İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Tatavla’dan Galata’ya tatlı su getiren bani

Aynur Tekin

Tatavla’dan Galata’ya tatlı su getiren bani: Gülnuş Sultan

2014-2015 akademik yılında doktora sonrası araştırma programı için Oxford Üniversitesi’ne giden Gaziantep Üniversitesi Öğretim Üyesi Muzaffer Özgüleş, Osmanlı tarih anlatısında hak ettiği yeri bulamayan Gülnuş Sultan üzerine yaptığı araştırmaları kitaplaştırdı. Gülnuş Sultan’ın tarih anlatısında hak ettiği yeri bulamadığını söyleyen Özgüleş’le, Gülnuş Sultan’ın imar faaliyetlerini, siyasal ve sosyal hayata etkilerini konuştuk.

At sırtında Gülnuş Sultan: Theodoor van Merlen’in 17. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen gravüründe at sırtında betimlenen Gülnuş Sultan, “Evemenia Sultana, Türk İmparatoru IV. Mehmed’in hasekisi” şeklinde tanımlanmış. (Kaynak: Bibliothéque nationale de France)

Aynur Tekin atekin@gazeteduvar.com.tr

DUVAR – Karaköy Perşembe Pazarı’na çeşmeler ve su yolları yaptıran Gülnuş Sultan, bu çeşmelerden akan tatlı suyu bugün Kurtuluş olarak bildiğimiz Tatavla’dan getirtiyordu.

Üsküdar sahilde yükselen Yeni Valide Külliyesi’nin ya da Karaköy Perşembe Pazarı’nda bulunan tarihi çeşmelerin banisi (kurucusu) Rabia Gülnuş Emetullah Sultan, 1640-1715 yılları arasında yaşadı.Haseki ve valide sultanlık yaptığı 16. yüzyıl sonunu ve 17. yüzyıl başını kapsayan dönemde finansmanını kendi bütçesinden karşıladığı pek çok yapı inşa ettirdi.

2014-2015 akademik yılında doktora sonrası araştırma programı için Oxford Üniversitesi’ne giden Gaziantep Üniversitesi Öğretim Üyesi Muzaffer Özgüleş, Osmanlı tarih anlatısında hak ettiği yeri bulamayan Gülnuş Sultan üzerine yaptığı araştırmaları kitaplaştırdı.

Muzaffer Özgüleş, 2003 ODTÜ Elektrik Elektronik Mühendisliği mezunlarından. Mühendis olarak çalıştığı yıllarda mimarlık tarihine olan ilgisini net bir biçimde keşfetmiş ve kendi deyimiyle ‘gemileri yakarak’ mühendislik hayatına son vermiş. “Zamanımın büyük bir bölümünü sevmediğim bir şeye harcamak bana acı veriyordu” diyor.

Mimarlık tarihi üzerine gerçekleştirdiği profesyonel çalışmalarının ilhamını, Mimar Sinan’ın eserlerine yaptığı kişisel gezilerden alıyor. Mimarlık tarihi üzerine akademik okumalara başlıyor ve ardından İstanbul Teknik Üniversitesi’ne başvuruyor: “Burada benim en büyük şansım, farklı bir alandan gelmeme rağmen İstanbul Teknik Üniversitesi’nin doktora programına kabul edilmem oldu. Yaptığım bazı çalışmalar vardı, jüri bu çalışmaları beğenip beni kabul etti” diyor. Özgüleş, alan değiştirmenin dışarıdan göründüğü kadar kolay olmadığını belirtiyor ve ekliyor: “İlk yılları biraz zordu, maddi olarak zor zamanlar geçiriyorsunuz. Bunu söylemem şart çünkü başkaları da kalkışabilir.”

Doktorasını İTÜ’de tamamlıyor ve doktora sonrası araştırma programı için 2014-2015 akademik yılında Oxford Üniversitesi’ne gidiyor. Gülnuş Sultan’ın banilik faaliyetlerini anlattığı “The Women Who Built the Ottoman World: Female Patronage and the Architectural Legacy of Gülnuş Sultan” kitabı da bu dönemin ürünü. Gülnuş Sultan’ın tarih anlatısında hak ettiği yeri bulamadığını söyleyen Özgüleş’le, Gülnuş Sultan’ın imar faaliyetlerini, siyasal ve sosyal hayata etkilerini konuştuk.

Öncelikle Gülnuş Sultan kimdir, Osmanlı tarihinde nasıl tanınır?

