Oğuz Çetinoğlu: Sosyal medyadaki tâkipçileriniz, sizin [SÖZDE] Ermeni Soykırımını tanımaya soyunan Yeni Zelanda’nın teşebbüsü ile alakalı çalışmalarınızı biliyorlar.
Okuyucularımız için yapacağınız genel bir değerlendirme ile röportajımıza başlayabilir miyiz?
Kenan Mutlu Gürses: Türkiye’nin içine düşürüldüğü girdaptan nasıl çıkacağı konusunda, hep birlikte düşünmemiz, var gücümüzle çabalayarak, siyâsî ve ekonomik kuşatılmışlıktan kurtulmamız gerekmektedir. Doğrusu şu ki dış politika da yapılanlar, yapılmayanlar ve dahası yapılamayanlar insanı karamsarlığa sürüklemektedir.
Çetinoğlu: Bütün bu dertler içerisinde siz çoğunlukla Ermeni Meselesi hakkında yazıyorsunuz… Vatan meselesi söz konusu olunca, toplumu bilgilendirmek, bilgileri şuur hâline getirmeye çalışmak, her vatansever için farz-ı ayın kabilinden vazifedir. Yazmaya devam etmelisiniz…
Gürses: Yazıyorum da… Kim ve kimlerin ne kadar umurundadır, bilmiyorum! Bazen, Ermeni meselesini, târihin derinliğinde yaşanmış olayları, bir tarafından araştırıp yazmanın ne mânâsı var diye kendi kendime soruyorum! Ermenilerin ihânetini, sözde Ermeni soykırımı yalanı ile çıkarılan ‘patırtı’yı, yeterince bilmeyenlere, bu yersiz ve gerçekten tamamen kopuk iftirayı anlatmak, acaba boş bir çaba mı diye düşünüyorum… Memleket özlemi gidermek, yakınlarınla, sevdiklerinle, dostlarınla günü gün etmek varken…
Çetinoğlu: Bir tek kişiye bile tesir edilebilmesi kazançtır…
Yeni Zelanda’nın teşebbüsüne geçmeden önce, söyleyeceklerinizin dikkate değer bulunması bakımından Yeni Zelanda hakkında bilgi vermeniz faydalı olur…
Gürses: O Yeni Zelanda; Avustralya Kıtası’nı, başkenti Canberra’yı, Newcastle, Sydney ve Melbourne şehirlerini bilmeyen, duymayan herhalde yoktur. Yeni Zelanda ki bu kıtadan 451 Km. uzaklıkta, Güney Batı Pasifik’te, Tasman Denizi olarak isimlendirilen bölgede, başkenti Wellington olan ve birçok adacıktan oluşan bir ülkedir. Yüzölçümü 268.021 Km, nüfusu 5.000.000 civarındadır. Nüfusun yarıdan fazlası Avrupalıdır. Geri kalanı ‘Maori’ denilen yerlilerdir. Ülkede resmî dil İngilizce ve Maorice’dir. Meşrutî Monarşi ve parlâmenter demokrasi ile yönetilir. İngiliz milletler topluluğu üyesidir.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim. Türkiye-Yeni Zelanda ilişkileri hakkında da bilgi verir misiniz?
Gürses: Çanakkale/Gelibolu Savaşı’nda, o târihte İngiltere’nin sömürgesi olan Avustralya ve Yeni Zelanda’dan (ANZAK)* denilen askerler, İngiliz ordusunda, Osmanlı Devleti’ne karşı savaştılar. Söz konusu savaşta verdikleri kayıp; 26.094’ü Avusturyalı, 7.571’i Yeni Zelandalı olmak üzere 33.665 kişi olmuştu. Gelen 13.000 Yeni Zelandalı askerin ancak 5.429’u vatanına dönebildi. Ve biz Türkler, hayatını kaybeden o askerlere saygı duymuşuz. Hayatını kaybeden Yeni Zelanda askerlerine anıtlar dikip, her yıl törenler düzenleyerek saygıyla anmaya devam eden bir millet olduğumuzu dünyaya ispat etmişiz.
Çetinoğlu: Neler oldu?
