Soykırımın farklı yöresel isimlerinden biri de Ferman’dır. Daha çok da Ezidiler tarafından kullanılır.
2012 yılında uluslararası ve ülke içi güçlü kampanyalar sonucu Nisan ayında serbest bırakılmamdan sonra, kendi kendime bu bir fırsat dedim ve sağlığıma biraz kavuştuktan sonra, önce Kilikya’ya, Torosların hemen altındaki Ermeni kalelerine, Halfeti’ye, Rumkale’ye (Ermeni dini merkezi), Lawrence’in arkeolojik kazı yeri Karkamış’a gitti. Tarihi istasyonda sanki tarih durmuş gibiydi. Suriye iç savaşı henüz sınıra ulaşmamıştı. Sınırın dediğin zaten ne? Demiryolu! Ve karşıda hala Esad’ın portreleri asılı.
Eski Halfeti suya gömülmüştü yarı yarıya. Ölü şehir. Hasankeyf’in sular altında kalmasına gösterilen tepkinin binde biri Halfeti için gösterilmemişti. 2013 Mayıs’ında ise, üçüncü memleketim saydığım Hakkari’nin muhteşem coğrafyasına daldım. Birinci olarak Mahir’in deyimi ile “Ben Adalıyım”. (1972 yılında Mahir’in şiirini Necmi mahkemede iletmişti bize). Doğduğum yer, aşık olduğum yer Büyükada. Ailevi köküm ise Ordu/Mesudiye. Orası da aşık olunacak bir yöre. Gülhane’deki Zeynep Hatun Medresesi mezunu dedem Müderris Ömer Lütfi efendiye, annemin memleketi Niksar’da Meletli Hoca derlerdi. Dedem Ragıp efendi, belediye başkanı gibi bir şey. Savaş sırasında muhacirlere yemek dağıtırken, salgın hastalıktan ölür. Perşembe yaylası, Çam içi yaylası, Geyran köyü ve yaylası ne harika yerlerdir.
Üçüncü memleketim ise, 1969 yılında üzerine asma köprü inşa ettiğimiz asi nehir Zap’ın ikiye ayırdığı Hakkari. Gel de aşık olma o muhteşem coğrafyaya. İsviçre dağlarını katlar. Ararat ve Masis’i aratmaz, Everest’in bir aşağısındadır, Cilo ve öteki dağ silsileleri.
Barış süreci sonucu, gerillanın güneye geri çekildiği dönemdi. Hakkari’de yitik olan halkların izini sürüyordum. Örneğin Nehri’de yıkık Yahudi mahallesinin izlerine bakıyordum.
Muhtemelen 1915 soykırımının kaydı tutulmamış kurbanlarından biri de onlardı. Belki de Hakkari’nin yerli halkı Nasturi (Asuri) ve Keldaniler kendi coğrafyalarından arındırılırlarken, onlar da nasiplerini almışlardı. Belki de onlar da kendilerini en yakın Zaho’ya atmışlardı.
“Babamın Dili” diye bir kitap etmişti bana Holokaust araştırmacısı Corry Guttstadt. ABD’nin bir yöresinde, Amerikalı bir genç, babasının acayip bir dille uğraştığını fark eder çalışma odasına kapanıp.
Bu Zaho’da konuşulan kendine özgü Aramicedir. Bir zamanlar Aramice bütün Orta Doğu’nun Franka Latina’sı yani ortak anlaşma dili olmuştu. Sonra bunun kalıntıları demek yaşamaya devam etmiş. Bunun için Kürt Beyliklerinde de Kürtçenin bu misyonu üstlenmesi şaşırtıcı değil. Anadolu’da ise Türkçe’nin ortak dil olarak bu misyonu üstlenmesi gibi. Zaho Yahudileri, İbranice değil de Aramice konuşur. Ama Süleymaniye’dekiler Kürtçe, Bağdat Yahudileri ise Arapça. Ve her biri kendi dillerini ve kültürlerini İsrail’e taşımışlardır.
Ama örneğin Silopi Ermenileri Kürtçe konuşur. 19. yüzyılda kimi batılı gezginler onları, Hristiyan Kürtler diye adlandırmıştır. Aşiret nizamı onlarda da vardı. Hakkari Nasturileri gibi.
Kimi Ermeni yöreleri gibi, Ezidiler arasında da 1890’lardaki kıyımlardan sonra büyük bir din değiştirme olayı yaşandı. Yada daha önce Pontos bölgesinde yaşandığı gibi.
Örneğin 2003 yazı ziyaret ettiğimde Kasrı Kanco’da, kapılardan biri bir yekpare yontulmuş bir kaya kitlesi idi. Ahmet Türk’ün aşireti de baskı sonucu Ezidiliği terk eden aşiretlerdendi. Ya da Serhat bölgesinden örnek verecek olursak, Yaşar Kaya’nın köklerinde de Ezidilik vardı.
Tarihin her yerde miras bıraktığı korunamayan kültür mirasları. Hakkari çarşısına da Arap tacirler hakimdi. Şimdi hala öyle mi bilmem.
Hakkari’de olsun, Siirt’te olsun, Mardin’de olsun bugün Arapça konuşan kesimin Süryani kökenli olduğunu düşünürüm.
Hakkari yaylalarında dolaşırken, onlarca kilise kalıntısına denk geliyordum, yarasaların yuva yaptığı. Tarihinde ilk kez halk şenliği yapılan, Kazan deresinde, bir Ezidi türbesine yolum düşüyordu. Bir başka yerde daha vardı, Uludere yakınlarında galiba, oraya gidemiyorduk. Rehberim Kürdi Der’den olan arkadaş da Ezidi kökenli olduğunu açıklıyordu.
Berçalan Yaylasında şenliğe giderken, ilk kez Kürt güvenlik kontrolünden geçiyorduk! Daha yücelerde ise, geri çekilen gerilla izliyordu halk şenliklerini. Fırsattan istifade, Nasturi/Asuri Kilisesinin Vatikan’ı Berçalan’ı ziyaret ediyordum. Bir anlamda “Hacı” oluyordum. Üzülüyordum, define avcılarının bu muhteşem kilisede yaptıkları tahribata.
1993 yılında da Güney’de Şeyh Adinin Türbesini ziyaret edip, etrafını dolanıp, Ezidi hacısı olduğum gibi. Ya da muhteşem Ermeni Vatikan’ı Eçmiadzin’i ziyaret etmem gibi. Ya da Samandağ’da Nusayri/Arap Alevi hac yerini ziyaret etmem gibi. Hz. Musa ile Hızır orada buluşmuşlardı, inanışlarına göre.
Mekke’yi/Medine’yi sormayın, babam 1965 yılında Hacca gittiğinde beni yeterince temsil etmişti! (*) Sasunlu Toroslar’ın ön adı “Ferman”, demek ki Ermeniler tarafından da yaşanan felaketi tanımlamak için kullanılıyor. Bk: Ferman Toroslar, Sürgün/İsyan Ateşinden Geçen Mutkili Bir Ermeni Aile, Aras Y. 2013; Sırrı Öztürk, Kökünü Arayan Çınar, Belge Y. 2012.
(**) Ariel Sabar, My Father’s Paradise, Algonquin Books, 2009
Yorumlar kapatıldı.