Ermeni Soykırımı Müzesi-Enstitüsü’nün yeni direktörü Harutyun Marutyan, 22 – 23 Mart tarihlerinde Hrant Dink Vakfı, DVV International ve Friedrich Ebert Stiftung işbirliğiyle düzenlenen ‘Başka bir Gelecek için Hafıza Mekânları, Hafıza Yolları’ konferansında ‘Yüzüncü Yılın Ardından Ermeni Soykırımı Anıtı ve Müzesi’ adlı bir sunum gerçekleştirdi. Etnograf ve tarihçi olan, hafıza üzerine uzun yıllardır çalışan Marutyan’la Ermenilerde soykırım hafızası/travması ve direktörü olduğu Ermeni Soykırımı Müzesi-Enstitüsü’nde yapmayı düşündüğü çalışmalar hakkında konuştuk.
Ermeni Soykırımı Müzesi – Enstitüsü’nün yeni direktörü olarak çalışmalarınıza başladınız. Bugüne kadar neler yaptınız?
Ben bir etnografım. Yerevan Devlet Üniversitesi Tarih Bölümü’nde eğitim aldım. O zamanlar henüz Yerevan Devlet Üniversitesi’nde etnografya bölümü yoktu. Üniversite eğitimini tamamladıktan sonra Sardarapat Etnografya Müzesi’nde çalışmaya başladım. Doktoramı Moskova’da etnografya alanında tamamladım. 1994 yılından itibaren Arkeoloji ve Etnografya Enstitüsü’nde çalıştım; şimdiye dek çalışmaya devam ediyorum dersem yanlış olmaz. 2007 yılında bu kez ‘Karabağ Hareketi’ üzerine doktora tezimi savundum.
1988’de Ermenistan’da ortam hareketlenmeye başlayınca ben ve diğer etnograf arkadaşlarım Opera Meydanı’na gittik. Biraz araştırma, keşif gibiydi de… Orada pek çok insan vardı, bizim ilgi alanımız ise insanlar. Fotoğraf çekmeyi seviyordum; orada pek çok fotoğraf çektim, özellikle pankartlar dikkatimi çekiyordu. Bir buçuk yıl sonra bu fotoğraflara baktığımda soykırım meselesinin oraya yansıdığını gördüm. O çizgi de Sumgayit’ten geliyordu. Araştırmacı olarak baktığımda Sumgayit ‘sayesinde’ alevlenen soykırım meselesi Karabağ hareketinin itici gücü haline geldi, diye düşündüm. Benim için bu beklenmedik bir şeydi. Daha sonra bu konu üzerine doktoramı yazdım ve kitap olarak da yayınlandı.
Tam da Karabağ konusunda çalışırken, “Hafıza nedir?”, “Hafıza meselesine nasıl yaklaşmalıyız?” gibi soruların yanıtlarını bulmak için ABD’de çeşitli eğitimlere katıldım çünkü Ermenistan’da bu konuda çalışmalar o tarihlerde henüz yapılmıyordu. Ve üçlemenin ilki ortaya çıktı: ‘Ulusal Kimlik İnşasında Hafızanın Yeri’.
Washington’daki Holokost Müzesi’nde bir süre geçirdim. Bilirsiniz, Ermeniler kendilerinin kaderini Yahudilerinkine benzetirler. Ve böyle devam etti… Soykırım meselesi bu şekilde karşıma çıktı. Yani çalıştığım konular beni oraya yönlendirdi; alana ilgimden değil, çalıştığım alanla kesiştiği için soykırım meselesi üzerine çalışmaya başladım. ‘Karabağ Hareketi’nde soykırım hafızasının rolünü inceledim. Ortaya çıkan sonuç, soykırım hafızasının demokratik değişimlere yol açtığını gösteriyordu. Sovyetler Birliği’nden ayrılıp bağımsız Ermenistan’ı kurduk. Aynı zamanda Ermenistan’da egemen olan ‘kurban psikolojisi’ni atlattık. Bu psikolojiyi atlatmış olmamız, Karabağ Savaşı’nda zafer elde etmemizde etkili oldu.