Gürses: Şimdi, o saygının öncesine, kısaca da olsa yaşananlara ve karşılığında, hangi saygısızlıkla karşı karşıya olduğumuza bakalım: Yeni Zelandalılar 103 yıl önce geldikleri Çanakkale’de, Türk askerinin gücü karşısında 25 Nisan 1915 târihinde şafak vakti teslim bayrağını çekmişlerdi. Bu teslimden, Türk askerinin vakur davranışından ders çıkaran Avusturyalılar ve Yeni Zelandalılar, Türkleri düşman değil, dost olarak görmeyi tercih ettiler. O günlerin anlamından hareketle, âdeta bir bayram gibi karşılıklı millî duyguların birleştirildiği, acı hâtırâların kardeşliğe dönüştürülmesi kabul edildi.
Mustafa Kemal Atatürk; ‘Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar; burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar; gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.’ Diyerek Türk Milleti’nin asil duygularını ortaya koyuyordu.
Çetinoğlu: Bu samîmi ifadeler üzerine iyi ilişkiler kuruldu…
Gürses: Evet! Yeni Zelanda’nın başşehrinde Atatürk anıtı dikildi. Dünyada örneği görülmeyen dostluk köprüleri kuruldu.
Çetinoğlu: Bu dostluğun evveliyatı da olmalı…
Gürses: Târihin derinliğinde meseleye bakarsak; Osmanlı-Avustralya ve Yeni Zelanda ilişkileri 19. Yüzyılın ikinci yarısına kadar uzanmakta, Osmanlı Devleti’nden göçlerin başlamasıyla söz konusu ilişkinin yaşandığı bilinmektedir. Osmanlı Devleti, devam eden göçler sonrasında tüccar ve vatandaşlarının haklarını korumak için bu ülkenin bazı şehirlerinde konsolosluklar açmıştır. Bu ilginin neticesinde, Avustralya’daki Osmanlı vatandaşı ve tüccarlarının Balkan ile Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı Devleti’ne maddî yardım gönderdikleri, kaynaklarda kayıtlıdır.
17 Mayıs 1893 târihinde Avustralya Kıtası’nda yaklaşık 2121 Osmanlı vatandaşının yaşadığı bilinmektedir.
Çetinoğlu: Günümüzdeki ilişkilere gelirsek…
Gürses: Önce Avustralya Sözde Ermeni Soykırımını tanıyan karar aldı. Bilindiği üzere YENİ ZELANDA da ‘YENİ ZELANDA ERMENİ DAVASI KONSEYİ’ ve ‘YENİ ZELANDA –YEŞİLLER PARTİSİ’ adını taşıyan kurum ve kuruluşlar var. Söz konusu gelişmeden sonra Yeni Zelanda’da; Bu kuruluşlar, birçok ülkenin (Sözde) Ermeni Soykırımını tanıyan kararlar aldığını, Yeni Zelanda’nın hiçbir şey yapmamakla batıdan koptuğunu söylediler.
Yeni Zelanda Yeşiller Partisi milletvekili Gareth Huges de Sözde Ermeni Soykırımı’nı tanıyacak tasarıyı parlamentoya sunmaya hazırlanırken, ‘Parlamentoyu kendisine destek vermeye’ çağırdı.
Çetinoğlu: Hükümet mensuplarının meseleye bakış açıları nedir?
Gürses: Daha önce Wellington’da düzenlenen bir basın toplantısında Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern ‘1915’te yaşanan olayların her zaman ülkesi tarafından tanındığını’ vurgulamış, fakat olayları değerlendirirken; “Somut terimlerden (SÖZDE soykırım ifâdesinden) kaçınılması ve konunun ihtilaflı taraflara bırakılması gerektiğini” dile getirmişti.
Bahsi geçen Yeni Zelanda Ermeni Dâvâsı Konseyi, son dönemde sesini yükselterek, Başbakan Jacinda Ardern’i, (Sözde) Ermeni Soykırımı konusunda tutumunu değiştirmesi çağırısında bulunuyor.
Faaliyetler bununla kalmıyor, bir ucu sözde târihçilere, bir ucu, her ne kadar düşünce yapısına, yaptığı hizmete daima saygı duysak da, Agos Gazetesi’ne* uzanıyor. Agos, özellikle yaptığı röportajları ile (Sözde) Ermeni Soykırımı’na bilerek veya bilmeyerek çanak tutmakta tâbir câizse kaşımaktadır.
Çetinoğlu: Agos Gazetesi ne gibi faaliyetlerde bulunuyor?
