İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Saldırı, işgal, tehcir, tecavüz, insan kaçırma, gasp, katliam, soykırım, çeteler

Süreci azıcık hatırlayalım istiyorum…

Ülke sınırları içinde yaşayan etnik kimliklerin, toplumsal, siyasi, kültürel, idari haklarının eşitlenmesi talebi ve mücadelesi, zaten oldukça yorgun bir konuydu. Neticede “eski devlet” bu meselede çağ dışılığını koruyor ve sistematik bir şekilde hak savunucularına karşı cinayet/katliam/işkence yöntemleri uyguluyordu.

Aralarında mutlak bir ideolojik uyum olmasa da “Eski Devlet” mağdurları, toplamda fena sayılmayacak bir potansiyel muhalefet gücü barındırıyorlardı.

Özellikle dillerini, kimliklerini, kültürlerini, varlıklarını “Eski Devlet”in zulmünden kurtarmak isteyen hareketler, yakın tarihte yaşadıkları büyük acılar sonrasında güçlenmişler ve politik denklemde önemli bir dengeye oturmuşlardı.

Bu kesimler, esasen, bölünmekten ziyade “Türkiye’yi kurtarmak” motivasyonu ile hareket ediyordu. Kimlik siyaseti sayesinde, yüksek bir siyasal gelenek, güçlü bir örgütlenme gücü, geniş ve politik bir taban sahibiydiler. Gerçi onlara atfedilen “bölücü”, terörist” gibi ithamlar gerçeği yansıtsaydı tarih daha farklı yaşanabilir, ülke gerçekten siyasi birliğini korumakta büyük zorluklar çekebilirdi.

Değildiler.

Birinci dertleri “Türkiye’yi kurtarmak” idi.

Yani kulluk değil eşit vatandaşlık, demokrasi, evrensel standartlarda insan hakları teamüllerinin memleketteki her bir kimliği kucaklaması, halkların kardeşliğinin, komşuluğunun tesisi, ülkeden koparılıp yönetilecek bir parça topraktan daha önemliydi muhalefet için. “Türkiyelilik” yeterliydi finalde.

Böylesi bir süreçte ortaya çıkan yeni bir hareket ve onun karizmatik liderinin, eski devlete karşı birazdan verecekleri büyük iktidar savaşında, bu mevcut potansiyeli görmezden gelmeleri mümkün değildi.

Yeni Lider, iktidar mücadelesinde, uzun süre “Eski Devlet” karşısında hak mahrumiyeti yaşayanların yanında durdu. Onlardan temsilciler aldı. Yaşadıkları tarihsel haksızlıkları dillendirdi. Sorunlarını tanıdı. Ve onlardan kendilerini desteklemelerini bekledi.

Canavar yüzünü oldukça iyi gizlemişti. İktidarını perçinleyeceği ve aniden bir kıyım makinesine dönüşeceği son ana kadar üzerindeki “eski devleti gerileten demokrat” makyajını korudu.

Destek buldu.

Lider oldu.

Fakat O, herhangi bir lider değildi. Artık tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek dil, tek lider dönemine geçilecekti…

Yeni Lider, onu devletin tepesine taşıyan tüm kesimlere ihanet etti. Onların tarihsel mücadelelerinde elde ettikleri az sayıda kazanımlar dahi risk altındaydı artık. Milliyetçilik tek ideoloji haline gelmişti ve lidere itaat etmemek, vatanın düşmana peşkeş çekilmesine onay vermek olarak algılanmaya başlandı.

Medya, sermaye, bürokrasi, askeriye, sivil toplum, hemen hepsi Büyük Lider’in önünde hizaya geçtiler. Lider, bizlere efsanevi bir tarihsel kahramanlık misyonu yüklüyor, kaybettiğimiz toprakları geri kazanmayı vadediyor, yağmacı Batı’ya ve üçkâğıtçı Doğu’ya karşı dünyanın yeni merkezi haline gelmeyi öneriyordu.

Hepimiz “Türk” kimliğinde buluşursak ve tabi Liderimize itaat edersek Dünya Türkün gücünü görebilecekti. Ama bu saçmalığa muhalefetten hala direnç vardı. O halde ilk mesele içerdeki hainlerin kökünü kurutmaktı. O’nun iktidar yolculuğunda müttefiki olan ve fakat Türk olmaya hala direnen kimlik hareketleri ve onların tabanları artık imha edilmesi gereken “unsurlar” haline gelmişti…

Ortadoğu paylaşım savaşları, toplumda zaten var olan bölünme paranoyasını iyiden iyiye tetikleyince Lider’in vahşi planını uygulaması için büyük bir imkân doğmuş oldu.

Neticede tarif ettiği “yağmacı Batı ve üçkâğıtçı Doğu” Ortadoğu sahasında tam da onun tarif ettiği gibi bir pespayelikte davranıyordu. Halklar kılıçtan geçiriliyor, o halklar için orada olduğunu söyleyen diğer tüm emperyalist güçler coğrafyanın yeraltı ve yerüstü kaynaklarını kemirmekten başka bir hedef taşımıyordu.

Bölgedeki “Türk” gibi davranması gereken halklar ise kalkıp “Kürt” gibi, “Ermeni” gibi, “Arap” gibi, “Süryani” gibi davranıyordu. “Emperyalist ülkelerin silah ve mühimmat desteğini alıp hainlik peşine düşen bu hain halkalara artık haddini bildirecekti.”