Gülnuş Sultan IV. Mehmet’in eşi, II. Mustafa ve III. Ahmet’in annesi. İşin acı tarafı Osmanlı haremindeki bütün kadınlar gibi köle olarak kaçırılan ve ailesinden koparılarak çocuk yaşta hareme getirilen kişilerden biri. Gülnuş da Girit’in Resmo şehrinde doğan ve sözlü tarih çalışmalarından bildiğimiz kadarıyla Ortodosk inancına bağlı bir papazın kızı. Girit o yıllarda Venedikliler’in hakimiyetinde. Osmanlı, Resmo’yu Venedikliler’den alıyor ve Gülnuş Sultan da bu sefer sonucu İstanbul’a getiriliyor.

Bir erkek çocuk doğurana kadar tüm diğer kadınlar gibi haremde kaybolup gidiyor. Dolayısıyla biz Gülnuş Sultan’ı, ilk erkek çocuğu Mustafa’yı doğurmasıyla tanıyoruz, öncesini bilmiyoruz maalesef. Resmolu, Ortodoks kökenli, asıl adının da Evmenia olduğu biliniyor.

Gülnuş Sultan üzerine çalışmaya nasıl karar verdiniz?

Tarihçilerin pek çoğu Osmanlı tarihinin tümüyle erkeklerin saltanatında ilerlediğini yazar çizer. “Kadınların Saltanatı” denilen şey olumlu değil olumsuz bir ifadedir. “Kadınlar entrikalar çevirmiş ve Osmanlı da bu sebeple düşüşe geçmiştir” gibi bir algı vardır. Tarihe baktığımızda ve üzerine biraz okuduğumuzda bunun böyle olmadığını görüyoruz. Doktora tez konumu belirleme sürecinden kısa bir zaman önce okuduğum bir kitap vardı. Lucienne Şenocak hocanın Hatice Turhan Sultan kitabı. Hatice Turhan Sultan, Gülnuş Sultan’ın kayınvalidesi ve Eminönü’ndeki Yeni Cami’nin banisi. Tarihi akışa baktığımızda Gülnuş Sultan, Hatice Turhan Sultan’dan hemen sonra geliyor. Arada bir tane daha valide sultan var ama o biraz gölgede kalmış. Daha doğrusu valide sultanlık yaptığı süre sadece üç yıl olduğu için etkili olamamış.

Gülnuş Sultan’ın hasekilik ve valide sultanlık dönemi 17. yüzyılın sonunu ve 18. yüzyılın başını kapsıyor. Osmanlı’nın 1683’deki 2. Viyana Kuşatması hezimetinden sonra gelen bu dönem, tarihçilerin daha az ilgi gösterdiği bir dönem. Mimarlık tarihi anlamında da boşluklar var.

Mesela Gülnuş Sultan Üsküdar’daki Yeni Valide Külliyesi ile biliniyor, o kadar. Oysaki Kamaniçe’den Mekke’ye kadar çok farklı yerlerde eserler yaptırdığını görüyoruz. Yani burada bir boşluk var. Beni harekete geçiren de biraz bu oldu. “Arşivlere yönelirsem buradan güzel malzeme çıkar ve bunların sonuçlarını değerlendirebilirim” diye düşündüm.

Banilik faaliyetlerinde, siyasal ve sosyal hayatta etkili bir isim olmasına rağmen Gülnuş Sultan’ın “kadınlar saltanatı” dediğimiz yere dahil edilmediğini görüyoruz. Bunun sebepleri üzerine neler söylenebilir?

O dönemin tarihi yeterince araştırılmadığı için giremedi diye düşünüyorum. Gülnuş Sultan iki farklı padişahın annesi, bu durumda bir kişi daha var o da Kösem Sultan. Hürrem kadar hasekiliği de uzun sürmüş bir kadın, Gülnuş Sultan. Banilik anlamında epeyce yapısı var ve siyasete de dahil olduğunu biliyoruz.

Osmanlı tarihinin toprak kayıpları yaşadığı ve kendisini artık Avrupa’dan üstün değil Avrupa’yla eşit görmeye başladığı bir geçiş döneminde yaşıyor. Bu dinamikler o döneme ilgiyi azaltmış ve dönemin belgelerine yeterince bakılmamış. Uzun süre valide sultanlık yaptığı için oğullarından daha tecrübeli ve sadrazam atanmasından yeni bir sefere çıkılmasına kadar pek çok hayati konuda oluru alınıyor.

Gülnuş Sultan’ın banilik faaliyetlerini hangi eserleri üzerinden biliyoruz?

Gülnuş Sultan’ı bize en net bir şekilde gösteren eseri Üsküdar’daki Yeni Valide Külliyesi. Onun en önemli ve en bilinen eseri bu. Yeni Valide Külliyesi, Gülnuş Sultan’ın ölümünden birkaç yıl önce tamamlanıyor.