Gürses: Ermenilerin yabancı güçlerce kullanılarak isyan etmiş oldukları, bu isyanların sonucunda bulundukları yörelerden güvenli bölgelere nakledildikleri, nakil sırasında istenmeyen olayların yaşandığı bilinmektedir. Nakil ve yerleştirme işlemlerinin, hiçbir zaman Ermenilerin topluca imhâsını hedeflemediğini, kesinlikle soykırım olmadığını bildikleri halde bir türlü kabullenmek istemiyor ve meseleyi çarpıtıyorlar.
12 Mayıs 2016 târihli Agos Gazetesi, ‘Anzaklar 1915’i Anlatıyor’ başlığı ile ve Fatih Gökhan Diler imzâsıyla, sözde Yeni Zelandalı târihçi ve gazeteci James Robins ile yaptığı röportajı yayınladı. James Robins’in söylediklerinin doğru olup olmadığına zerre kadar hassasiyet göstermiyor, meseleyi araştırıp doğrusunu yazmıyor.
Çetinoğlu: Demek ki söylemek isteyip de korkudan söyleyemediklerini, başkalarına söyletiyor… Röportajda hangi ifâdeler var?
Gürses: Özetle, gazeteci soruyor; … ‘Anzakların soykırıma ne ölçüde tanıklık ettiğini, katliamları ve tehciri ne kadar görüp duyduğunu anlatabilir misiniz?
Sözde târihçi ve gazeteci cevap veriyor (özetle); ‘Yeni Zelanda ve Avustralya için konunun yeni’ olduğunu söylüyor. Yüz bir yıl sonra… Yeni Zelanda ve Sözde Ermeni Soykırımı’nı birbirine bağlayanın ilk kişi olarak, ‘Morgenthau’nun* ABD’ye yolladığı telgraflar’ dedikten sonra, Alman arşivlerini gösteriyor.
Çetinoğlu: Morgenthau meselesini özetleyebilir misiniz?
Gürses: Meselenin özetini yapmak için ABD Başkanı Woodrow Wilson, Haham Stephen Wise, Hagop S. Andonian, Arshag K. Schmavonian, Johannes Lepsius, Lord Bryce, Arnold Tonybee, Burton J.Hendric, Robert Lansing ve Heath W. Lowry’nin yaptıklarına ve yazdıklarına bakmamız gerekir. Hatta o dönemde Yahudilerin fuhuş sektöründeki etkinliğine, Morgenthau’nun bu konuda eşiyle birlikte üstlendiği çalışmayı anlatmamız gerekir ki, bu defa karşımıza başka konular ve başka isimler gelir. W.A. Coote, Rahip Frew, Marki Garroni, Oskan Efendi, Samuel, Haim Nahum, Aşkenaz Başhahamı Dr. David Markus, Dr. Israel Auerbach, Madam Fucks, Dr. Stchepotiew, Graff Von Luttichau, Samuel Cohen, gibi isimlerin İstanbul da Yahudileri ve Yahudi kızları fuhuş sektöründen uzaklaştırmak çabalarını birlikte anlatmalıyım ki, o mesele oldukça uzar!
Çetinoğlu: O halde asıl meseleyi konuşmaya devam edebiliriz.
Gürses: Kısacası, Morgenthau’nun mesnetsiz, yalan ve düzenbazlıkları bilinmektedir. Gerisi ise internette erişime açık ‘Morgenthau Diary’ hâtıra kitabında günü gününe verilmiştir. Morgenthau’nun anlaşılmaz husumet ve siyasî etkisizliği akademik olarak ispatlanmıştır. Morgenthau’nun hiçbir yazısında ‘ANZAC’ kelimesi yoktur, demekle yetineyim…
Çetinoğlu: Belgesi var mı?
Gürses: Var. (https://www.researchgate.net/publication/321487042_MORGENTHAU_SHENANIGANS.) adresinden görülebilir.
Sayın Çetinoğlu, benim Ermenilerle bir husumetim yok. Ermeni arkadaş ve dostlarım var. Ben Ermeni Diasporasının YALANLARINA karşıyım. Kaynaksız ve belgesiz yazmam.
Çetinoğlu: Meseleyi derinlemesine araştıran kişi olarak siz bu işe ne diyorsunuz?