Savaş sayesinde, hem iç siyasette bir nizam sağlayacak, muhalefeti etkisizleştirecek hem de, devleti, 50 yıldır süren bir etnik dertten sonsuza dek kurtaracaktı.

Savaş, pek çok açıdan iyi bir formüldü onun için.

Büyük kıyım planını hayata geçirecek düğmeye bastı.

Önce canına kastedeceği örgütlü halkın büyük merkezlerde öfkelenmesini sağlayacak süreçleri örgütledi. Hareketin öncü, deneyimli yerel kuvvetlerinin kendilerini göstermesini sağladı.

Küçük isyanlar çıkmasını istedi. Bahanesini örgütledi.

Ardından şehirleri yıktı. Binlerce fedai örgütlü genci acımadan katletti. Evleri, mahalleleri ağır silahlarla vurdu. Halkı göçe zorladı. Örgütlü halkın yerelde var olan tüm güçlerini yok etti, dağıttı.

Sonra sıra parti yöneticilerine geldi. Siyasi önderler, başkanlar, parlamenterler tutuklandı. Eş zamanlı olarak fikri önderler, yazarlar, sanatçılar, aydınlar derdest edildi. Halkın can damarlarını kesti. Seçilmiş kim varsa evinden aldırdı. Halkı örgütsüz bıraktı. Partiye selam veren kodesi boyladı. Rakiplerini nefret unsuru, terörist, hain ilan etti. Sokak çetelerini üzerlerine saldı. Ses kesildi. Siyaset bitti.

“Düşman üniformasını giymiş hainler” için demografik değişimlerle çöllere sürülme vakti gelmişti. Ne de olsa bu coğrafyada son on yıllarda yüzbinlerce insan katledilmişti. Dünyanın Batısı da Doğusu da olanların şahidi, müsebbibi, paydaşı, katili sayılırdı. Hala sorgulanmadan cinayetler işlenebilirdi.

Lider, “medeni” dünyadan kısa bir süre başka tarafa bakmalarını istedi.

Dünya, aynen dediği gibi yaptı…

Saldırı, işgal, tehcir, tecavüz, insan kaçırma, gasp, katliam, soykırım başladı. Suriye çöllerinde yeniden can pazarı kurulmuştu. Çeteler, daima nizami ordudan önce davranıyor, girdikleri her evi yağmalıyor, kadınları çocukları alıp götürüyordu. Türk ordusu, resmi yazışmalarında, diplomatik tartışmalarda veya medyada asla bu iddiaları kabul etmiyordu. Resmi propagandaları “ülkenin güvenliği için operasyon” iken gerçekte bir halk ülkesinden sürülüyor, varlıkları onarılamaz ve geri döndürülemez şekilde sakatlanıyordu.

Bu esnada Bab-ı Ali aydınları olan bitenden memnun sayılırdı. Neticede o aydınlar Türk’tüler ve tatsız da olsa Türkler yüzyıllardır yurtlarını ellerinde böyle tutuyordu. Eli kalem tutan, yazan çizen Batılı aydınların çoğu bu soykırıma alkış tuttular yani…

Lider katliamı tamamladı. Bölge halkları sürüldü, evleri yakıldı, nesilleri kurutuldu. Zaten savaş çok uzun sürmüştü ve bölgedeki işi biten Batılılar artık evlerine dönmek istiyorlardı. Kısmi çatışmasızlık onlar için yeterliydi. Yaptıkları anlaşmalar bir yüz yıl daha bölgeyi kemirmeleri için yeterliydi.

Enver Paşa, Talat, Cemal ve diğerlerine gelince.

Eski Devlet’i yani Abdülhamit’i deviren Enver ve kurmay kadrosunun tamamı ülkeyi terk ettiler. Çoğu infaz edildi. Talat, Cemal, Bahattin Şakir ve diğerleri…

Türk Devleti, sonradan gıyaplarında çok uzun süre onların vasıfsız ve kötü olduklarını, hepimizi felakete sürüklediklerini anlattı. Lanet etti. Katliamların suçunu onların siciline işledi geçti işte. Uzun süre posa muamelesi yapıldı hatıralarına. Neticede Türklerin 700 yıllık devlet geleneklerinde “Devletin bekası için lider feda etmek” pek de şaşılacak bir yöntem değildi.

Ardından devlet aklı, soykırımcıların hatıralarını “sıradaki kendini dünya lideri zanneden katil ruhluya lazım olur” diyerek pamuklar içine aldı, sakladı.

Yukarıda okuduğunuz tüm süreç, Ermeni halkını 1915 felaketine götüren aşamaların kabaca tarifidir. Belki bu güne benzerliklerini kurabilmek için biraz mübalağa etmiş olsam da aşağı yukarı bir halkın yok oluşu böyle gerçekleşmiştir.

Bütün bu bilgiler, toprağın belleğinde kazılı olduğu halde, günümüzde, Erdoğan, bu lanetli hatırayı satın aldı. Türk Devleti bunda bir beis görmedi. Çünkü 50 yıllık çatışmalı Kürt sorununu sadece o çözebilirdi. Erdoğan, nihai çözüme, yani kıyıma, yani tehcire cüret edebilecek kadar hırslıydı çünkü.

Ermeni soykırımını en çok anlayan olduğu düşünülen Kürt hareketi ise arada “Devletin bu kadar zalim olacağını hesaplayamadık” dedi. Demek ki tam anlayamamışlardı.

Tarih, tekerrür ediyormuş gerçekten…

© Ahval Türkçe

Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Ahval’in yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.


Ahval News

Yorumlar kapatıldı.