Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yetvart Danzikyan, Hrant Dink’in yakın tarihte tanınan, gazetecilik yapan, edebiyat yazıları yazan, fikir üreten bir aydın olduğunu söylüyor. Danzikyan, Türkiye’de Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Ahmet Taner Kışlalı gibi birçok siyasi cinayetin işlendiğini fakat bu kadar ayan beyan devletin işin içinde olduğunu anladığımız bir cinayetin olmadığını dile getiriyor ve Mehmet Ağar’ın Güldal Mumcu’ya söylediği “Bir tuğla çekersem duvar yıkılır” lafını hatırlatıyor.
DUVAR – Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink suikastinin üzerinden 12 yıl geçti. Dink suikastıyla ilgili yargı süreci Nisan 2007’de başladı. Davada ilk etapta 12’si tutuklu 18 kişi yargılandı. 2008 ve 2009 yıllarında hazırlanan ek iddianamelerle sanık sayısı 20’ye yükseldi. Ocak 2012’de ise ilk hüküm verildi.
Azmettiricilerden biri olan Yasin Hayal bu süreçte cinayeti Erhan Tuncel ile birlikte planladığını söyledi. Sonrasında Tuncel’in bir dönem Trabzon Emniyet Müdürlüğü için muhbirlik yaptığı ortaya çıktı. Yasin Hayal, “tasarlayarak öldürmeye azmettirmek” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılırken, Tuncel 10 yıl 6 ay hapis cezası aldı ve tahliyesine karar verildi.
Cinayeti işleyen Ogün Samast ise 17 yaşından küçük olduğu için çocuk mahkemesinde yargılandı. 22 yıl 10 ay hapis ceza aldı. Ancak ana davada sanıkların tamamı “silahlı terör örgütü üyeliği” suçundan beraat etti.
Yargılama sürecinin bu ilk aşamasında azmettiricilerin arkasındaki güç Ergenekon’a bağlanmıştı. Türlü yolsuzluk ve rüşvet iddialarının ortaya saçıldığı 17- 25 Aralık 2013 sonrası ise cinayetin arkasında Gülen Cemaatinin olduğu dillendirildi. Kısaca, bir cinayetin arkasındaki faillerin kim olduğu sorusu sürece göre değiştirildi.
Akabinde, sanıkların tamamının “silahlı terör örgütü üyeliği” suçundan beraat ettiği yönündeki İstanbul 14’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı, Yargıtay’a taşındı. Mayıs 2013’te, Yargıtay 9’uncu Ceza Dairesi, “örgüt” yönünden verilen beraat kararını bozarak, sanıkların “silahlı terör örgütü” değil, “suç işlemek amacıyla oluşturulan örgüt” üyesi oldukları gerekçesiyle yeniden yargılanmalarına hükmetti ve böylece davanın görülmesine yeniden başlandı.
Nisan 2016’da, kamu görevlileri yani İstanbul ve Trabzon’da görev yapan istihbaratçılar ve jandarma görevlileri yargılanmaya başladı. Bir çoğu tahliye edildi. Bugüne kadar 80’in üstünde duruşma görüldü. 500’ü aşkın klasörün olduğu Hrant Dink dosyasında, aralarında Fethullah Gülen ve eski savcı Zekeriya Öz’ün de bulunduğu dördü tutuklu, 85 sanık yargılanıyor.
12 yıl boyunca 3 kez davanın heyeti değişti. Gelinen süreçte sanık sorguları tamamlandı, tanık dinlemelerine geçildi.
Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yetvart Danzikyan’la süren yargılamada gelinen süreci, Türkiye’de Ermeni olmayı, siyasal cinayetleri, 19 Ocak’da Halaskargazi Caddesi’nde biriken kalabalığa bakınca siyaseten ne düşündüğünü konuştuk.
‘Agos’ Ermenice “tohum atmak veya fidan dikmek için açılan oyuk, evlek” anlamına geliyormuş. Gazetenin ismi kimin fikriydi?
