Aslında dönemin ideolojisine uygun, Nazilerden esintili bir yasaydı.
Yirmi yıl önce, 12 Kasım 1998 de Varlık Vergisini yazmıştım. Yıl dönümüydü.
Devlet Güvenlik Mahkemesi suç unsuru buldu.
Yazımda vergiden, uygulamadan örnekler vermiş, tanıdığım bir Yahudi ailesini anlatmıştım. Baba Eskenazi varını, yoğunu sattığı halde borcunu ödeyemez. Kalan borcunu kazma, kürek çalışarak ödemesi için Aşkale’ye çalışma kamplarına gönderilir.
Aşkale sürgünleri önce kamplarda toplanır, oradan asker eşliğinde Haydarpaşa’ya sevk edilirdi. İlk kafile 27. Ocak.1943’de hayvan vagonlarıyla yola çıkar.
O günlerde Kara Trenin Aşkale yolcularının tamamı vergi mağduru Gayrimüslimlerdir. Ülkem insanlarının binlercesi, yaşına, başına, sağlığına bakılmadan, sırf farklı din ve ırktan oldukları için (önce Aşkale sonra Sivrihisar) çalışma kamplarına sürgün edilirler.
Bu insanlar 1941’in Mayıs’ında 20-45 yaş arası, babadan oğula Amele Taburları denen, 20 kura Nafıa Askerliğine gitmişler ve Temmuz 1942 de yani dört ay önce gelmişlerdi.
Bunlar Cumhuriyetimizin azınlık vatandaşlarıydı ve sözde eşit haklara sahiptiler.
Vakti zamanı geldiğinde, amaç hasıl olduğunda da Aşkale’den dönerler.
03 Aralık 1943 tarihinde İnönü, Kahire’de Churchill ve Roosevelt ile görüşecekti. Aşkale sürgününü sona erdirmenin zamanı gelmişti. Ve toplantıdan önce, 17 Aralık 1943’te sürgün sona erer.
Dadaloğlu’nun söylediği gibi “Ölen ölür kalan sağlar bizimdir.” Ve kalanlar geri döner. Gelenlerin kimi gurbet ellere savrulur, kimi de hayata yeniden tutunur.
Eskenazi de döner. Döner ama ev yok, iş yok, aş yok, elde, avuçta bir şey yok; yaş yetmişi geçmiş, çaresizdir. Zor günler geçirir.
Satışa çıkan dükkanını haraç, mezat satın alan, ülkemin asli unsur vatandaşı, işyerinden eski komşusudur, durumuna üzülür. “Gel burada çalış.” der.
Artık kendi dükkanında ay sonunu getiremeyen, geçim derdinde bir yaşlıdır.
Ve bir sabah Üsküdar vapuruyla Eminönü’ne gelirken yaşamı son bulur.
Yazımı “Varlık Vergisi: Ermeni, Rum ve Yahudilerin başına gelen yukarıdaki örneğin binlerce benzeriydi.Faşizan bir zihniyet tarafından uygulanan faşist bir vergi yasasıydı” diye tanımlamıştım.
Varlık Vergisi döneminde İnönü Cumhurbaşkanı, Şükrü Saraçoğlu Başbakandı, yasa 11 Kasım 1942’de TBMM’de kabul edilir, 12 Kasım’da yürürlüğe girer.
O dönemi, Atilla İlhan şöyle tanımlıyor: “Avrupa’da etkisini şiddetle artıran Naziliğin ve faşistliğin İnönü dönemini etkilediği Saraçoğlu’ndan başlayarak da yüzeysel batıcı faşizan bir dikta uygulamasına geçildiği meydandadır.”(Bilgi Yayınları “Hangi Atatürk” kitabı s.44)
Esasen, Varlık Vergisi de o dönemin ideolojisine uygun, bir vergi uygulamaydı.
