Ankara Düşünceye Özgürlük girişimi tarafından başkent Ankara’da, Ermeni Soykırımının 104. Yılı dolayısıyla kurbanları anıldığı ve Ermeni Soykırımı mekanizması ile sonuçlarının tartışıldığı bir toplantı düzenlendi.
Soykırımda hayatını kaybedenler için saygı duruşundan sonra Fikret Başkaya’nın açılış konuşmasıyla Soykırım tartışılmaya başlandı;
Fikret Başkaya,sözlerine resmi tarih eleştiriyle başlayarak, sözü Ermeni Soykırımının inkâr edilmesine getirdi. Resmi yalanı maddeler halinde teşhir etti:
“Eğer tarihimize sahip çıkarsak, yalancıları, tahrifatçıları, efsane ve tabu imalatçılarını teşhir edebilirsek, tarih bizi özgürleştirecektir… Bu yüzden ünlü İngiliz tarihçi Martin Bernal’ın dediği gibi: ” Tarih tarihçilere, akademik statünün gardiyanlarına bırakılmayacak kadar önemlidir”…
İttihatçılar, söz konusu olanın katliam değil,tehcir olduğunu, savaşta Ermenilerin Ruslarla iş birliği yaparak ihanet içine girdiklerini, ordunun güvenliği için Ermenilerin tehcir ettirildiğini, vb. ileri sürmüşlerdi. Daha sonra resmi söylem de benzer şeyleri söylemeye devam etti, ediyor… Ve insanlar da o yalana inanıyor…
İlginç, ama şaşırtıcı olmayan bir husus da, kendilerini “solda sayan” kimi ‘aydınların’ da benzer görüşleri savunacak kadar “pişkin” davranabilmeleridir…
Eğer sorun, ihanet denilenle sınırlı olsaydı ve eğer askerî güvenlik kaygıları gerekçesiyle tehcir yoluna gidilseydi:
- Jandarmalar ve katiller sürüsü hapisanelerden çıkartılıp, kısa bir eğitimden geçirilerek, Ermenilerin üzerine sürülmezdi;
- Eğer iddia edildiği gibi, askeri güvenlik gerekçesi söz konusu olsaydı, göçün yönünün ordu güvenliğine uygun yerlere doğru olması gerekirdi; oysa, tam tersinin yapıldığı biliniyor. Ermenilerin sürgün edildiği bölgelere bakıldığında, bunların ordu güvenliği gerekçesiyle hiç de ilgili bölgeler olmadığı görülecektir;
- Gerçekten katliam değil de tehcir söz konusu olsaydı, Ermenilerden boşaltılan yerlere Müslüman muhacirler yerleştirilmezdi. Zira, güvenlik gerekçesiyle yapılmış bir ‘zorunlu göç’ demek, olaylar normale dönüp, ‘güvenlik sağlandığında’ göç ettirilenlerin eski yerlerine dönmesini gerektirir;
- Katliamın merkezî bir kararla sistematik olarak yapıldığının bir başka göstergesi de, katliam emrini yerine getirmeyen yöneticilerin [vali, kaymakam, vb.] cezalandırılması veya öldürülmesidir… Nitekim, Lice kaymakamı, Ermenilerin katledilmesi emrini yerine getirmek istemez ve yazılı emir verilmesini ister. Hemen görevinden alınır ve Diyarbakır’a çağrılır ve yolda öldürülür…
- Tehcirdenilenin sadece savaş bölgeleri, ya da rejim tarafından “hassas” sayılan bölgelerdekileri değil, tüm Ermenileri ve Ermenilerin yaşadıkları tüm bölgeleri kapsamış olmasıdır… Anadolu sathına yayılmış bir tehcir/katliam söz konusudur… Sakat, kadın, çocuk, ihtiyar demeden bir halkın toptan yok edilmesi, nasıl gerekçelendirilebilir, nasıl savunulabilir? Kadın, çocuk, ihtiyar, sakat demeden koca bir halkın kitleler halinde öldürülmesine haklı bir gerekçe bulunabilir mi? Böyle bir şeyi savunanlar insanlık suçunaortak olanlardır… Ortada düpedüz bir katliam, bir insanlık suçu söz konusu olduğuna göre…
Netice itibariyle, I. Emperyalistler arası savaştan “Milli Mücadele” denilen dönemin sonuna kadarki süreçte, Anadolu Rumları da katliam-sürgün yoluyla Anadolu’dan sökülüp atılacak, Asurî- Süryani – Keldanî pürüzü ortadan kaldırılacak, böylece İttihatçıların “Anadolu’yu Türkleştirme planı başarıylasonuçlanacaktır…
Başkaya’nın konuşmasından sonra söz alan Temel Demirer, Ermeni Soykırımının Belgesi Var mı?Başlıklı konuşmasında özetle:
“Hiçbir biçimde inkârı mümkün olmayan gerçek şudur: 1915 yılından önce coğrafyamızda her beş kişiden biri Ermeni iken, bugün bu sayı bin kişiden biri bile denemeyecek kadar azalmıştır!
