Taner Akçam
Aslında birkaç yıldır, neredeyse davul-zurna eşliğinde geleceği ilan edilen savaş başladı, olan, ölecek yüzlerce insana olacak. Yazık… çok yazık.
Oysa ölmeden ve öldürmeden, savaşla elde edileceği ilan edilen şeylerin daha iyi ve daha güzellerini barış ile elde etmek mümkündü.
Bunun için ama Türkiye’de radikal bir düşünce değişimi gerekiyor.
Görülmesi gereken, bugün İktidara ve Muhalefete egemen olan zihniyet dünyası ve kalıpları içinde savaştan başka bir seçeneğin olmadığıdır.
Muhalefetin, hızla savaşı destekler tutum takınması bu zihniyet dünyası nedeniyledir.
Eğer savaşa karşı bir siyaset geliştirilmek isteniyorsa, mevcut zihniyet kalıpları dışında düşünebilmek ve radikal bir düşünce değişimi gerçekleştirilmek zorunda.
Radikal düşünmenin iki önemli ayağı var. Birincisi tarihle yüzleşmek; ikincisi buna bağlı ve bunun bir parçası olarak Kürt sorununda Türkiye’nin yapması zorunlu radikal düşünce değişikliği…
Birisi olmadan diğer olamaz.
Türkiye’de kendisine ilerici aydın diyen çevrelerin göremediği, yüzleşme ve Kürt sorunu arasındaki muhteşem bağdır.
Birisini (yüzleşme) hiç düşünmedikleri ve bilmedikleri için öbüründe (Kürt sorununda) çamura batmaktadırlar. Bu Kürt hareketinin de gerçekliğidir maalesef.
Savaşın duygularımızda yarattığı ve yaratacağı büyük insani fırtınalardan kendimizi bir an için uzaklaştırırsak şu “soğuk” tespitleri yapabiliriz.
1) Konunun uzmanları 3-4 yıldır yazıyor ve söylüyorlar. ABD Ortadoğu’dan çekiliyor ve çekilecek. Uzakdoğu ABD’nin yeni ana yoğunlaşma alanı oluyor, olacak. Uzmanlara göre, Çin ile yöresel savaşlar yakın bir gelecekte ufuktadır. Hong Kong olayları bu nedenle tesadüf değil. Konuyu bilenler açısından, ABD’nin Ortadoğu’dan çekiliyor olmasında şaşılacak bir husus yoktur. Hatta geç kalmış bir karardır. Meseleyi Trump’un kişiliği ile açıklayanlar büyük bir yanılgı içindedirler.
2) Türkiye, PKK’yı savaşacağı bir düşman olarak tanımladığı müddetçe Suriye’de savaş kaçınılmazdır. Hiçbir ulus devlet, savaştığı bir başka gücün sınırında bir devlet veya benzeri bir idari yapı kurmasına müsaade etmez. Elindeki tüm imkanlarla bunu engellemeye çalışır ve konuyu er veya geç bir “varlık-yokluk” konusu haline sokar. Türkiye, zaten konuyu böyle ele aldığını ve alacağını yıllar önce ABD, YPG’yi silahlandırmaya başladığı anda ilan etmişti. Bile bile lades diyen ABD idi. ABD, ya attığı adımın mantıki sonuçlarını muhtemel hesap etti ve doğrudan desteği ile Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt yapılanmasına yeşil ışık yaktı ve sonra ama bu politikalarında radikal bir değişikliğe gitti ya da yaptığının ne anlama geldiğini bilmeyecek kadar büyük bir körlük ve aymazlık içindeydi. Daha kuvvetli bir başka seçenek daha var tabii… ABD’yi, attığı adımın yöre halkları açısından mantiki-olası sonuçları çok ilgilendirmiyordu. Başından beri basitçe, “bana ne” çizgisi izledi… Seçmesi size ait.
