Türkiye’ye gelen 200 bin Beyaz Rus’tan sadece 9 kişi kaldı. Birinci elden tanıkları, çocukları ve torunlarıyla görüşen yazar Ziflioğlu, günden güne aramızdan ayrılan, varla yok arasındaki bu insanların trajik hayat hikayelerine dokunuyor. Türkiye’nin eğlence hayatını şekillendiren, Deniz Gezmiş’e yoldaşlık eden Beyaz Rusların bilinmeyenlerine yolculuk ediyoruz.
Gazeteci- yazar Vercihan Ziflioğlu’nun yeni kitabı, ‘Beni Unutma Rusyam – Asırlık Sürgün’ Kuzey Işığı Yayınları’ndan çıktı. Ziflioğlu yeni kitabında Beyaz Ruslar’ı anlatıyor. Çarlık Rusya’nın yıkılmasına yol açan Ekim Devrimi’nden sonra, Beyaz Ruslar ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmış, pek çoğunun ilk durağı İstanbul olmuştu. Resmi verilere göre 200 bin Beyaz Rus’un geldiği Türkiye’de şuan sadece 9 kişi kaldı. Ziflioğlu,“Bugün kalan son demleri not düştük, tarihe. Artık zincirin son halkaları gibi yok oluyorlar aramızdan” diyor.
Ad, soyad değişiyor…
Niçin İstanbul ?
İstanbul ve Anadolu her zaman bütün halklar için köprü görevi gördü. Savaşla, saraylar ve köşklerden çıkan, bir anda evlilik yüzüklerini bile satmak zorunda kalan Beyaz Ruslar
için de öyle oldu. Aylarca karaya ayak basamadıkları gemilerde akıllarını yitirip boğaz sularına atlayanlar oldu. İstanbul, Rusya’ya çok yakın diye, ‘bir gün geri döneriz’ umuduyla hep bekleyenler… Tıpkı, Rus Edebiyatı’nın ölümsüz kalemi L. Nikolayeviç Tolstoy’un yeğeni Kontes Tolstoy gibi. Parası olanlar yurtdışına gitti. Ekmek alacak parası dahi olmayanlar da İstanbul’da kaldı. Bir kısmı Anadolu’ya kaçırıldı. Prensesler terzi kalfalığı yapmaya başladı. Soyadı kanunuyla bütün azınlıkların soyadı değiştirildi. Ama bunlarda T.C. kimliği verilirken isim de değiştirilmiş. Roksana Umarov’lar olmuş Rukiye Umar’lar. Beyaz Ruslar yaşantılarıyla göze çarpıyordu. Ve zamanla onlar da Türkiye’den ayrıldı.
Fotoğraf: Kotik Bilak Arşivi
Gazino, restorant ve plajın öncüleri
Ne tür etkilerde bulundular ?
Çarlık Rusya’dan İstanbul’a, ressam, müzisyen, yazar, fotoğrafçı, balerin, sporcu ve beyin göçü olmak üzere büyük bir Beyaz Rus göçü yaşandı. Bugünkü Çiçek Pasajı’nın adını nereden aldığını hiç düşündüğünüz oldu mu? Galatasaray’da bulunan pasaj, ismini Beyaz Rus kızların orada çiçek satmasından alıyor. Sanat İstanbul’a taşındı. Restorant ve plaj gibi kültürlerin Türkiye’de yerleşmesinde öncü oldular. Gazino, restorant ve plaj gibi kültürlerin Türkiye’de yerleşmesinde Beyaz Ruslar öncü oldular. Bir dönemin gözde mekanı Maksim Gazino’sunu da onlar açtı. Rejans Restaurant’ın sahibi de, Kırımlı Prenslerinden Selim Tarhan’dı.