‘Kurban psikolojisi’nden verdiğiniz röportajlarda da sık sık bahsediyorsunuz. Günümüzde Ermenistan’da ‘kurban psikolojisi’nin kalıntıları var mı? Varsa bu, topluma nasıl yansıyor?Ermeni Soykırımı Müzesi
Hafıza sabit bir şey değil; değişkendir, sürekli değişme uğrar. Bazen diasporadan özellikle Ortadoğu’dan dalgalar geliyor. Orada kurban olmak adeta kimliğin bir parçası. Dünyanın her yanına dağılmış olmalarının sebebini bununla açıklıyorlar. ‘Karabağ Hareketi’ ile Ermenistan toplumunda bu psikolojinin üstesinden gelindi. Fakat dediğim gibi hafıza değişken, hareketli. Daha sonra başka ülkelerden bu ‘kurban psikolojisi’ dalga dalga Ermenistan’a girdi.
1988 yılında 24 Nisan ilk kez resmi olarak ‘Ermeni Soykırımı Kurbanlarını Anma Günü’ olarak ilan edildi. Burada anahtar kelime ‘kurban’. Ne düşündüğünden bağımsız olarak ‘kurban’ kelimesini kullanarak sürekli vurguluyorsun. Fakat Ermeni Soykırımı döneminde öz savunma da olmuş; Ermeniler mücadele de etmiş. Bunlar gösterilmeye çalışıldığı gibi isyan değil, öz savunma mücadelesidir. Özellikle Türk resmi tarih anlatımında Ermeniler Türkleri sırtından vuran hain olarak gösteriliyor. Öyle değil elbette. Öz savunma olarak verilen mücadeleyi hep gözardı ediyoruz. Buna son vermeliyiz.
Ermenistan’da genç kuşaklarda 24 Nisan’da Soykırım Anıtı’na özellikle çocuklarıyla gitmek istemeyenler var. Bu iyi değil. Hafıza kültürü dünyanın hemen her yerinde var. Bizde bu çatışma yaratıyor. Bunun nedeni de kurban kelimesinin sürekli vurgulanması. İşte bu yüzden de kurumsal değişikliğe gidilmesini öneriyorum. Parlamento kararıyla 24 Nisan, ‘soykırım kurbanlarını anma günü’ değil de ‘kurbanları ve öz savunma mücadelesinde hayatını kaybeden kahramanları anma günü’ olarak ilan edilmeli. Öz savunmalarda yer alanlar da kurbandı, kurtulanlar da kurban. Kelimeyi nasıl anladığımız önemli. Bu benim bir önerim. Holokost Müzesi’nde araştırma yaparken Yahudilerin bu konuda böyle bir noktaya geldiğini gördüm. Bence bu olumlu sonuç veriyor. Bizim durumumuzda daha fazla öz savunma var. Kurban ve kahramanı terim olarak yan yana koyduğumuzda kimlik inşasında da etkisi olacaktır.
Soykırım Müzesi’nde katliamları gösteren belgeler, fotoğraflar görmek mümkün. Pek çok insan bunu psikolojik baskı olarak görüyor. Dünyada hafıza mekânı örnekleri var. Farklı yöntemler uygulanıyor. Siz Soykırım Müzesi’nde değişiklikler yapmayı planlıyor musunuz?
