“Dedemin Definesi” uzunca bir öykü, kısacık bir anlatı. Şiirleriyle ve yazılarıyla tanıdığımız Mehmet Said Aydın, bu kısacık anlatıda 1990’lı yılların atmosferini, anlatıcı sık sık araya girse de, bir çocuğun gözünden anlatıyor. Bir çocuk kitabının adını çağrıştırsa da “Dedemin Definesi”, şiddetin, baskının, göçün, ölümün kendisini hep hissettirdiği bir Kürt kasabasında geçen çocukluk günlerini anlatıyor.
DUVAR – Şair-yazar Mehmet Said Aydın, “Dedemin Definesi” adlı anlatısında, memleket koşullarına göre ortalama bir adamın içine düştüğü yılgınlık ve yalnızlık nedeniyle çocukluk mekanına yaptığı içsel dönüşü anlatıyor. Anlatının isimsiz kahramanı bu dönüş yolculuğuna, “Bugünden dönüp baktığımda, o yıllar olduğundan daha güzelmiş gibi geliyor” cümlesiyle başlıyor. Bu cümle klasik de olsa güçlüdür ve bir büyüye sahiptir. Cümle, güzel, mutlu, huzurlu, umutlu düşlerle yoğrulmuş çocukluk günlerine hazırlıyor okuru. Öte yandan geçmişte kalmış, belki hiç anlatılmamış ama bilinçaltından sökülüp atılamamış hatıralarla yüzleşmeye de davet ediyor.
“Hasbelkader şeyler yaşadım” diye başladığı cümlenin devamında ise anlatının isimsiz kahramanı, geçmişe uzanmadan önce kendisinin içinde bulunduğu durumu özetliyor: Büyük bir bahçede büyümüş, ortalama notlarla okullardan mezun olmuş, ortalama bir iş bulmuş, iş yerinden bir kadınla evlenmiş, iki çocuğu olmuş, boşanmış, karısı yurtdışına yerleşmiş ve sonunda KHK ile işinden olmuş. Ailesinden kendisine kalan evde yaşadığını ve günlerdir evden dışarıya çıkmadığını öğreniyoruz. Bütün bu bilgileri hızla geçiyor çünkü asıl anlatmak, paylaşmak istediği, şimdiye kadar kendisine sakladığı çocukluk mekanıdır.
Etrafında kimse olmadığı için de bunu yazıya döküyor, kimi zaman kendisinden beklemediği büyük yazar cümleleriyle… çünkü o hep ortalama cümleler kurmuştur şimdiye kadar. Soru soracak, dertleşecek kimsesi yoktur etrafında ve belki sadece bu nedenle yazma hevesine kaptırmıştır kendisini. Anlatmak istediğini bitirdiğinde yine başa dönecektir ama bu arada peş peşe simalar, cümleler, görüntüler akıp gider sayfaların arasında.
ÖNCE FEQÎ XELEF GELİR
Büyük bir bahçe. Büyük bahçenin etrafındaki akraba evleri. Dede, baba, amcalar, halalar ve bir gün çıka gelen Feqî Xelef ile bozulan kendi halindeki düzen. Feqî Xelef kerametleri olan ve dededen hürmet gören bir insandır. Xelef, dedenin aklına, Ermenilerden kalma bir hazinenin bahçede olduğunu sokar. Hayli tereddütten sonra dede, mahcup bir karar verir. Amcalar geceler boyunca komşulardan gizli kazı yapar, toprağı taşırlar. Babanın itirazı fayda etmez ve sonunda varlığı bir korku unsuru olarak kendisini hep hissettiren karakoldan bir grup evi kuşatır. Korkuyla ilk tanışmadır bu baskın. Feqî Kelef sırra kadem basar. Ucuz atlatılmış baskından sonra açılan kuyu, bir mahcubiyet göstergesi, berbat bir hatıranın vesikası olarak hep açık kalır.