Prens, Kadıköy’de çorap sattı
İstanbul’da merkez semtleri arasında yolcu taşıyan dolmuş şoförlerinin neredeyse hepsi, Beyaz Ordu birliklerinde görev yapan zırhlı araç şoförleriydi. Böylelikle İstanbulluları dolmuşculuk kavramlarıyla tanıştırdılar. Ayrıca makam şoförlüğü mesleğini de onlar İstanbul’a taşıdı. Gürcü Kral’ın torunu Prens Luarsab Dadiani Kadıköy’de çorap satar. Çarlık Rusyası’nın Cinayet Şubesi Başkanı General Arkadiy Fransteviç Koşko da İstanbul’a geldi. Ve İstanbul’daki ilk dedektif bürosunu açtı.
Deniz Gezmiş’le…
Nazım Hikmet’e benzerliğiyle bilinen Kazimir Pamir, Deniz Gezmiş’le omuz omuza mücadeleler vermiş, idamla yargılanmış. 68 ruhunun en yılmaz bekçilerden biri olan Pamir’inde soyadı daha önce Çibas’mış. Öte yandan ‘Çarlık Rusya Votka Kralı’ takma adıyla tanınan Petr Asenyeviç Smirnov’un oğlu Vladimir Peroviç Smirnov’da İstanbul’a gelenlenlerin arasında. Smirnoff votkası olarak dünyaya nam salan votkanın üretim tesislerinden birini Tarlabaşı’nda açtı. Beyaz Rus olan Vasilisa Denisenko’nun Alman anneannesi Irma Kayzer’te Kars Grazyeri’nin mucidir.
Fotoğraf: Kotik Bilak Arşivi
Atatürk’ün fotoğrafını çekti
Fotoğrafçı Jules Kanzler’e fotoğraf çektirmek isteyenler Beyoğlu’ndaki salonunun önünde sıraya girermiş. Kanzler, Atatürk ve yakın çalışma arkadaşlarının da fotoğraflarını çekmiş. Çar 2. Nikolay’ın subayı Boris Krasovsky’nin, 1. Dünya dahil üç sıcak savaş gören ve Çar’ın imzası olan kılıcı İstanbul’da bir balkonda paslanmış halde buldum. Boris, İstanbul’da Sadrazam Sait Halim Paşa’nın yanında da çalıştı. Boris’in oğlu Vladimir Krasovsky ve boksör Kirpit lakabıyla tanınan Gheorghi Kirpichev milli formayı giyerek uluslararası müsabakalarda Türkiye’yi temsil ettiler. Alexandre ve Valenrin Holyaavkin kardeşler de voleybolda Türkiye milli formasını giydi.
Sanatta devrim yaptılar
Natalya İvanovna Jilo, İstanbul’da bir ilki gerçekleştirerek vokal stüdyosunu açtı ve öğrenci yetiştirdi. Piyanist Valentina Yulinovna Taskina, İstanbul Radyosu’nun ilk piyanisti oldu. Leyla Arzuman adını alan Balerin Lidiya Krassa Arzumonova, İstanbul’daki ilk bale stüdyosunu açtı. Ve ismi Türk balesinin kurucusu olarak tarihe yazıldı. Ressam Nikola Perof, Şehir Tiyatroları’nın baş ressamı oldu.
Fotoğraf: Kotik Bilak Arşivi
Yaşadığımız yerlerin tarihlerini bilmiyoruz
Bu topraklarda bir çok millet geçti, ama çoğunu hiç bilmiyoruz. Tıpkı Beyaz Rus’ları bilmediğimiz gibi. Onlar ciddi bir kültürel berkanttan geliyorlardı. Paralarını kaybetseler de kültürel sanatlarını imece usulu ile İstanbul’a taşıdılar. Dolaysıyla bu ülkenin tüm noktalarına yansıdı. Ne yazık ki biz yeni kuşaklar, yaşadığımız yerlerin tarihini bilmiyoruz. Hafıza kaybediyoruz. Meraklı olmasaydım bende bilmeyecektim. Oturduğum Osmanbey’de, Beşiktaş dolmuşların kalktığı noktada bir Rus kilisesi, hemen yanında ise Beyaz Rus’lara ait bir hastane var. Karaköy’de herkes kahve içiyor ama hiç kimse de çevredeki tarihi mekanların ne olduğuna bakmıyor. Bunları merak etmediğimiz sürece kendimizi bile bulmamızın imkanı yok.