3) PKK, Türkiye ile savaşan bir güç olarak, dış güçlerden destek de alarak, Suriye’de siyasi bir otorite tesis edemeyeceğini bilecek kadar siyaset ve savaş tecrübesine sahiptir, diye düşünürüm. Eğer, dışardan alınacak sürekli bir destekle, Türkiye’nin askeri ve siyasi olarak yenilebileceği veya Türkiye’ye rağmen Suriye’de sürekli bir siyasi yapılanma oluşturulabileceği düşünülmüş ise çok şaşırırım. Bunu düşünmüş olanlar elbette olabilir. Fakat 19’uncu yüzyılın toprak kayıpları travmasını yaşamış Osmanlı yöneticilerinin, benzeri bir sonuçla karşılaşmamak için 1913-1918 yılları arasında 2,5 milyonu aşkın Hristiyan Osmanlı vatandaşının varlık koşullarını ortadan kaldırdığı gerçeği hatırlanırsa, bu tür bir seçeneğin çok gerçekçi olmadığını görmek gerekir. Ya da böyle bir seçeneği düşünenlerin, bölgenin büyük bir kan gölüne çevrilmesini göze almaları gerekir. Türkiye konuyu “varlık-yokluk” ikileminde ele alarak, “kan gölü” dahil her türlü seçeneğe hazır olduğunu zaten ilan etmişti.
4) Türkiye’nin mevcut Kürt politikalarında radikal bir düşünce değişimi yaratılmadan, savaşa yol açan durum ve tablo değişmez. Bu radikal düşünce değişimi bir tek Türkiye ile sınırlı değildir. PKK’yı da kapsar. PKK’nın, Türkiye ile savaşı sürdürerek Suriye’de kendisi için olumu bir sonuç elde etmesi çok zordur. Elbette, hala Suriye rejimi ile anlaşma şansına hala sahiptir ama Suriye Kürtlerinin seçeneklerini kendilerinin belirleme şansının fazla olmadığını görmek gerekiyor. Hemen emen imkansız bir olasalık dahi olsa Türkiye’nin girdiği bu savaşı, kısa dönemde kazanır görünse bile uzun dönemde kaybedebileceği seçeneğini de tabloya ekleyelim. Sonuçta, teorik olasalıklar üzerine konuşuyoruz.
5) Suriye Kürtlerinin asıl sorunu, nüfusça az ve güçsüz ulus-gruplarının çok fazla seçeneğe sahip olmamaları gerçeğidir. PYD, Suriye’de öyle değil de böyle yapsaydı tartışmasının ne kadar anlamı var bilemiyorum? Ben çok olmadığı kanaatindeyim. Onların neyi seçip seçmeyeceklerinin ötesinde bazı seçenekler kendilerine zaten zorla dayatıldı ve dayatılıyor. Bu nedenle, ABD yerine ısrarla Rusya ve Suriye rejimi ile uzlaşmaya çalışsaydı veya- zaten pratikte hiçbir anlamı olmayan, ‘devlete karşıyız’ gibi fantastik tezlerini bir kenara bırakırsak- klasik bir “uluslaşma” ve “ulus devlet kurma” sürecine girmek ve bölgedeki Hristiyanların kaçmalarının koşullarını hızlandırmak yerine onlarla birlikte var olma koşullarını zorlasalardı durum başka olur muydu, gibi tartışmalar belki önemlidir ama ben gelinen noktada çok anlamlı olmadığını düşünenlerdenim.
Ana sorun, Suriye Kürtlerinin bölgedeki diğer aktörlerle kıyaslandığında son derece az bir nüfusa ve buna bağlı olarak da son derece sınırlı seçeneklere sahip olmalarıdır. Ellerindeki seçenekler bile bir nevi seçeneksizlik gibidir. Savaşı kendileri istemediler. Kendilerini istemedikleri bir savaşın içinde buldular. Esat rejimi, Kürtleri İŞİD saldırıları ile baş başa bırakarak çekilmişti. Kürtlerin esas sorunu, yaşam alanlarını korumaktır. Yaşam alanları saldırı altındadır. Ve çevresi, kendisine fazla bir yaşam alanı tanımak istemeyen rejimlerce kuşatılmıştır. Epey bir zamandır çaresizlik en derinden hissettikleri duygu olmalıdır.
6) Tekrar edeyim, temel sorun Türkiye’nin PKK’yi savaşılması gereken bir düşman güç olarak görmesi ve Kürt sorununu savaşarak çözmek istemesidir. PKK de, Türkiye’yi kendisi ile sıcak savaş içinde olduğu bir kuvvet olarak gördüğü ve buna uygun stratejiler geliştirdiği müddetçe taraflar arasında savaştan başka seçenek yoktur.