Gürses: Ey sözde târihçi ve gazeteci, ey zekâdan mahrum kişi James Robins, sen târihle ilgili bir şeyler uyduracaksan, hiç değilse, o dönemde emir kulu olduğun İngiltere’nin The National Archives’ ine baksana… ‘Askerî Hizmet Evrakları 1914-1920’, ‘Britanya Askerî Birliği Savaş Jurnalleri 1914-1922’ ve ‘Savaş Kabinesi Evrakları 1916-1919’ dokümanlarını bir incelesene… Hiç değilse hâfızanda, bir-kaç bilgi kırıntısı kalıverirdi. ‘Araştırdığım konu’ dediğin bu ise, araştırmadığın, ağa babalarının kulağına üflediklerinin çarpıklığı, kim bilir nasıl olur? Şeklinde sormaktan başka ne diyebilirim ki?
Çetinoğlu: ‘Kimbilir nasıl olur?’ Demekle neyi kast ediyorsunuz?
Gürses: Mesela; Wellington, Aucklander ve Otago taburlarından, esir düşen 23 Anzak askerinin isimlerini verebilir misin? Diye sorarım. ‘Onların tanıklığı’ nerede, nasıl ve ne zaman yazılmış? Diye sorarım… Bunu açıklayamaz, belgesini veremez. Yalancılığı ortaya çıkar.
Batılıların sözlerini tutmadıklarına dair binlerce belge bulunmaktadır. ‘Nakil ve iskân sırasında yalnız çok az kafile Kürt-Çerkez ve benzeri çeteleri tarafından soyulmuştur.’ ‘Milletler Cemiyeti Genel Sekreteri Sir Eric Drummond 1 Mart 1920 târihli resmî notasın da Türk Hükümetlerinin vuku bulan haydutluklarda bir iştirakinin olmadığı belgelidir. Bugüne kadar ‘soykırım veya toplu öldürmeye ait’ bir tek resmî belge bulunamamıştır.’ Deniliyor ve de biliniyor.
Çetinoğlu: Agos’taki röportajı konuşuyorduk. Başka neler var?
Gürses: Gazeteci soruyor; … ‘Çalışmalarınıza baktığımda Anzaklar ile soykırım arasındaki bağlantıyı Conk Bayırı Muharebesi’yle başlattığınızı görüyorum’
Sözde târihçi ve gazeteci cevap veriyor (özetle); ‘Yeni Zelanda ve Avustralya’dakilerin Çanakkale’den gelen raporlardan sâdece savaşla ilgili değil Ermenilere yapılan katliamlarla ilgili haberleri de okuduklarını bugün biliyoruz.’ diyor ve zırvalamaya ‘Conk Bayırı’, ‘760 Anzak askeri’ ve esirleri anlatarak devam ediyor.
Bu sebeple fazlaca uzatmadan, gazeteci arkadaşımıza ve sözde târihçi- gazeteciye, öncelikle aşağıda ki fotoğrafa bakarak, Adana, Adapazarı, Afyon, Çankırı, Gediz, Haydarpaşa, İstanbul, İzmit ve digğerleri…23 esir kampını iyi incelemelerini tavsiye ederim.
Çetinoğlu: ‘Sahibinin Sesi’ gibi konuşuyor. Târihî hakîkatlerden çok uzak. Dürüstlükten çok uzak…
Gürses: Düşünmeden, araştırmadan, çamur atmak, safsatayı çarşaf, çarşaf yazmanın dürüstlüğü nerede? Bu kişiler, Avustralya New South Wales (NSW) Eyaleti Eğitim Bakanlığı Târih Müfredatı Sorumlusu Jennifer Lawless’in ismini hiç mi duymamışlar? “Gelibolu Savaş Esirlerinin Tecrübeleri” konulu projeden hiç mi haberdar olmamışlar? Türkiye’ye 18 kg. ağırlığında târihi belgeyle gelerek, araştırma yaptığını hiç mi bilmezler? Kızılhaç raporlarından hiç mi haberleri yoktur?
Peter Fawns, Charles Suckling, John Pitt Cary, Harry Abbot, S.T. Bell, Henry Stoker, Hugh Gordon Dacre, Fitz, T.S. Brodie, Amiral de Robeck, Ian Hamilton, Birdwood, Primrose Stoker’in yazdıklarını hiç mi okumamış hiç mi duymamışlar?
Gazeteci soruyor; … ‘Bu günlüklerde yazanlardan bahsedebilir misiniz?’