Çocukluğumun İstanbul’unu kaybettim
Bugün Paris’te eski binalar hala yerli yerinde duruyor. On sene sonra da gitseniz her şey aynı yerinde olacaktır. Bu pek çok ülke için de geçerli. Oysa doğduğum İstanbul, yakın tarihteki İstanbul bile değil. Çocukluğumuzun İstanbul’unu kaybettim.
Kitabı hazırlama süreci nasıl oldu ?
Ayrıldığım işten aldığım tazminatla kitap çalışmasına başladım ama ruhumdaki bir şeyi finanse ettiğimi hissediyordum aslında. Çocukluğumdan hareket ettim. Merak ettiğim şeyin, her zaman izini sürdüm. Rus klasiklerini tekrar tekrar okudum. Ve tekrar tekrar Rusya’ya da gittim. Rusya; saraylarda, müzelerde değildi. Neva nehrinin içinde, saatlerce süren tren yolculuklarında, köylerdeydi.
Yayın evleri kitabı basmıyor
Kitabı yayın evlerine gönderdiğimde, büyük bir ses getireceğini düşünüyordum. Başta inanamadım. Türkiye’nin önde gelen bazı yayın evleri, devrim yanlısı olduklarını, aristokratların acıları kendilerini ilgilendirmediğini söylediler. Yayınlayacağını söyleyen bir yayın evi de kitabı altı ay boyunca elinde tuttu. Sonra da, kitabın ideolojilerine ters olduğunu söylediler. Onlara, ‘Burada insani bir şey, acı var. Tarihin bir parçası. Bunu görmezden gelmek nasıl mümkün olabilir ?’ diye sordum. Ardından Ankara gittim. Kuzey Işığı Yayınları adında genç bir yayın evi ilgimi çekti. İsmi sanki yol gösteriyordu. Zaten kitabı yazarken de garip bir rüya ve garip karşılaşmalar oldu. Kitabı onlara gönderdim ve bir hafa için de dönüş yaptılar. Kitabı mutlaka yayınlamak istediklerini söylediler. Merak ediyorum, bu genç yayın evinin gösterdiği bu cesareti, neden büyük yayın evleri gösteremedi ?
Asıl mesele…
İçini dolduramadığımız kavramlara kendimizi hapsediyoruz. Solculuğunun da gerçekte ne olduğunun bilincinde değiliz. Neden, bu kadar ideolojik davranıyor ve bu kadar argümanlara takılıyoruz ? İnsanların acılarına gözlerimizi kapatmayı tercih ediyoruz. Oysa nasıl kapatılabilinir ki? Eğitim açısından kuvvetli yetiştirilmiyoruz. Dolaysıyla her şeye sıradan bakmaya, sorgulamamaya alıştık. Asıl mesele de insanın kendini yetiştirmesinde bitiyor.
En yakın arkadaşımın Beyaz Rus olduğunu öğrendim…
Çevrenize yankısı ne oldu ?
Bu kitabı yazmaya karar verene kadar, babamın en yakın arkadaşı Pavel Artuskov’un Beyaz Rus olduğunu bilmiyordum. Düşünsenize yıllarca tanıdığınız bir insanın, aslında kim olduğunu hiç bilmiyorsunuz. Başka bir örnekte, Ermeni bildiğimiz yakın bir sınıf arkadaşımın, kitabı gördükten sonra, dedesinin Beyaz Rus olduğunu söylemesi oldu. Bu yaşta, en yakın arkadaşımın aslında Beyaz Rus olduğunu öğrendim… Belki de kimliğini gizleyen, bilmediğimiz çok kişi var. Misal geçenlerde, oyuncu Neslihan Atagül’ün annesi Beyaz Rus olduğunu söylendi. Yakın tarihte çok sancılı dönemlerden geçtik. Dolaysıyla pek çok şeyi yapamadık, konuşamadık. Lozan’a göre azınlık bile olayan ve bir de komünizme bakış ortadayken, Beyaz Rus’ların çıkıp kendilerini anlatmalarının kolay olmadığını ihtimal ediyorum.