“Neden” ve “Niçin” mi? Bunun yanıtı, elbette tarihe kayıtlı soykırım gerçeğindedir…
Bir TV programında, adının önünde akademik sıfatlar olan tarihçinin durup durup “Hani bunun belgesi” diye sorgulamasına cevaben Hrant Dink’in dediği gibi, “Her Ermeni ailesi bir belgedir”!
Bu güzergâhta Sevag’ın katli hâlâ süren soykırıma (Hrant ardından) yeni bir artıdır. Veya “1.500.001’inci Ahbarik Hrant”a bir artının (+) yani Sevag’ın da eklenmesidir.
Durdurulması yani “Hayır” denmesi gereken tam da budur.” Sözleriyle Soykırımın günümüze uzanmasını örnekledi
Baskın Oran, 1839-1915: Ermeni Meselesinde Reform Konusu ve Bugün Açısından Önemi başlığıyla yaptığı sunumunda özetle:
“1847’den itibaren D. Anadolu’da Ermeni nüfusa başlayan saldırılar sonunda Batı’nın dikkatini çekti ve 1856 Paris Antlaşması’ndan itibaren bu nüfusun can ve mal emniyetini sağlayacak reformlar yapması için Osmanlı’dan talepler başladı. Zaten
Rusya da 1774 K. Kaynarca Antlaşması’ndan beri İmparatorluk’taki gayrimüslimleri koruma peşindeydi.
Bu reform talepleri, ikisi de aynı hükmü taşıyan iki antlaşmada somutlaştı: Mart 1878
Ayastefanos ve Temmuz 1878 Berlin. Şu farkla ki, birincisi D. Anadolu Ermenilerinin sorumluluğunu Rusya’ya veriyordu ve İngiltere tarafından iptal ettirildi, yerine, sorumluluğu Batılı Müttefiklere veren ikincisi yapıldı. İngiltere, Rusya’nın öne çıkmasını önlemişti.
Ayastefanos’tan sonra Haziran 1878’de Kıbrıs Antlaşması, 1895 Islahat Projesi, 1913
Osmanlı reform projesi ve bir de 1913 Rus reform projesi var. Fakat Osmanlı buralarda verdiği hiçbir reform sözlerinden hiçbirini tutmadı. Aksine, Hamidiye Alayları’nı kurarak Ermenileri devlet eliyle yok etmeye girişti.
Reform projelerini reddetmenin sonucu, İmparatorluk’un D. Anadolu ve K. D.
Karadeniz’deki egemenliğini ortadan kaldıran 8.2.1914 Yeniköy Antlaşması oldu. Bu tekrar bir Osmanlı-Rus Antlaşması idi ve böylece Ayastefanos’a (Rusya’ya karşı sorumluluğa) dönülmüş oluyordu. Çünkü 1871’de Almanya’nın kurulması üzerine
İngiltere korkmuş ve o zamana kadar rakibi olan Rusya’nın elini serbest bırakmıştı.