Çağrılan gün DGM’ye gittim. Soruşturma savcısı rutin sorulardan sonra “Bu yazıyı neden yazdınız?” diye sordu.
Yanıtımda: Varlık Vergisi uygulamasında, vatandaşların gelirlerine ve mal varlıklarına göre değil, ırk, din ve mezhep esasına göre gruplara ayrıldığını,vergiciliğin ve hukukun temel ilkelerine aykırı, ayıplı, ırkçı bir vergi olduğunu,hedef kitlenin Anadolu ve Trakya’dan sürüldükten sonra İstanbul’da kalan ‘Gayrimüslimler’ olduğunu anlattım.
Yıl dönümünde Varlık Vergisini eleştirmek için yazdığımı söyledim.
Söze girdi: “Benim dedem Yemen Savaşına gitmiş bir daha gelmemiş. Bizim dedelerimiz şehit düşerken sizin dedeleriniz karaborsacılık yapıyordu” dedi.
Ve önündeki dosyayla ilgilenmeye başladı.
Biraz duraksadım, devam ettim: “Karaborsacı dediğiniz o insanlar, sözünü ettiğiniz tarihlerde tüm ülke sathında, taşınır taşınmaz, her şeylerini, binlerce okul ve kiliselerini ganimet olarak bırakıp ölüm yollarına sürülen bu toprakların insanlarıydı. Bu vergi mağdurları da onların sağ kalabilen çocukları, torunları. İsmini taşıdığım dedem de seferberlikte asker olur, Sarıkamış’a gittiği öğrenilir, o da bir daha geri gelmez. Yüzlerce yıl süren Yemen Savaşı da Sarıkamış Savaşı da aslında savaş değil dramdı, faciaydı” dedim.
“Gidebilirsiniz” dedi.
İddianameye göre TCK 312/2-3’ye göre Halkı ırk ve bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmekle suçlandığımı öğrendim.
Yasaya göre Müslümanlar (M), Gayrimüslimler (G), Dönmeler-sonradan Müslüman olanlar- (D), Ecnebiler-yabancılar- (E) olarak ırk, din, mezhep ayrımı yapılarak listelenmiş, ayrı ayrı oranlarda vergilendirilmişlerdi. Azınlıkların okul, hastane, yetimhane, huzurevi ve dini kurumları da bu vergi kapsamına alınmıştı.
Savunmamda da söylediğim gibi, aslında bu iddianame bana ve benim yazdıklarıma değil Varlık Vergisinin ruhuna ve uygulayanlara daha uygundu.
Varlık Vergisinin en yetkin ismi İstanbul Defterdarı Faik Ökte bakın ne diyor:
“Alman mektebinden su içen Varlık Vergisinde şoven milliyetçiliğin, ırkçılığın damgası vardır.”
“Ben kendi hesabıma bu mevzuda devletim vakar ve haysiyetine vurulan bu darbe dolayısıyla başta Başbakan olmak üzere hepimizin toptan yüce divana sevk edilmeyişimize hala hayret ederim. (…) Yan yana iki dükkânda çalışan, aynı kirayı veren, aynı istidatta olan Müslim ve gayrimüslim iki vatandaşa tarh ettiğimiz vergilerin arasındaki ölçüsüz fark verginin ilanı günü foyamızı meydana vurmuştu”. (Varlık Vergisi Faciası s.39-211)
Sonuçta Varlık Vergisi amacına ulaşmıştı. Bu topraklarda önce onlar vardı. Kök salmışlardı, toprağıyla, insanıyla harman olmuşlardı. Gönül bağları değil ama aidiyet bağları kopartıldı. Yüzlerce yıllık, kültür, sanat, meslek birikimleriyle dünyanın dört bir yana savruldular.
Hangi ırktan, hangi inançtan, hangi coğrafyada olursa olsun ayrımcılığa maruz kalan, yurtlarından olan tüm mazlumları saygıyla anıyorum.
Yervant Özuzun
İlk yorum yapan siz olun