Umudun Peşinde, Süryaniler ve Asuri-Keldaniler Ortadoğu’nun artık yok olan Hıristiyan topluluklarından ülkesinden kaçmak zorunda kalan insanların öyküsünü anlatıyor. Hıristiyan hafıza mekanlarının yok edilmesi, yakılmasını, “Ayrımcılığa uğruyoruz ve başımızdan geçenleri anlatmak istiyoruz” diyen Iraklı tanıklıklarla anlatan kitabın İngilizcesi çıktı, yakında Arapçası da çıkacak.
DUVAR – Irak ve Suriye’deki iç savaştan milyonlarca sığınmacının yaşadığı Türkiye’de görünmeyen kendilerini kaçtıkları ülkede de gizlemek zorunda kalan başka mülteciler de var. Onlar Ortadoğu’nun en kadim halklarından Süryaniler ve Asuri-Keldaniler Ortadoğu’nun artık yok olan Hıristiyan toplulukları. Ortadoğu Hıristiyanları özellikle Irak’ta hiç dahil olmadıkları bir savaş ortamının ilk hedefleri oldular. Kitab-ı Mukaddes Yayınevi’nden çıkan Umudun Peşinde adlı kitap bu Hıristiyan topluluklardan ülkesinden kaçmak zorunda kalan insanların öyküsünü anlatıyor. Bu insanların yaşadıkları şiddetin tek sebebi ise sadece Hıristiyan olmaları. Bazıları IŞİD’in Musul’u ele geçirmesinin ardından kaçarken bir kontrol noktasında kimliklerinde Hıristiyan yazdığı için kurşuna dizilmişler. Beni en çok etkileyen öykülerden birisi ise kız torununu evinin bahçesinde omzunda taşıyan bir dedenin tam o sırada patlayan bir bomba ile torununu kaybetmesi oldu. Bu öyküleri bir araya getiren ve Ortadoğu Hıristiyanları konusunda çalışmaları olan Buğra Poyraz (Paris 8 Üniversitesi Fransız Jeopolitik Entitüsü Doktora Araştırmacısı) ile Türkiye’de yaşayan Hıristiyan mültecilerin durumunu ve kitabın nasıl hazırlandığını konuştuk.
Yayına hazırladığınız kitap yalnızca Hıristiyanların yaşadıklarını değil, özel olarak Doğu Katoliklerinin başlarına gelenleri aktarıyor. Kimdir Doğu Katolikleri?
Ben uzun yıllar editör, araştırmacı ve akademisyen olarak Katolik Kiliseleri ile ilgilendim. Katolik denince sadece Latin Katolikler anlaşılır. Ama Doğu Katolikleri dediğimiz Katolikler de var. Ermeni Katolikler, Süryani Katolikler ve bu Asuri-Keldaniler gibi. Benim doktora tezim de Türkiyeli Asuri Keldanilerin 80 sonrası Avrupa’ya göçleri üzerine. Bu Asuri-Keldaniler Türkiye’ye körfez savaşından sonra geliyorlar. 1990 yılından sonra Türkiye’yi bir köprü olarak kullanıyorlar. Diyebilirim ki hepsi İstanbul’a geliyorlar. Tabii geliyorlardı demek gerekir. Buraya geldikten sonra Birleşmiş Milletler sığınmacı ofisi ve bazı konsolosluklar aracılığı ile bir başka ülkeye sığınmacı olarak başvurabiliyorlardı.
Burada Katolik kilisesi onlara hem ruhsal destek veriyordu hem de onlara uluslararası bağlantılar kurmak için bir imkân veriyordu. İstanbul’da Katolik Caritas Yardım Kuruluşu’nun tesislerinde 1994’ten beri bir okul var. Burada çoğunluğu Irak’tan gelen Asuri-Keldani öğrenciler kabul ediliyorlardı.
Bu mülteci akını 2014’den sonra daha da arttı. 2016 yılında valilikler şöyle bir karar aldı: “Tüm mültecilere biz sizi şehirlere dağıtacağız ve sosyal yardımlardan buralardan faydalanacaksınız, özel izin almadan bu şehirlerden ayrılmayacaksınız, istediğiniz gibi dolaşamayacaksınız ve büyük şehirlere akın etmeyeceksiniz” dendi.
‘RÖPORTAJLARI MÜLTECİ GENÇLER KENDİLERİ YAPTILAR’
Peki kitap fikri nereden çıktı. Nasıl hazırladınız?