Artık Anadolu’nun yaklaşık yarısı iki Avrupalı “Umumi Müfettiş”in tam yönetimine bırakılıyordu ve bu bölge Rus sınırına bitişikti.
Anadolu’nun yarısının kendi egemenliğinden fiilen çıkması karşısında Osmanlı’nın yapabildiği tek şey, bu “umumi müfettişler” yönetiminden kurtulmak için Almanya’nın yanında savaşa girmek oldu. Ve bu da İmparatorluk’u tarih sahnesinden sildi.
Kıssadan hisse: Reform yapmamayı marifet sayan devletlerin beka meselesi mevta meselesine dönüşebilir. Bu, TC’nin bugün ciddi ders alması gereken bir konudur.
İsmail Beşikçi,Konuşmasında Soykırımın yönetici unsurlarından Teikilat-ı Mahsusa’nın rolüne değinerek, TM’nın yönetimi ile devlet yönetiminin iç içe geçmesini / örtüşmesini örnekledi:
“Taşrada, Diyarbakır, Mardin, Muş, Bitlis gibi yörelerde, Teşkilat-ı Mahsusa’nın üyeleri, devlet bürokrasisinin üst düzey kadrolarıydı. Vali, mutasarrıf, emniyet müdürü, Jandarma komutanı, Tapu Müdürü,nüfus müdürü, sağlık müdürü vs… Bunların hepsi olmasa bile bir kısmı Teşkilat-ı_Mahsusa üyesiydi. Bazı yerel aşiret reislerinin, şeylerin de Teşkiilat-ı mahsusa’nın üyesi olduğu görülüyor.. Ermeni, Asuri,Süryani mallarının yağmalanmasında, Teşkilat-ı Mahsusa üyelerinin çok büyük bir rol oynadığı açıktır. Tehcirin, soykırımın gerçekleştirilmesinde Ermenilerden, Asuri-Süryanilerden, Ezidi Kürdlerden kalan taşınmaz malların yağmalanmasında bu grubun çok büyük rolü var.”
Son konuşmacı Nevzat Onaran,Kitlesel Mülksüzleştirme ve Türkleştirmebaşlıklı konuşmasında terkedilmiş mallar diye nitelendirilerek, Ermenilerin mülksüzleştirilmesi, mallarına en konulması ve Türkleştirilmesi mekanizmasını açıkladı:
“Türkiye Cumhuriyeti’ne karakterini veren ekonomi politik, Osmanlı’dan mirastır. Milleten Türk ve dinen Sünni İslam olmayanın demografik-ekonomik yapıdan tasfiyesi olan bu politiğin en şiddetli icraatı, Ermeni soykırımıdır. Yurdundan sürülen Ermenilerin mülkü gasp ve tarihi-kültürel varlığı imha edildi. 1914’te kaçırtma ve boykotla, 1915’te sürülenle başlayan kitlesel mülksüzleştirme, 1920’lerde resmî ifadeyle ‘firar ve mütegayyib edenlerin’ yanı sıra mübadele öncesi kaçırtmayla aynen sürdürüldü. Mülkiyetin ve geniş anlamda ekonominin Türkleştirilmesi, 1915’lerde temellendirildiyse de inşası 1920’lerde tamamlandı. 11’i kanun olan Türkçü mevzuatla, Hıristiyan Ermeni ve Rum’la diğer milletlerden gasp edilen yüz binlerce mülkün dağıtılması, 1915’teki kayıtlı değerinden satılması, askeriyeden mülkiyeye, belediyelere pek çok kuruma verilmesi, yeni sahiplerine tapulandırılması ve Mal Sandığı’nda biriken paranın TC bütçesine aktarılması sağlandı. 1920’lerde de kalınmadı; sürekli ve yapısaldı.”
Toplantı Grup Devinim’in Adana Ağıdı/Adanayi Voghb ve Sari Gyalin’i seslendirmesiyle sonlandı.
Sait Çetinoğlu, Ankara, 25.04.2019
İlk yorum yapan siz olun