etmeme ihtimalini dikkate alan MOSSAD 20 Mayıs 1960 yılında gizli bir operasyon düzenler ve Eichmann’ı evinin önünden kaçırarak İsrail’e götürür. Her ne kadar kaçırma olayı Arjantin ve İsrail arasında küçük çaplı bir uluslararası krize yol açsa da kısa süre sonra taraflar arasında anlaşma sağlanır ve Eichmann 11 Nisan 1961 yılında Kudüs’te yargılanmaya başlar.

Aynı tarihlerde Amerika’nın köklü dergilerinden New Yorker davayı takip etmesi için kendisi de Hitler Almanya’sından kaçmış bir Yahudi olan ünlü düşünür Hannah Arendt’e teklif götürür. Dava sürecini yakından izleyen Arendt’in New Yorker yazıları 1963 yılında Eichmann in Jerusalem: A Report on the Banality of Evil başlığıyla yayımlanır. Arendt’in bu kitapta geliştirdiği “kötülüğün sıradanlığı” terimi bugün bile siyaset felsefesi literatürünün en çok atıfta bulunulan – bir o kadar da eleştirilen – terimleri arasında yer almaktadır.

Arendt’e göre Eichmann bilinçli bir şekilde kötülük yapmaya çalışan bir birey değildir. Tek amacı kendisine verilen emirleri yerine getirmek ve bu yolla kariyerinde ilerlemektir. Bu, ne yaptığının farkında olmadığı anlamına gelmez. Başka bir deyişle Eichmann aptal değildir; ama düşünmeden hareket emiştir. Bu düşünmeme ve gerçeklikten kopma hali onu tarihin en büyük canilerinden biri haline getirmiştir.

Peki kötülüğün böylesine sıradan bir nedeni ya da – Eichmann’a göre – açıklaması olması kötülüğü sıradan hale getirir mi? Arendt bu soruya 1964 yılında Alman asıllı tarihçi ve düşünür Gerhard Scholem’e yazdığı bir mektupta açıklık kazandırmaya çalışır:

Haklısın. Bu konuda fikrimi değiştirdim; artık radikal kötülük kavramını kullanmıyorum [Kant’ın kullandığı anlamda ahlaki ilkeleri tanımamaktan kaynaklanan saf kötülük. UÖ] … Bana göre kötülük “radikal” olamaz, çünkü o derinliğe, o şeytaniliğe sahip değil. Olsa olsa aşırı olabilir. Bu haliyle büyüyebilir, gelişebilir, hatta tüm dünyayı yok edebilir – tıpkı yüzeyi saran bir mantar gibi. Kötülüğün sıradanlığından söz ederken “düşüncesiz”, “düşünceyi yok sayan” tanımlamasını kullanmıştım çünkü düşünmek belli bir derinliğe sahip olmayı, köklere inmeyi gerektirir. Düşünceö kötülüğü anlamaya çalışırsa hayalkırıklığına uğrar çünkü derinlerde bir şey bulamaz. Kötülüğü sıradan kılan da budur. Sadece iyi olan [Kant’ın kullandığı anlamda, UÖ] radikal olabilir.

Öte yandan bu ve benzeri açıklamalar Arendt’in eleştirilmesinin önüne geçmez. Kötülüğün sıradanlığı terimi bugün bile hala kötülüğü normalleştirdiği, bireyin sorumluluğunu göz ardı ettiği gibi gerekçelerle eleştirilir.

Temel soru ya da ikilem şudur: Emir-komuta zinciri içinde yer alması soykırıma yataklık eden bir Nazi subayını görece de olsa masum kılar mı? Düşünmeden hareket etmek işlenen suçların niteliğini, boyutlarını görmezden gelmemize yol açar mı, açmalı mı?

Farklı bir şekilde sorarsak, kötülük yapan – diyelim suç işleyen – birey kötü müdür? Kötü olmadan kötülük yapmak mümkün müdür? Bireyin niyeti ya da amacı kötülüğün niteliğini etkiler mi? İyi niyetli bireyin ya da düşünmeden hareket eden bireyin kötülüğü ile bilinçli bir şekilde kötülük yapan bireyin fiilleri arasında nasıl bir fark vardır?

Örneğin bir seçim mitingine katılan bireylerin çocuğu polis kurşununa kurban gitmiş, yas tutmakta olan bir anneyi yuhalaması ile bir futbol karşılaşmasını izlemek için stadyumu dolduran bireylerin bir terör eyleminde hayatını kaybetmiş insanları yuhalaması arasında bir fark var mıdır? Seçim mitingine katılan bireylerin mitingi düzenleyen siyasetçi tarafından yuhalama eylemine “azmettirilmesi” onları kendiliğinden yuhalama eylemine kalkışan diğer gruptan daha masum kılar mı? Seçim meydanındaki bireyler çocuğunu kaybetmiş anneyi yuhalamaya “çağrılmıştır”, evet. Ama “zorlanmış” mıdır? Kalabalığın içinde bu eyleme katılmayanlar yok mudur? Eyleme katılmayanlar polis tarafından göz altına alınmış mıdır?

Başka bir örnek. Bir okul çıkısında o okulun farklı bir biriminde eğitim gören otizmli çocukları yuhalayanlar bu eyleme hangi nedenle kalkışmışlardır? İddia ettikleri gibi otizmli çocuklar kendi çocuklarını korkutmakta mıdır? Ya da otizmli çocuklara ayrılan bütçenin kendi çocuklarına sunulacak hizmetin kalitesini düşüreceğinden mi çekinmektedirler? Kendi çocuğunu düşünmek, kendi çocuğuna öncelik vermek başka çocukların yuhalanmasını hoş görmemizi sağlamalı mıdır?

Örneklere devam edelim. Hata yaptığına, yaptığı hataların bedelini ödemediğine inandığınız birinin o hatalarla ilgili olmayan – sudan – nedenlerle cezalandırılmasına sevinmek normal midir? Söz konusu kişi elindeki gücü kötüye kullanarak masum insanların hapse atılmasına yol açacak bir ortam oluşmasına katkıda bulunmuşsa bu kişinin aynı şekilde cezalandırılmasını istemek kötü olmamızı engeller mi?

Basitleştirelim. Kötü olduğuna inandığınız birinin kötülüğünü istemek ahlaki açıdan nasıl değerlendirilmelidir? Masumların hapse atılmasını kolaylaştırdığına inandığınız kişi masum olduğu halde hapse atılmalı mıdıir? Bu sizi ahlaki açıdan en azından o kişiyle aynı kefeye koymaz mı? O kişinin çocukları sosyal medya aracılığıyla babalarının hapse atılmasını kolaylaştırdığı kişilerle dalga geçmiş ise bundan babalarının payına ne düşer? Dişe diş, kana kan ilkesi kötülüğü maruz görmemizi sağlamalı mıdır?

Kötülüğe kötülük ile cevap vermek, kötülüğü kötülük ile açıklamak, ahlaki açıdan kabul edilebilir kılmak, hatta kötülükten gurur duymak, kötülüğü sıradanlaştırmanın da ötesinde “arsızlaştırmaz” mı? Çocuğunu kaybetmiş anneyi, terör kurbanlarını, kimseyi zararı olmayan çocukları yuhalamak, bir kişinin masum olduğu halde ömür boyu hapiste tutulmasını arzulamak kötülüğün arsızlığı değil midir?

Değilse nedir?

© Ahval Türkçe

Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Ahval’in yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.


Ahval News

Yorumlar kapatıldı.