Agos’un kuruluş aşamasında olan, yardım eden ekipteydim. 1995-1996 yıllarından bahsediyoruz. Toplantılar yapıyoruz. Dolapdere’de küçük bir han odasında toplanıyoruz. Bir sürü münakaşanın yanında bir de gazetenin ismi ne olsun diye konuşuyoruz. Epeyce bir zorlandık. “Parev” (Ermenice “selam” anlamında) üzerinde durduk ama içimize sinmedi. Ne yapsak, ne etsek derken; Ermeniceyi çok iyi bilen Rupen Maşoyan’ın “agos” önerisi geldi. Dediğiniz gibi, tohum atmak için sabanın açtığı yola “agos” deniyor. Hepimizin aklına yattı.
‘HRANT DİNK YAKIN TARİHTE BİZİM KUŞAĞIMIZIN GÖRDÜĞÜ BİR AYDINDI’
Birikim’deki bir yazınızda şöyle demişsiniz: “Devlet ve milliyetçi sağ, Ermenileri ve Rumları İstanbul’da kalmış bir avuç muhabbet kuşu gibi sunmaya özen gösterir, bu çerçeveyi sever.” Hrant Dink, yakın tarihte bu çerçevenin dışına çıkan ilk isim miydi?
Ben 50 yaşındayım. Bizim kuşağımızda gazetecilik yapan, edebiyat yazıları yazan, fikir üreten biri olarak yakın tarihte bizim kuşağımızın gördüğü bir aydındı. Anadolu’dan çıkmış bir Ermeni aydını olarak Hrant’ı gördük. Soykırım sonrasında kalan Ermeni nüfusunun bir kısmı İstanbul’da toplandılar. Çünkü Anadolu’da yaşamak gitgide zorlaşmıştı. Dolayısıyla 60’lardan sonra Anadolu’da bir Ermeni nüfus kalmadı. Şu an Ermeni dediğiniz zaman İstanbul’da yaşayan Ermenilerden bahsetmek zorunda kalıyoruz. Böyle olunca, devlet ve milliyetçi cenah, Ermenilerden, İstanbul’da kalmış bir avuç azınlık olarak bahsetmeyi sevdiler. Halbuki Ermenilerin esas yaşadıkları toprak Anadolu’ydu. Bilhassa da Doğu Anadolu. Van, Bitlis, Muş, Kars, Sivas, Kayseri, Diyarbakır… Bunlar Ermeni tarihinin çok önemli merkezleridir. Bilhassa da Muş. 1915 öncesi Anadolu gerek yazı gerek mimari gerek edebiyatta en üretken çağındaydı. 1920’lerden sonra Anadolu’dan Ermeni aydını çıkmamaya başladı. Kirkor Ceyhan, Hagop Mıntzur gibi isimler vardı tabi ama sonrası zamanlar için temayüz etmiş bir Ermeni aydını görmedi bizim kuşak. Bir de Mıgırdiç Margosyan’ı saymak lazım. Özellikle edebiyat alanında çok önemli işler yaptı. Hrant Malatyalıydı. Bu topraklarda hem yerelliğin, hem de çoğulluğun, renkliliğin ispatıydı. Bu duruşunu hiç bozmadı.
‘BÜTÜN CUMHURİYET TARİHİ BOYUNCA YÜRÜTÜLEN BİR POLİTİKADAN BAHSEDİYORUZ’
Hrant Dink’in öldürüldüğü 2007 yılında, dönemin Başbakanı Erdoğan “Hiçbir cinayet Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmayacak” demişti. 2014’te ise bir demecinin arasında kendisine yapılan ithamları sıralarken “Afedersiniz bana Ermeni bile dediler” dedi. Böyle bir sarkaç var. Ne denirse densin, Ermeniliğin durduğu yer sabit. Kaç kuşak daha böyle gidecek?