Bu bir süreç; kolay ve zor iki ayrı yolu olan bir süreç. Kolayı müzede rehberlerin anlattıklarını değiştirmek. Mesela, ‘Musa Dağ’da yapılan öz savunma üzerine daha fazla durmak mümkün. İkincisi ise sürekli sergiler yapmak olabilir. Bu yıl eğitim projesine başladık. Bunu genişletmek için kaynak arıyoruz. 20 – 25 kişilik öğrenci gruplarını ağırlayabileceğiz; geldiklerinde soykırım üzerine eğitim alabilecekler. O öğrenci gruplarına özel programlar hazırlanacak. Öncelikle teklif ve öneri almaya başladık. Yani bu çocuklar orada neyi görmek ve duymak ister? Kahramanlar, öz savunma eylemleri hakkında daha çok bilgi edinmek isteyenler çoğunlukta. Böyle bir talep var. “Ya bunları isyan olarak yorumlarlarsa?”, “Ya bize karşı kullanırlarsa?” Bu sorular da var ama bunların cevabı bu eylemlerin ‘öz savunma’ olmuş olmalarıdır. Soykırım günlerinde her insan hayatta kalmak için öz savunma hakkına sahipti. Bunları dile getiriyoruz. Bunlar yaşanmış; bunları hafıza mekanizmasında hak ettikleri yerleri almaları için dile getiriyoruz. Öte yandan yıllarca ‘24 Nisan soykırım kurbanlarını anma günü’ olarak kutlanıyordu. Şimdi birdenbire başka bir ismi olacak. Bu bizim başka bir şeyi hatırlamamızı sağlayacak. İşte bu nedenle ‘öz savunmalarda hayatını kaybedenleri anma günü’ ifadesi önerisi var. Bu ikisi hafızada birlikte yer almalı.
Soykırım Müzesi – Enstitüsü diyoruz. Enstitü bölümünde ne tür çalışmalar yürütülüyor?
Enstitü ve müze iç içe kurumlar. Enstitüde 15 akademisyen çalışıyor. Çalışan sayısı çok yüksek olmadığı için konu yelpazesi de çok geniş değil. Öte yandan belli konularda sürekli araştırmalar yapılıyor ve yayınlar hazırlanıyor.
Enstitü olarak, Türkiye’deki eğitim kurumları ve enstitülerle işbirliği öngörüyor musunuz?
Burada yapılan çalışmalara çok hâkim değilim. Fakat Türkiye’de ve yurtdışında yaşayan ve Ermeni Soykırımı üzerine çalışan pek çok akademisyen var. Kütüphanemiz, arşivimiz onlara açık; gelip istedikleri araştırmayı yapabilirler. Halen belli bir kurumla işbirliğimiz yok. Zamanında imzalanmış sözleşmeler var; onları yenilemeyi ve yeniden çalışmaya başlayacağımızı umuyorum.
‘Kurtarıcı’ kime denir?
Ermeni Soykırımı MüzesiErmeni Soykırımı Müzesi’nde soykırım sırasında Ermenileri kurtaranlara (Türkler, Kürtler, vs…) yer vermeyi düşünüyor musunuz?
Hayır. Bunun nedenlerini de açıklayayım. Özellikle Ermeni Soykırımı’nın yüzüncü yılında ve sonrasında bu konu çok popüler oldu ve hatta suiistimal edilmeye başlandı. Bu tür meselelerde derinlemesine araştırmalar yapmaya gerek var. Şimdiye dek bu konuyu ele alan araştırmaların daha genel olduğunu düşünüyorum. Kurtarmak dediğimizde bu kelimenin anlam genişliğini düşünmek lazım. Bir kişiler kurtarmayı nasıl anlıyor? Bir de gelin bakalım, Yahudiler ‘kurtarmak’tan ne anlıyorlar? ‘Uluslararası Dürüstler’ (The Righteous Among the Nations) adlı bir platform var. 1963 yılından beri belli kriterlere göre sadece 25 bin kişiye bu unvan verilmiş durumda. “Kurtarmak” deyince; hayatını riske atarak, kurtardığın kişiyi zorla evlendirmeden, dinini zorla değiştirmeden, zorla çalıştırıp emeğini sömürmeden “kurtarmak” olarak anlaşılıyor. Böyle baktığımızda gerçekten kurtaranların küçük bir kesim oluşturduğunu görüyoruz. Belli bir güç sahibi bir insan, gücünü ve yetkisini kullanarak faciaları engellemiş. Fakat sıradan halk arasında bu kesim oldukça az. Dolayısıyla bu meseleye daha geniş bakmamız gerekiyor. “Ya onların da başımızın üstünde yerleri var” diyemeyiz. Araştırmacılar olarak bu konu üzerine çalışıp, ne olduğunu gerçekten anlayalım ve ona göre konuşalım.
İlk yorum yapan siz olun