Sözde târihçi ve gazeteci cevap veriyor (özetle); “Yüzbaşı Thomas Walter White kendilerine yer açmak için Ermeni Kilisesi’ne sığınanların zorla sürüldüğünü yazıyor.” Çavuş John Halpin, “bir kutsala saygısızlık” demiş, Afyon’daki bir başka esir kampında bulunan askerlerse, soykırıma bizzat tanık olmuşlar” diye anlatıyor.
Fakat; Henry Hugh Gordon Dacre Stoker, Arthur Gordon Haggard, John Pitt Cary, Harold Abbott, Charles Vaughan, Harry Burton Broomhead, Charles Varcoe, Arthur Bray, Stephen John Gilbert, Peter Fawns, Charles Holdernes, George Henry Nash, Albert Norman Charles Thomson, John Kerin, John Harrison, Benjamin Talbot, Alexander Charles Nichols, Albert Edward Knaggs, William Thomas Cheater, Lionel Stanley Churcher, William Wolseley Falconer, James Cullen, James Harding, William Brown Jenkins, Charles George Suckling, Thomas Henry Walker, Michael Williams, Thomas Wishart, James Henry Gibson, Stephen Thomas Bell, Herbert Alexander Brown, Henry James Elly gibi askerler, neden hiç bir şey görmemiş, duymamış ve yazmamışlar? Bunu anlatmıyor!
Bu sözde gazeteci ve sözde târihçi-gazeteciye sormak isterim; ‘Avustralyalı iki Ermeni Akademisyenin tehcir devresindeki basın haberlerine ait 1994 târihli doktora çalışmasından, o çalışmada, Mayıs-Ekim 1915 Arası gazete başlıklarından örnekler verildiğinden, bunların hiç birinde ‘soykırım-katliam’ haberi olmadığından, Ermenilerin Ruslarla birlik olarak (17.6.1915) savaştıklarından neden hiç haberleri yoktur? Bildikleri halde, yalan mı söylemektedirler!
Gazeteci soruyor; … Anzak askerlerinin bazı yörelerde Ermenileri ve Süryanileri katledilmekten kurtardığını söylediniz. Böyle başka hikâyeler var mı?
-Öncelikle belirtmeliyim ki hiçbir şeye dikkat edilmiyorsa, lütfen içerisinde Süryani ve Kürt kelimesi geçen metinlere çok dikkatli bakmak gerekir. Bunlar sözde konuya, genellikle yama yapmak için kullanılmaktadır.
Sözde târihçi ve gazeteci cevap veriyor (özetle); “Avustralyalı Yzb. Stanley Savige Urmiye’den çıkarılan Ermenileri ve Süryanileri korumaya çalışmış.”, “Yzb. Robert Nicol ve Çvş. Alexander Nimmo, soykırım kurbanlarını kurtarmış…”, “Kürt birliklerini uzak tutmayı başarmışlar.” Diyor…!
Ancak, Yzb. Stanley Savige’nin Eylül 1915 de Gelibolu’ya geldiğini, 9 Kasım 1915 de Lone Pine’da görevlendirildiğini, Mart 1916 da Fransa’ya, Mart 1918 de İran’a yine görevli gönderildiğini, unutarak, 1915 nakil ve iskân meselesi ile güya bağ kurmaya çalışıyor…
Gazeteci soruyor; … ‘Savaş sırasında Ermeniler hakkında haberler yapan kaç gazete saydınız.’
Sözde târihçi ve gazeteci cevap veriyor (özetle); “O zamanlar Yeni Zelanda gazetelerinde soykırıma geniş yer verildi. Nerdeyse bütün Ermeni katliamları büyük küçük veya yerel gazetelerde yayınlandı. Gelibolu’dan veya Yeni Zelandalıların görevde oldukları diğer yerlerden savaş haberleriyle birlikte veriliyordu. Çoğu Londra’dan ya da Ermenilerin kaçtığı Rusya bürosundan gelen telgraflardı. Aralık 1915’te bile büyük bir gazetede Ermeni Holokostu* ve Jön Türkler’in* insanlığa karşı suçlarından bahseden uzun bir makale yayınlanmıştı.” Diyor.
(DEVAM EDECEK)
http://www.oncevatan.com.tr/kenan-mutlu-gursesile-sohbet-makale,43070.html
İlk yorum yapan siz olun