Bunun öncesinde pek bilinmeyen eserleri var. Bana en şaşırtıcı gelenlerden bir tanesi İstanbul’un merkezinde, Karaköy’de Perşembe Pazarı’nda yapılan Galata Yeni Cami’nin pek bilinmemesi. Galata Yeni Cami’nin çevresine üç tane çeşme yaptırıyor Gülnuş Sultan ve var olan iki çeşmeye de içme suyu sağlıyor. Bununla beraber Galata’ya yeni su yollarıyla su sağlıyor. Bence bu Galata Yeni Cami kadar büyük bir hayrat. Çünkü o dönemlerde Galata, daha yeni gelişen ve yeni Müslümanlaşan bir semt. Bu çeşmelerin maliyetine baktığınız zaman oradaki cami kadar masraf yapıldığını öğreniyorsunuz. Biz bakınca sadece çeşme görüyoruz, ufak bir yapı diyoruz ama asıl onun ardında çok uzaktaki bir kaynaktan getirilen ve yeraltından döşenen bir su yolu var. Bu da büyük bir maliyet. Galata’ya gelen su zamanın kaptanı deryasının hibe ettiği bir araziden sağlanıyor ve bugün Kurtuluş diye bildiğimiz Tatavla’dan getiriliyor, düşündüğünüzde az bir mesafe değil.

Çok bilinmese de Edirne’de bir çeşmesi ve yine su yolları var. Kastamonu’da ve Menemen’de onarımını yaptırdığı bir cami ve çeşmeler var. Üç tane kiliseden dönüştürülen camisi var. Bu da yine çok sembolik; fethedilen bir toprakta ilk yapılan şeylerden bir tanesi oranın kiliselerini camiye dönüştürmek oluyor. Bunlara genellikle padişahın ve sadrazamın isimleri veriliyor. Ama bunun birkaç tane istisna örneği var. Kösem Sultan’ın ve Hatice Turhan Sultan’ın adına camiye dönüştürülen kiliseler var; ama onlar valide sultanken bu kiliseler camiye dönüştürülüyor ve onların ismi veriliyor. Gülnuş’un adına ilk camiye dönüştürülen kilise ise hasekilik dönemine denk geliyor. Bu da kendi içinde prestijli bir şey. Bugünkü Ukrayna sınırlarında kalan Kamaniçe’de bir Katolik kilisesine adı veriliyor. Çünkü ilginçtir ki o sefere katılıyor Gülnuş Sultan, valide Sultan’ın ya da haseki Sultan’ın kalkıp ordu ile birlikte sefere katılması görülmüş bir şey değil. Hatta Savaşa katıldığı için o da bir nevi gazi oluyor ve kendisine böyle bir jest yapılıyor.

Daha da ilginci Gülnuş Sultan ikinci oğlu Ahmet’i sefer sırasında doğuruyor. İkinci bir Kamaniçe seferi var ve hamileyken sefere gidiyor. Ahmet, İstanbul’da ya da Edirne’de değil, şimdiki Bulgaristan sınırında kalan bir kasabada doğuruyor. Bu da çok sıradışı.

Banilik faaliyetleri Mekke’ye kadar uzanıyor diye biliyoruz. Mekke’de hangi yapıları inşa ettiriyor ve o dönemde bu yapıların nasıl bir önemi var?

Çünkü Mekke prestijli ve anlamlı bir yer. Mekke ve Medine halkına hizmet de çok önemseniyor. Çünkü Osmanlı oranın koruyucusu olarak anılıyor.

Mekke’de hasekilik döneminde bir hayrat yaptırıyor. Dikkat çekici olan taraf Mekke’de imaret ve etrafında başka kurumlar da yaptırması oluyor. Bunun geliri de Mısır’daki tarlalarda yetişen hububat gelirinden sağlanıyor. Böyle bir hayır ağı kurmuş yani. Bu ağı kurabilmesi Hürrem kadar etkili bir kadın sultan olabilmesiyla mümkün. Bunu başka kim yapmış derseniz, evet bir tek Hürrem yapmış.

‘GALATA’DAKİ ÇEŞMELERİN SUYU ACIYMIŞ’

Gülnuş Sultan’ı özel kılan şeylerden biri de onun mimari kararlara doğrudan etki ediyor olması diyebilir miyiz?

Ben biraz bu açıklığı doldurduğumu söyleyebilirim. Mesela Lucienne hoca yazdığı kitapta “kadınların mimari faaliyetlerini biliyoruz ama ne kadar dahil oluyorlar, parayı onlar mı veriyor, oğulları mı, mimari özelliklere onlar mı karar veriyor yoksa başkaları mı?” diye soruyor ve “bunları bilmiyoruz” diyordu. Ben yaptığım bu çalışmada “biliyoruz, çünkü bunların belgesi var” diyebildim.