Cevabı hiç de kolay olan bir soru değil. Çünkü biz olaylara kısa kısa dönemlerde bakmaya çok alışkınız. Yani işte Erdoğan dönemi, Özal dönemi, 12 Eylül sonrası, 12 Mart sonrası, Demokrat Parti dönemi gibi… Geniş kronolojiyle düşünmek gerekiyor. Cumhuriyetin kuruluşuna kadar giden bir olaydan bahsediyoruz. 1915 soykırımından sonra da Ermenileri ve Rumları bu topraklardan uzaklaştırmaya dayalı politika devam etti. Cumhuriyetin ilk yıllarında Ermeniler, Rumlar, Yahudiler bırakın devlet memuru olmayı bazı özel meslekleri dahi yapamazlardı. Devletin bütün kollarında bu benimsendi. Sırayla gidelim. 1930’larda “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyası, 1940’larda Varlık Vergisi uygulaması 1950’lerde 6-7 Eylül pogromu, 60’larda Rumların sürgün edilmesi, 1971’de azınlık vakıfların elde ettiği mülklerin bir kısmına el konulması, 1974’te Kıbrıs Harekatının yine Ermeni ve Rumlara fatura edilmesi… Bütün Cumhuriyet tarihi boyunca yürütülen bir politikadan bahsediyoruz. Bütün bir toplum Ermenilere karşı düşmanlaştırıldı. Bu düşmanlaştırmaya merkez sağ da iştahla yaklaştı. CHP’de. MHP zaten bu işin içindeydi. Devletin kuruluş mantığını muhafazakarıyla, milliyetçisiyle, ulusalcısıyla, merkez soluyla bütün partiler, düşünceler benimsediler. Biz “1915’te Ermenilere bir kötülük yaptık” yüzleşmesi olmadıkça, bu tip sarkaçlar, savrulmalar göreceğiz. Hatırlayalım. Hrant Dink öldürüldükten sonra yüzbin kişi Osmanbey’den Kumkapı’ya kadar “Hepimiz Ermeniyiz, Hepimiz Hrantız” sloganlarıyla yürüdüler. Bu slogan AKP çevrelerini ve merkez sağı rahatsız etti. O dünyanın sinir ucuna dokunmuş bir slogandı. Devletin temeli varsaydıkları çimentoyu kıracak bir şeydi.
‘HRANT DİNK MAHKEME SALONUNDA DAHİ FİZİKİ SALDIRIYA UĞRUYORDU’
Öldürülmeden 2 yıl önce Hrant Dink’e “Türklüğü neşren tahkir ve tezyif etmek” suçundan dava açıldı. Bu bir şey anlatıyor mu?
Meşhur 301. madde. Hrant öldürülmeden önce çok etkindi ve bir sürü insan bundan tahkikata uğradı. “Türklüğü neşren tahkir ve tezyif etmek” diye bir şey yarattılar. Çok insanın canını yaktı ama hâlâ daha işliyor. Hrant Dink öldürüldükten sonra 301. maddeden soruşturma açılması Adalet Bakanlığı’nın iznine bağlandı. Çünkü devlet, 301’den birilerini otomatikman hedef haline getirdiğini fark etti. 2002’lerden beri Hrant Dink’in hedef haline gelmesi için çalışan bir yapı vardı. 301. maddenin de yardımıyla oldu. Her duruşma öncesinde toplanıyorlardı. Agos gazetesinin önünde bir iki defa “Bir gece ansızın gelebiliriz” diye gösteri yapıldı. Hrant Dink mahkeme salonunda dahi fiziki saldırıya uğruyordu. Düşünebiliyor musunuz? Kafasına çakmak atılıyordu. Çok büyük bir eziyetti gerçekten. Yargı süreci de anlamlıdır. Hrant’ın mahkum olduğu yazıda, bilirkişi “suç yoktur” raporu vermesine rağmen mahkeme suç vardır hükmüne vardı. Yargıtay bunu onadı. Sonrasında Agos gazetesi olarak yargıtay üyeleriyle konuştuk. Suçluluk kararını almasaydık, belki terfi de edemeyecektik diyen yargıtay hakimleri oldu.
‘SÜREN DAVADA MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI HİÇ SORGULANMIYOR’
Süren dava için fikriniz ne?