Çıkış elbette Türkiye’nin Kürt konusunda radikal bir düşünce değişikliğine gitmeside yatmaktadır. Ama aynı değişikliği PKK’nın da yapması gerekiyor. Türkiye’ye yönelik silahlı mücadeleyi tek yanlı bırakması bu radikal düşünce değişikliğinin başında geliyor. Aslında bu konuda, başta Öcalan olmak üzere yapılmış önerilerin varlığı biliniyor.
7) Oldukça geniş bir çevre, Tayyip Erdoğan’ın, iç politika sıkışmış olduğu için savaşı tercih ettiğini söylüyor. Ana tez basitçe şöyle: “Erdoğan seçimleri kaybetti, ekonomi kötüye gidiyor, iktidarı zayıflıyor ve tehlikeye giriyor, bu nedenle dikkatleri dağıtmak ve kamuoyu desteği yaratmak için savaşa giriyor.”
Savaşı bu mantıkla, Erdoğan’ın içerde sıkışmışlığı ile açıklayanlar son derece yanılıyorlar. Yanılmalarının nedeni yüzleşme konusunu bilmemeleri ve öneminin farkında bile olmamalarıdır.
8) Savaş, “dikkati iç politikadan dışarıya çekmek” amacıyla yapılmıyor. Mevcut koşulların, Türkiye’ye sınırlarını “Misak-i Milli”ye göre yeniden düzenleme imkânı verdiğine inanıldığı için yapılıyor. Türkiye yönetici elitleri uzun zamandır, 1918-1923 arası yaşanan döneme benzer bir dönemden geçildiğine inanmaktadırlar. Misaki Milli o dönemin en önemli siyasi hedefi olarak tespit edilmişti. Ama o hedeflere tam olarak ulaşılamadı. Tayyip Erdoğan, Misaki Millinin tam olarak gerçekleştirilememiş olmasını Mustafa Kemal’in yaptığı hatalara bağlamaktadır. Ve şimdi, tarihte yapılmış hatayı düzeltme şansının ortaya çıktığına inanmaktadır. Gerçekten de bölgede şu anda oluşan koşullar, Erdoğan’a, “M. Kemal’in yapamadığını yapan lider” olma unvanını kazandırma imkânını verebilir.
9) CHP’nin, “dikkatleri iç politikadan öteye çevirmek” tezini bile kullanmadan tam destek tutumu almasının nedeni hem 1918-23 dönemine hem de günümüze AKP iktidarı ile aynı zihniyet kalıplarıyla bakıyor olmasıdır. CHP de Suriye Kürtleri ile savaşmayı “terörle mücadele” olarak tanımlamaktadır. Ortada ciddiye alınması gereken ‘ulusal bir koalisyonun’ var olduğunu görmemiz gerekiyor. Geçmişte, “Misaki Milli”nin karşısındaki güçler “Batılı Emperyalistler” ve onlarca desteklenen Rumlar ve Ermenilerdi. Bugün de karşıdaki düşman “Batılı Emperyalistler” ve onlarca desteklenen PKK (ve Suriye Kürtleri) olarak tanımlanmaktadır.
10) Gerek savaşı “iç siyasi nedenlerle” açıklayanların, gerekse ABD’nin tutumuna hayret edenlerin ana problemi, sadece tarih bilmiyor olmaları değildir. Türkiye’nin, daha doğrusu, Türk Ulusal Kimliğinin yıkıcı dinamiklerinin farkında olmamalarıdır.
Konuşmalarımıza başlangıç noktası yapmamız gereken gerçeklik şudur: bu coğrafyada “olumlu” olarak inşa edildiğine inandığımız Cumhuriyet, bu toprakların nüfusun %30’una yaklaşan kadim halklarının ortadan kaldırılması üzerine kurulmuştur. Bizler (Türkler, Kürtler- Müslümanlar) için büyük bir kazanım olarak sunulan Cumhuriyet, Osmanlı nüfusunun Rum’unun, Süryani’sinin Ermeni’sinin yıkımı anlamına gelmişti.