O belgeler şunu gösteriyor bize, Osmanlı toplumunda kadınlar özellikle saraylı kadınlar halkın arasına karışıp bir inşaatın başında duramıyorlar. Onlar yerine kethüdaları o işleri yapıyor. Gülnuş Sultan’ın mimari anlamda en aktif olduğu dönemde kethüdası Mehmed Efendi. Onunla yazışmaları, Topkapı Sarayı arşivinde bulunuyor ve bu belgeler süreci net bir şekilde ortaya koyuyor. Görüyoruz ki Gülnuş Sultan, her aşamada etkili. Yapının ne olacağına karar veriyor, bütçesinin ne olacağına karar veriyor, yapı tamamlandıktan sonra kitabeye yazılacak şiirle bile ilgileniyor, onay veriyor.

Mesela Galata’daki hayratla ilgili kethüdasına hesap soruyor ve “Bana bazı şikayetler geliyor. Bu Galata’daki çeşmelerin suyu acıymış, içilmiyor” diyor ve Tatavla’daki kuyulardan tatlı su getirilene kadar sürecin takipçisi oluyor. Çünkü su yolu yaptırmak ve su getirmek tebaası için çok önemli bir hizmet. Bu yüzden suyun içilebilir olması çok önemli.

Gülnuş Sultan bu yapıların finansmanını nereden sağlıyor?

Tüm yapıları, kendi kesesinden finanse ediyor. Bu sadece Gülnuş Sultan’a özel bir şey değil, diğer kadın baniler de aynısını yapmıştır. O dönem Osmanlı sürekli yenilgiler alırken, fethedilen yeni toprak yokken padişahlar kalkıp bir cami yaptıramıyor. Çünkü böyle bir şey halk ve ulema tarafından israf olarak görülebiliyor. Dolayısıyla saltanat camisi yaptırma işi o dönemde 100-150 yıl kadar erkeklerden kadınlara geçiyor. O yüzden biz Kösem Sultan’ın Çinili Külliyesi’ni, Hatice Turhan Sultan’ın Eminönü Yeni Cami’sini ve Gülnuş Sultan’ın Üsküdar’daki Yeni Valide Külliyesi’ni görüyoruz. Ta ki I. Mahmut 1755 yılında Nuruosmaniye’yi yaptırana kadar, biz hep kadın banilerin camilerini görüyoruz.

Bahsettiğim gibi valide sultanın ayrı bir kesesi var. Devletten aldığı bir maaşı var, ama ayrıca hasları, yani gelir kaynağı olan toprakları da var. Masraflarını oradan karşılıyor ve vakfetmek istediği zaman da bu haslardan vakfediyor.

Gülnuş Sultan’ın yaptırdığı bazı camiler ve çeşmeler hep oğullarına mal edilmiş, hatta bazıları “Bu yapıyı Gülnuş Sultan adına oğlu yaptırmış” diye biliniyor. Ama alakası yok, bunlar tamamen Gülnuş Sultan’ın kendi parasıyla yaptırdığı eserler.

Peki kethüdası ile yaptığı yazışmalara bakarak mimari üsluba da müdahil olduğunu söyleyebilir miyiz?

Her yapı için olmasa da Galata Yeni Cami için bunu söyleyebiliriz. İnşaattan önce dönemin baş mimarı bir keşif defteri hazırlayıp Gülnuş Sultan’a sunuyor. Hangi malzemelerin kullanılacağı ve maliyetin ne kadar olacağı konusunda. Galata Yeni Cami eski bir Katolik Kilisesi olan San Francesco’nun yerine yapılıyor. Bu kilise 1696’daki Galata yangınından zarar görüyor ve Galata Yeni Cami de aynı yere yapılıyor. Bu yüzden burası bana çok ilginç ve çok özellikli gelir. Üst üste iki anıtsal yapı burada yaşamış. Baş mimar, sunduğu raporda “buradaki taşlar, sütunlar, demir gergiler tekrar kullanılabilir” diye bir döküm sunuyor. Bir de aynı belgede, “sultanımızın istediği şekilde Arap Camisi planında ve kırma çatılı caminin yaklaşık maliyeti şudur” gibi ifadeler var. Anlıyoruz ki Gülnuş Sultan özellikle böyle bir yapı sipariş etmiş ve baş mimar da bunu yerine getirmiş.

En son inşa ettirdiği Üsküdar’daki Yeni Valide Külliyesi’ni de açılışı öncesinde görmek istiyor. Gülnuş Sultan gelip yapıya bakabilsin diye sokaklar kapatılıyor, hiç kimsenin geçişine izin verilmiyor. Camiye geliyor ve yapıyı kontrol ediyor. Bu iki örnekten yola çıkarak mimari üsluba etki ettiğini söyleyebiliriz.


Gazete Duvar

Yorumlar kapatıldı.