İki ayda bir duruşma oluyor, biliyorsunuz. Herhangi duruşmaya gitseniz, ilk yarım saatte anlayacağınız şey şudur: Trabzon Emniyet İstihbarat Şubesi, Şubat 2006 yılında Hrant Dink’in öldürüleceğinin istihbaratını elde etmiş ve İstanbul Emniyet İstihbarat şubesine göndermiş. Bilgi ne? Yasin Hayal grubu, her ne olursa olsun Hrant Dink’i öldürmeye kararlı. Emniyet ayağı 11 ay öncesinden Hrant Dink’in öldürülmek istendiğini biliyordu. Yasin Hayal de öylesine bir kişi değil. 2004 yılında Trabzon’da bir fast-food restoranında altı kişinin yaralandığı bombalamasının faili olan bir kişi. Aynı tarihlerde Trabzon Jandarmasına da böyle bir istihbarat geliyor. Hrant Dink’i öldürmeye yönelik bir yapılanma var diye. Trabzon İl Jandarma Komutanı Ali Öz bu bilgiyi sümenaltı etmekle yargılanıyor. Şu an bir sürü istihbarat görevlisi, polis, bürokrat kimi tutuklu, tutuksuz çoğunluğu da sanık olmak üzere yargılanıyor. Ancak anladığımız şu: Devlet jandarmasıyla, polisiyle, yargısıyla Hrant Dink’in öldürülmek istendiğini biliyordu. Milli İstihbarat Teşkilatı ise hiç sorgulanmıyor. Hrant Dink öldürülmeden önce valiliğe çağrılmıştı ve orda iki MİT görevlisi vardı. Kendisi bir anlamda tehdit edildi. Bu haberlere devam edersen, sıkıntı olur anlamında. Dolayısıyla MİT’te işin içerisinde. Hrant’a koruma sağlamayan İstanbul Valiliği de. Ben en basit şeyleri söylüyorum size.
‘BU KADAR AYAN BEYAN DEVLETİN İŞİN İÇİNDE OLDUĞUNU ANLADIĞIMIZ CİNAYET HATIRLAMIYORUM’
Bir taraftan Türkiye’de çok fazla sayıda siyasi cinayet oldu. Devletin temeli dediğiniz Ermeni düşmanlığının devamlılığı, siyasi cinayetler için de geçerli değil mi?
Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy, Çetin Emeç… Saymakla bitmez. Bunların bir kısmında ‘devlet de bu işin içinde olabilir mi acaba’ diye düşündüğümüz oldu. Hatta bu şüpheden ziyade kanaate kadar gitti. Mehmet Ağar’ın Güldal Mumcu’ya söylediği “Bir tuğla çekersem duvar yıkılır” lafı var. Fakat Hrant Dink cinayetine gelene kadar bu kadar ayan beyan devletin işin içinde olduğunu anladığımız başka bir cinayet hatırlamıyorum. Türkiye toplumunu bunun üzerinde düşünmeye davet ediyorum. Devlet politikalarıyla uyumlu olmayan bir Ermeni öldürüldü. Üstelik de diyalogdan yana olan bir Ermeniydi. İnsanları ikna edebilen, sabırla anlatan, şiddetten her zaman kaçınan, Türkiye toplumunun gönlüne hitap etmeye çalışan ve bunu da beceren bir Ermeniydi.
‘HRANT DİNK ÖLDÜRÜLMESEYDİ DE SOL İSTEDİĞİ KADAR KAVGA ETSEYDİ’
Agos gazetesinin 19 Ocak’a hazırlığı nasıl oluyor?
Her yılki ruh halimize göre değişen bir gazete çıkıyor. Büyük oranda yargı cephesinde o yıl neler olup bittiğini paylaşıyoruz. Hrant’ın nasıl bir insan olduğunu kendimizce ya da dostlarımızdan rica ettiğimiz yazılarla her 19 Ocak’ta anlatmaya çalışıyoruz.
19 Ocak’da Halaskargazi Caddesi’nde biriken kalabalığa bakınca siyaseten ne düşünüyorsunuz?
Öldürüldüğü günden beri şunu düşünüyorum. Türkiye toplumunun hakikaten çok parçalanmış, her türlü kutuplaşmayı doya doya yaşayan bir siyaset düzlemi var. Solda da böyle, sağda da. Yani solun kendi içinde yaptığı didişmelere bakın, bu konuda bitmek bilmeyen bir iştah var ama Hrant Dink tek başına bütün duyarlı kesimleri birleştiren kişi oldu. Her 19 Ocak’ta bunu görüyorum. Bu bana ne hissettiriyor? Bundan mutluluk duymak mümkün değil tabi. Hrant Dink öldürülmeseydi de sol istediği kadar kavga etseydi. Böyle de bir yanı var ne yazık ki.
Bir yüzleşmenin olması gerektiği sıkça söyleniyor ama ondan öncesinde en azından sol cenahta konuşulmayan mesele kaldı mı?