SONRA SÜREYYA GELİR
Geceleri kuşatan silah sesleri, faili meçhuller, kesik elektrikler, televizyon antenleri, köylerden kasabaya ulaşan haberler, yersiz yurtsuz kalmış insanlar… Büyük bahçenin etrafındaki evlerde huzur ve güven duygusu bir belirsizlik içindedir artık. Çocukluktan ilk gençlik çağına geçiş sürecinin sarsıntısı, kasabanın üstünde dolaşan kabus gibi bir şeydir.
Sonra bir gün Süreyya çıkagelir büyük bahçeye. Süreyya köylüsüdür anlatıcının. Dedesiyle uzun uzun konuşurlar. Bu arada kocasının vurulduğunu, köydeki evinin yakıldığını, beş çocukla beş parasız, biçare ve bir başına kaldığını öğreniriz. Süreyya’ya başını sokacak bir dam lazımdır.
Süreyya’ya sahip çıkacaktır dede. Bir vakitler definenin arandığı kerpiç ev uygundur onun için. Ama ev artık yıkıktır ve kuyu bir vicdan azabı gibi duruyordur. Bunlarla başa çıkılabilirdi. Ama Süreyya kimdir? Bu soruyu dede sorar. Vurulan kocasını yakından tanıyordur, sevgiyle anıyordur dede ama Süreyya kimdir? Kimlerdendir?
“Sonra, sesini iyice kısarak, iyice kısarak dedeme demiş. ‘Benim’ demiş ‘kim olduğumu sadece rahmetli kocam biliyordu. Sen büyüğümsün, sana iğne iplik anlatmak istesem bile çok üzülürüm. Müslüman değildim ben kocamla tanıştığımda,’ demiş. Bu kadarını diyebilmiş.”
Bir kuyu Ermenilerden kalan define için açılmış. Aynı kuyu, yıllar sonra, yine bir Ermeni kadın ve çocukları için kapatılmış.
SONRA BİR GÜN İNSAN YÜZLEŞİR…
“Dedemin Definesi” uzunca bir öykü, kısacık bir anlatı. Şiirleriyle ve yazılarıyla tanıdığımız Mehmet Said Aydın, bu kısacık anlatıda 1990’lı yılların atmosferini, anlatıcı sık sık araya girse de, bir çocuğun gözünden anlatıyor. Bir çocuk kitabının adını çağrıştırsa da “Dedemin Definesi”, şiddetin, baskının, göçün, ölümün kendisini hep hissettirdiği bir Kürt kasabasında geçen çocukluk günlerini anlatıyor. Dolayısıyla anlatı bir başarı öyküsünün sevinciyle bitmiyor.
Bir sevinçle bitmiyorsa da anlatı, belki gecikmiş diyebileceğimiz bir yüzleşme sahnesiyle son buluyor. Sahi, ne oldu bu topraklarda yaşayan Ermeniler? Definelerinden hep söz edilir, geride bıraktıkları kiliseleri, evleri kazılır, talan edilir define bulmak hırsıyla. Ama Ermenilere ne oldu?
Bu sorunun peşine düşüp cevaplar vermiyor Mehmet Said Aydın, bu soruyu sormakla, bu soruyu hatırlatmakla yetiniyor. Sonra bir gün insan kendisiyle, tarihiyle yüzleşir diyor.
“Dedemin Definesi” Türkçe, Kürtçe ve Ermenice yayımlandı. Bur tercihle ilgili olarak Mehmet Said Aydın’ın belki başka söyleyecekleri vardır ama bana anlatının geçtiği coğrafyada konuşulan dillere bir saygı ifadesi ve unutturulmak istenen dilleri okuyucuya bir kez daha hatırlatma çabası olarak değerlendirmek mümkün gibi geliyor.
https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2018/11/30/dedemin-definesi-bir-hatiradan-bir-yuzlesmeye/
İlk yorum yapan siz olun