Kitabın etkisi ne olur ?
Tarihin tozlu sayfalarına karışacak olan bir şeye aslında ışık verdik. Çıkan fotoğraf arşivleri belki bir kaç yıl sonra sahaflarda bile bulunamayacaktı. Rusya’da, şuana kadar böyle bir çalışma yapılmamış. Kitaba, ciddi bir ilgi var. Kitap, Beyaz Rusların ve akrabalarının birbirini bulmalarını sağlayabilir. Hepsinin dışında bu şehrin tarihini öğrenebiliriz. Mayıs ayında da şarkılarla birilikte Çiçek pasajında bir Beyaz Rus gecesi planlamayı düşünüyoruz.
Beyaz Ruslar hala hafızalarda
Kars, Çarlık Rusya yönetimindeyken Çar, askerlerini buraya yerleştiriyor. Kars antlaşmasıyla burası Türkiye’ye bırakılıyor. Ve buradaki askerler ülkelerine geri dönemiyorlar. Çünkü Bolşevikler var, dönseler hepsini öldürülecekler. Ama onlarda zamanla Kars’ı terk etmek zorunda kalıyorlar. En son aile, 1997’ye kadar Kars’ta kalmış. Ama çok ilginç ki, kitap çıktığı zaman Kars’tan kitap evleri hemen sipariş verdiler. Beyaz Rus’ların bir dönem orada yaşadıklarına dair hala hafıza var.
Ortadoğu… Savaşlar…
Bütün dinleri ve ırkları bir yana bırakarak konuşmak gerek. Batı; doğudaki insana, insan olarak bakmıyor artık. Göz göre göre insanları savaşa sürüklüyorlar. Bebekler, bombalar altında doğuyor, gözlerini açtıklarında ise öldürülüyorlar. Günümüz dünyasının, modernleştiği söyleniliyor ama bence o kadar gere gitti ki… Kaderinizi doğduğunuz ülke belirliyor. Doğudaki beyinler, hem kendilerinin yaratmadığı bir cehenneme hapsediliyorlar, hemde o cehennem içinde var olan değerler için yok ediliyor. Doğu bu hale getirildi ama unutulan bir gerçek var ki hepimiz bir vücudun parçasıyız. Bir gün bu gerçeğin farkına varacağız ama çok geç olacak.
Sırtımızdaki paltoya güveniyoruz
Sırtımızdaki paltoya, dolaptaki yemeğe güveniyoruz. Oysa yarının bir garantisi yok. Materyalin aslında hayatlarımıza ne kadar hükmettiğini görüyoruz. Oysa çok daha başka şeyler var. Ne olursa olsun, hayata olan inancımız varsa yaşayabileceğimizi görüyoruz. Bu insanlar bunun örneği.
Yazdığım kitaplar çocuklarım gibi. Bu kitabın yazılışı beni olgunlaştırdı. Hiç bir zaman kendimi, bir şeye taraf olarak görmedim. Biraz kendimizi, çevremizi, geçmişimizi merak edelim. Çünkü merak ettiğimiz sürece biz olabileceğiz.
Beyaz Rus’lar kim? Çarlık Rusya yıkılıp yerine Sovyetler Birliği kurulurken, Çar 2. Nikolay’a bağlı Beyaz Ordu ile Kızılların savaşı 1919 yılına kadar sürdü. Çarlık Rusya’nın en köklü kurumlarından biri olan Beyaz Ordu’nun mensupları prenslerden, soylulardan oluşuyordu. İhtilalin ardından kaçmak zorunda kalan kesim de yine asillerden ve saraya yakın çevrelerden kişilerdi. Beyaz Ordu’dan hareketle; ülkelerini terk etmek zorunda kalan bu insanlara ‘Beyaz Rus’ olarak adlandırıldı. |
İlk yorum yapan siz olun