Türkiye’de Arapça konuşabilen Katolik din adamlarının sayısı çok az. Bir elin parmaklarını geçmez. Bu din adamları o şehirlere gitmeye başladı. Bu şehirlerde bir gün içinde onlarca vaftiz ve arka arkaya düğünler yapmak zorunda kaldılar. Düğün salonları sahipleri de çok para istediler. Bunun nedeni olarak da şunu bahane ediyorlardı: Küçük şehirlerde Hıristiyanların düğün salonlarında ibadet ettiklerinin bilinmesi onların işlerini olumsuz yönde etkileyeceğini söylüyorlardı. Bu gidip gelmeler sırasında Iraklı Asuri-Keldani mülteci gençler bu din adamlarına başlarından geçenleri anlattılar. Şöyle dediler: “Bizim ailelerimiz bu sıkıntıları çektiler. İnsanlar neler yaşadığımızı bilmiyorlar. Ayrımcılığa uğruyoruz ve başımızdan geçenleri anlatmak istiyoruz” dediler. Fikir bu gençlerden çıktı. Röportajları mülteci gençler kendileri yaptılar. Röportajlar Arapça yapıldı. Bana çok iyi anlaşılmayan bir İngilizce ile röportaj metinlerini verdiler. Ben onları Türkçeye çevirdim ve yayına hazırladım. Kitab-ı Mukaddes Şirketi de yayımladı.
Kitapta tanıklıklarını anlatanların hepsi Iraklı mı?
Hepsi Iraklı. İki kişi hariç hepsi Türkiye’de yaşamış ya da hâlâ yaşıyor. Bir kısmı Ege Denizi’nde trajedi yaşamış.
Ortadoğu Hıristiyanları bölgenin en kadim topluluklarından. Benim’de Irak’ta bulunduğum dönemlerde dikkatimi çekmişti. Her şehrin, her kasabanın mutlaka bir Hıristiyan mahallesi var. Bir de şehrin sosyal yaşamanın olduğu yerler bu mahallelerdi. Sanırım çok kadim bir uygarlık yok oldu.
Bazı yerlerde de iç içeler. Ben geçenlerde Ürdün’de Amman’daydım. Orada ayrı mahalleler değil de iç içe yaşıyorlardı. Tanıklıklar daha çok Musul ve Bağdat’dan. Bu insanlar önce ülke içinde bir iç göç yaşadılar. Kitaptaki bazı tanıklıklarda detaylı şekilde anlatıldığı gibi, birçok Hıristiyan aile ülkelerinden ayrılmadan önce Ankava ya da Ninova ovasındaki küçük yerleşim birimlerine gittiler ve şehirlerinin terörden temizlenmesini ve eski hayatlarına geri dönebilmeyi beklediler. Bazıları geri döndü ve teröristlerin hedefi oldu. Kitapta tanıklıkları bulunanlar ne ovada ne büyük şehirlerde yaşayamayanlar.
‘KENDİLERİNİ KORUYACAK BİR ÖRGÜTLENMELERİ YOKTU’
Bu insanlar Irak’ta hiç dahil olmadıkları bir savaşta ilk hedef haline geldiler. Neden?
Çünkü teröristlere göre dini olarak malları ve kadınları fethedilebilirdi. Bu yüzden hedeftiler. Kolay hedeftiler. Kendilerini koruyacak bir örgütlenmeleri yoktu. Asurilerin küçük ve lokal örgütlenmeleri vardı. Keldani Patriği onların ülkeden gitmemesi için çok çaba sarf etti. Kalanlara motivasyon verdi. Ama Keldani Kilisesi bir diğer yandan diasporadaki dini örgütlenmesi ve STK’ları ile – Iraklılar için özellikle Avustralya’da ve Amerika’da son derece güçlü bir şekilde onların kabul edilmesini sağladı. Bunların sığınmacı statüleri almalarına yardım eden en önemli kurumlar Asuri-Keldani dernekleri ve kiliseleri oldu.
Peki geride ne kadar Hıristiyan toplulukları kaldı?
Çok küçük topluluklar belki var. IŞİD’den kurtarılan bölgelerde patriğin gidip kiliseleri restore etmeye çalıştığını ben biliyorum. Tamamen bitmedi. Ama bazı yerlerde nüfusun yüzde kırkı Hıristiyan’ken yüzde onlara kadar geriledi. Basra Keldani Başepiskoposu Habib Nafali’nin 2018 yılının son çeyreğinde verdiği bir röportaja göre, 2003 yılındaki Amerika müdahalesinden önce Irak’ta 1,5 milyon Hıristiyan yaşarken bugün 250 bin Hıristiyan yaşamaktadır.
‘GÜVENLİK ENDİŞELERİ VAR’
Peki Türkiye’de durum ne? Irak Hıristiyanları nerelere göç ettiler, nasıl yaşıyorlar?