Elbette, her ulusal devletin inşa sürecinde benzeri yıkıcılık dönemlerinden geçilmiştir, denebilir ama bu genel geçer sözün çok anlamı yok. Çünkü, tarihlerinde böyle bir geçmişe sahip olan uluslar, gelişmelerinin belli evrelerinde, şu veya bu derecede, bu yıkıcı dönemleriyle yüzleşmişler ve demokratik hukuk devletlerini bu yüzleşme ile orantılı olarak inşa edebilmişlerdir. Yani yıkıcı bir geçmiş üzerine kurulan devletler, bu geçmişle yüzleşerek yapıcı bir gelecek inşa ediyorlar.
Türkiye tam da bu eşikte idi ve geçmişi ile yüzleşerek hem kendi içinde demokrasiyi inşa edebilirdi hem de bölge halkları ile barış içinde yaşamayı, bölgeyi yeniden kurmayı önünde koyabilirdi. Ama Türkiye, bu şansını kullanmak yerine, geçmişinin-kuruluş yıllarının yıkıcılığını devam ettirmeyi tercih etti. Unutmayalım ki, tarihimizdeki yıkıcılık örnekleri hala büyük kahramanlık hikayesi olarak okutuluyor ve öğretiliyor.
11) Ne Türkiye’e bir yere gidecek ne de onun en önemli parçası olan Kürt nüfusu… sorunun çözümü, Kürtlerin toplumsal yaşamın (siyasal, sosyal ve kültürel) her alanına eşit ve eşdeğer vatandaşlar olarak katılmının siyasi-hukuki koşullarını ve bunu imkan dahiline sokan kültürel ortamı yaratmaktan geçer. Bunun temel önkoşulu Türklerin hem ülkede hem bölgede, Kürtlerle eşit ve eşdeğer koşullarda bir arada yaşamayı kabul etmeleridir. Asıl zorlanılan husus budur.
12) Birlikte yaşamayı savunmak, geleceği birlikte inşa etmek tarihte yaşanmış yıkıcılıklarla yüzleşmekle mümkündür. Tarihteki yıkıcılıkla yüzleşmeden Kürt meselesi çözülemez. Ortada şöyle ilginç bir tablo söz konusudur: Kürtler, dünün kadim halklarıyla birlikte yaşama arzusunu ortadan kaldıran yıkıcı dinamiğin en önemli taşıyıcılarından birisi idiler. Bugün ama Kürtler, ‘dün kendi yıktıklarının’ yerini almışlardır veya Türk çoğunluk tarafından o duruma itilmişlerdir. Ve ama tarihin tuhaf ironisi şudur ki, bugün Türkiye’nin baskı ve teröründen şikâyet eden birçok Kürt ileri geleni ve siyasetçisi, yıkıcılık döneminin ortaklığına, büyük övgülerle göndermeler yaparak Kürt sorununa çözüm aramaktadırlar.
13) ABD’nin veya Rusya ve Batı’nın Kürtleri yüzüstü bırakmış olmalarına şaşıranların ana problemi tarihle yüzleşme zahmetine katlanmıyor olmalarıdır. Eğer yüzleşebilselerdi, asıl şaşıracakları şey tarihte ve günümüzde yaşananların benzerliği olacaktı. Burada bazı ufak hatırlatmalar yaparak yazıyı tamamlayalım:
– Trump (ABD), resmi bir Kürdistan Devleti için harita çizmedi. Oysa ABD Başkanı Wilson 1920 Kasım’ında Ermeniler için böyle bir devlet haritası çizmişti. Ama bırakın o devletin kurulmasına yardımcı olmayı, zaten var olan küçük Ermenistan’ı bile tanımakta zorlandılar.
– İngiltere ve Fransa, bugün Suriye’de bir Kürt devleti kurulmasını destekleyeceklerini resmen ilan etmediler. Oysa bu iki devlet, 1916-7’lerden itibaren Ermenilere her türlü sözü vermişlerdi. Kafkaslarda yaşam savaşı veren Ermeniler, Fransız ve İngilizlerin verdikleri sözleri tutmalarını boşuna beklediler.