Sol deyince çok toptancı davranmak istemiyorum. Bu meseleye duyarlı olan gruplar oldu, hiç ilgilenmeyen gruplar da oldu. Ben size çok acı bir şey söyleyeyim. Son on yıldır 24 Nisan anmaları gerçekleşiyor. İlk başta Taksim Meydanı’ndaydı. Şimdi Tünel tarafına inildi. 10 yıl boyunca, kendisine sol bir örgüt olarak tanımlayan bir grup bizi protesto ediyor. “Soykırım yalanı emperyalizmin oyunu” sloganlarıyla. Bizim elli metre ilerimizde duruyorlar. Bu grup Hikmet Kıvılcımlı’ya yakın olduğunu iddia ediyor ki Hikmet Kıvılcımlı aslında bu konuda çok daha açık düşünceli bir isimdi. Düşünebiliyor musunuz? Bu grup her 24 Nisan’da işi gücü bırakıp, bunu protesto ediyor. Solun kafa karışıklığının bunda payı var. İnsan şunu yapmaktan utanır. Daha sonra bu grubu 1 Mayıs’larda en önlerde görüyoruz, karşılaşıyoruz. Bu örneği vermem yeterli olcaktır. Solun bir kısmının düşüncesini milliyetçilik belirlediği için hiç bir şekilde açılım yaşayamıyorlar. Oldukları yerde kalmışlar yani.
‘TAKSİCİ ADINI SORDUĞUNDA BİLE GERÇEK ADIMI SÖYLESEM Mİ DİYE DÜŞÜNEN İNSANLARIZ’
Bir halkı yekpare olarak sormak biraz tuhaf kaçabilir. Yine de sormak isterim. Hiç bilmeyen birine Türkiye’de Ermeni olmayı nasıl anlatırsınız?
Evet, hiçbir halk yekpare bir bütün olamaz. Ermeni halkı şudur, şöyle bakar konulara, şöyle yaşar demem, diyemem. Fakat tabiki Türkiye’de kalan Ermeni toplumu konuşmanın başında bahsettiğim devletin yüz yıllık baskısına maruz kalmış ve bundan psikolojik olarak kötü etkilenmiş bir halktır. Bu baskı sürerken çok az gruptan ve çevreden yardım gördüler. Bir çok Ermeni kendini ön plana çıkarmak istemez, pozisyon alırken iki kez düşünür. Yani bir taksici adını sorduğunda bile gerçek adını söylesem mi diye düşünen insanlarız. Çünkü ondan sonra ne olacağını bilemezsin. Bu açıdan baktığımızda Ermeni halkının Türkiye’deki yaşayışı biraz varmış gibi ama var olmamış gibi yaşamak. Elbette bütün Ermeniler böyle yaşamıyor ama bir bölümüne sinen korkunun yersiz olmadığını söyleyebiliriz. Bu korkuyu parçalamak, doğru bildiğini söylemek isteyenler var. Hrant da onlardan birisiydi. Bu yüzden öldürüldü. Dolayısıyla şurada bir çıkmaz sokağa giriliyor. “Konuşursan başına bir iş gelir” diyenlere “Hayır, başıma bir iş gelmeyecek” denmesi mümkün değil. Sonuçta soykırıma uğramış, mallarına mülklerine el konulmuş, varlıkları inkâr edilmiş bir toplumdan bahsediyoruz. Kurtuluş’ta üst katımda oturan 80 yaşındaki teyze içten içe bizim için korkuyor, endişe ediyor. Adres sormak için bile birisi geldiği zaman paniğe kapılıyor, bu gelen kimdir gibisinden. Bu devlet tarafından istenen bir sonuçtu. Ne yazık ki Ermeni toplumunun bir bölümü bu halde. Yine de Hrant’dan ilham alarak bu cendereden çıkmak isteyenler, Hrant’ın hatırasını canlı tutmak isteyenler, boş yere ölmediğini en azından ispatlamak isteyenler hala doğru bildiklerini anlatmaya devam ediyor. Anlatacaklar da…
Siz taksiye bindiğinizde isminizin “Yetvart” olduğunu söylüyor musunuz?
O günkü ruh halime bağlı. Uğraşmak zor geliyor. Her seferinde “Peki, bu ne ismi” diye uzuyor. Çok yorgunsam, canım sıkkınsa bazen söylemiyorum. Bazı zamanlar “Uydur bir şey gitsin” diyebiliyorsunuz.
İlk yorum yapan siz olun