İstanbul’da hep varlardı. Şimdi Samsun’da, Yalova’da, Kapadokya bölgesinde Kilis’te yoğun olduklarını biliyoruz. Hıristiyanlar mülteci kamplarında çok kalmak istemiyorlar. Ciddi bir güvenlik endişeleri var.
‘BİZ HEP İNANÇ YÜZÜNDEN AYRIMCILIĞA UĞRADIK’
Türkiye gibi kaçtıkları ülkelerde de güvenlik kaygısı duyuyorlar mı?
Bunların hiçbiri Türkiye’ye yaşamak için gelmiyorlar. Türkiye her zaman bir köprü. Şöyle düşünüyorlar: Biz hayata yeniden, sıfırdan başlayacaksak bu Müslüman bir ülkede olmayacak. Geleceğe ilişkin çocuklarına ilişkin kaygı duyuyorlar. “Biz hep inanç yüzünden ayrımcılığa uğradık. Müslümanlar tarafından ayrımcılığa uğradık. Bu yüzden yeni bir yaşam kuracağımız yer Müslüman bir ülke olmamalı” diyorlar.
Peki geri dönmeye ilişkin bir umutları var mı?
Benim yaptığım görüşmelerin hiçbirinde yok. Oradan ayrılmamak için son ana kadar direnenlerin başlarına felaketler geldiğini görüyoruz. Çok yalnız bırakılan bir azınlık. Bir yandan da Müslüman ülkelerde Hıristiyanlara Batı ülkeleri tarafından destek veriliyormuş gibi bir algı var. “Onlara bir şey olmaz onların arkasında Batı var” gibi. Bu algı Türkiye’de de var. Devletlerin sistematik baskılarıyla da Batı ülkelerine göçe zorlanıyorlar. Onları göçe iten yalnızca teröristler değil, devlet politikaları ve çoğu zaman şikayetlerinin duyulmaması, hak ihlalleri. Yalnızca Hıristiyanlar değil Yahudiler için de aynı algı var. “Onların arkasında İsrail ve Amerika var” gibi klişeler var.
Türkiye’den gitmek istediklerini söylediniz. Ama uzun yıllardır burada yaşamak zorunda kalanlar var, değil mi? Batı ülkeleri hemen bu Hıristiyanları kabul ediyor mu?
2017 yılına kadar Amerika, Avustralya ve Kanada buradan başvuran Iraklı Asuri-Keldani aileleri kabul ediyordu. Ancak kabul edişler çok yavaşladı. Ortalama altı ay ila bir yıl kadar bir sürede kabul edilirken şimdi iki yıldan fazla bekleyenler var. Türkiye’de bazı Hıristiyan din adamları valiliklere bölgelerindeki Hıristiyan mültecilerin sayısını gayri resmi bir şekilde sordular. Bunları kilisesi olan büyük şehirlere almak mümkün mü diye de sordular. Olumlu yanıt alınmadı. Yetkililer böyle bir ayrımcılık yapılamayacağını, Hıristiyanların büyük şehirlere gönderilip, Müslüman mültecilerin küçük şehirlerde ve kamplarda bırakılmalarının mümkün olmadığını söylediler. Pozitif bir ayrımcılık yapılabilir miydi? Hıristiyanların küçük şehirlerde ayrımcılık nedeniyle iş bulamadıkları düşünülürse yapılabilirdi, ama yapılmadı. Türkiye’deki Hıristiyan mültecilerin tam sayısı bilinmiyor. Ama bu kampları ve şehirleri dolaşan din adamlarına göre toplamda kırk bin civarında Iraklı ve Suriyeli Hıristiyan mülteci var. Ama hiçbir zaman bu sayı resmi olarak açıklanmadı. Din adamlarının gözlemi bu.
Kilise kayıtları çok önemli. Orada hem doğum hem vaftiz işleniyor. Örneğin Avrupa’da bir Katolik kilisesine gidiyorsanız ve aileniz hep o şehirde yaşadıysa, sadece kilise kayıtlarına bakarak orta çağa kadar soy ağacınızı çıkartabilirsiniz. Ortadoğu’daki bu katliamlarda şunu görüyoruz: Önce şehrin kilisesi, manastırları ve buraların kütüphaneleri ile arşivleri yakılıyor. Bu yalnızca Hıristiyanlara gözdağı vermek değil, hafızayı yok etme amacı gütmektir. Bir şehrin Hıristiyan hafıza mekanlarını yakmak “biz burayı bir İslam şehri olarak yeniden kuracağız” mesajı vermektir. Geçmişte de şehirler bu yüzden yakılmadı mı? Kitabın hikâyesi bu. İngilizcesi de çıktı. Yakında Arapçası da çıkacak.
İlk yorum yapan siz olun