– 1914-1923 Birinci Dünya savaşı sırası ve sonrası, Türkiye-Suriye sınırının kuzeyi esas itibarıyla Türkler ve Ruslar tarafından belirlendi. ABD, Fransa ve İngiltere, bu sınırın Kuzeyinde kalan topraklarda Yunan, Ermeni ve Kürt devleti projelerine sahiptiler. Ama sözlerini tutmayarak, bu halkarı yüzüstü bırakarak çekildiler. Sadece, Türkiye-Suriye sınırının güneyini istedikleri gibi şekillemekle yetindiler. Şimdi bölgede gene aynı blokların oluşmuş olması tesadüfi değildir. Bir tarafta Türk-Rus iş birliği söz konusudur, diğer tarafta ise Batı ve onun destekler görüldüğü ve timsah göz yaşları döktüğü Kürtler… Maalesef değişen çok fazla bir şey yok bu tabloda. Belki en fazla Çin’in, Türkiye yanında devreye girmiş olmasını ekleyebilirsiniz.
14) Batıda şu an akıtılan timsah gözyaşlarına inanmamakta büyük fayda vardır. Ne Amerikan Kongre kararları ne Avrupa’nın silah satışlarını durdurma niyet veya kararlarının bir anlamı ve hükmü var. Eğer şu yakın geçmişimizde Batı’dan alacakları destekle Türkiye’de birşeyleri düzeltebileceklerine inananlar olduysa (sol-liberal çevrelerde çok yaygın bir kanaat idi bu) bu inançlarını bir kenara bırakmalarında büyük fayda var. Suriye krizi çıktığı andan itibaren, Tayyip Erdoğan’ın veya Türk yetkililerinin sözleriyle alay eden, Türkiye’nin gücünü ciddi biçimde hafife alan büyük bir “demokrat-sol” gelenek var… Her Suriye operasyonu öncesi, “giremezler, yapamazlar”, “ABD şöyle der, Batı şöyle yapar”, “Ruslar izin vermez” derin analizleriyle Türkiye’nin potansiyelini hafife alanlar acaba şimdi gözlerini açabilecekler mi? Tarihinde nüfusunun %30’unu ortadan kaldırmayı göze almış bir yönetici elitin nelere muktedir olduğunu bilmek için gerçekten biraz tarih bilmek ve yüzleşmenin önemini anlamak gerekir. Türkiye sol-demokrat çevrelerinin en büyük hatası buydu. Birinci Cihan Harbi ve Cumhuriyet’in kuruluş yılları yıkıcılıklarını görmezden gelerek, bu yıllara sadece övgüler düzerek ve “en hakiki kurucu kimdi” tartışması yaparak Suriye krizinde tutum almaya çalıştılar.
15) Bölgemizde savaşlar geçmişte büyük yıkımlara yol açtı. Günümüzde de benzeri koşulları yaşıyoruz. Birinci Cihan Harbi yıkıcılığı, üzerinde açık konuşulmadığı ve hesaplaşılmadığı için Türkiye’ye huzur gelmedi. Demokrasi ve insan haklarına ilişkin sorunların kangren haline gelmesi bu yüzleşme eksikliği nedeniyledir. Kürt meselesi de bu nedenle çözümsüzdür.
Bölgede ama yıkmadan bir gelecek kurmak mümkündür. Geçmişin yıkıcılığı ile yüzleşmek bu nedenle yapıcı bir geleceği kurmanın ön şartıdır.
Tayyip Erdoğan iç sıkıntılardan dikkatleri uzaklaştırmak için savaşa giriyor, gibi hatalı değerlendirmeleri bir kenara bırakmak gerekir. Ulusal kimliğimizin ve oluşan devletin yıkıcı dinamikleri ile yüzleşmeyi esas alacak yaklaşımlara ihtiyaç var. Eğer içerde ve bölgede yapıcı bir gelecek inşa etmek istiyorsak…
16) Yazıyı Ahmet Türk’ün temennisi ile bitirmek isterim: “bu saçma savaş bitsin.” Şimdiden sonuçlarını onlarca yıl çekeceğimiz büyük insan dramlarını yeniden yaratmaya ve bu toprakları lanetli topraklar haline çevirmeye hakkımız yok.
Yazının orijinali 13 Ekim 2019 tarihinde Ahval News’da yayımlandı
İlk yorum yapan siz olun