Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı 3 yayın organına bir yenisi daha eklendi. Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olan Diyanet Vakfı, geçtiğimiz günlerde özel bir televizyon kanalı kurdu ve ‘Diyanet TV’ adı verilen kanala RTÜK’ten yayın lisansı alındı. Diyanet TV adıyla kurulan kanal, kamu yayıncılığı ilkelerinden bağımsız şekilde sadece RTÜK ilkelerine göre dini içerikli televizyon yayıncılığı yapacak.
Bu haberin üzerine HDP Mardin Milletvekili Tuma Çelik, Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait 4 farklı yayın organında farklı din ve mezheplerle ilgili yayın yapılmadığına dair 6 soruluk önergeyi meclis gündemine taşıdı. Önergede, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’a Anayasa’nın 2. Maddesi’nde yer alan insan haklarına saygılı ve laik bir devlet olarak tanımlanmasını işaret etti.
Soru önergesinin meclise sunulmasının ardından SAT-7 TÜRK HABER olarak Tuma Çelik ile özel bir röportaj yaptık.
*Diyanet İşleri tarafından açılan 4 ayrı yayın organının desteklendiğini biliyoruz ve dolayısıyla Cumhurbaşkanı Yardımcısı’na hitaben bulunduğunuz soru önergesinde üzerinde durduğunuz konular nelerdir?
“Biz Türkiye’de insan haklarının egemen olmasını, demokrasinin işlemesini ve beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz, beğenmediğimiz yasaları değiştirmeye çalışırız ama var olan yasaların yürürlükte olması, bu yasalara göre hareket edilmesi için bu çerçevede de mücadele ederiz. Bizim verdiğimiz soru önergesi de bu çerçevededir. Türkiye’de biliyorsunuz, anayasasına göre, Türkiye laik bir devlet, aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti’nin altında imzası olduğu Lozan Anlaşması ve Türkiye’nin kuruluş sözleşmesi olarak kabul ettiği Lozan Anlaşması’nda verdiği sözler, taşıdığı yükümlülükler var. Biz bütün bunları dikkate alarak bu soru önergemizde hazırladık. Türkiye laik bir devletse, dini anlamda hiçbir ayrım gözetmeksizin vatandaşı olan bütün insanlara eşit yaklaşmak zorundadır, ayrım yapılmaz. Eğer birisine hizmet edecekse hepsine hizmet etmek zorundadır. Aynı yaklaşıma sahip olmak zorundadır. Biliyorsunuz, dünyadaki bütün ülkeler demokratik yapıları sahip oldukları yasal sınırları ne kadar uyum gösterdikleri ile alakalıdır. Bir ülkede insanlar ya da iktidarlar var olan yasalara uyum gösteriyorlarsa, yasaları harfiyen yerine getiriyorlarsa onları demokratik, adil ve adaletli bir ülke diye tanımlarız. Hatta bunların içerisinde yasal, yazılı bir anayasaları olmamasına rağmen dünyanın en gelişmiş demokratik ülkelerinden bir tanesi İngiltere’dir derler. Sebebi de başta Kraliyet ailesi olmak üzere bütün halk, o ülkenin bütün vatandaşları, var olan yasalara hatta sadece yasalar değil, bugüne kadar toplum tarafından kabul görmüş kaideleri, kurallara uyum gösterirler, bu yüzden demokratik, laik bir ülke derler. Ama Türkiye’de ise maalesef bazen keyfi bazen yasal anlamda ayrımcılığa neden olan maddeler, uygulamalar var. İşte bunlardan bir tanesi de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın denetiminde olan yayın meselesidir. Bunu göz önünde bulundurarak bu soru önergesini hazırladık. Gerçekten Türkiye Cumhuriyeti laik demokratik bir ülkeyse normalde Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurum olamaz. Olsa bile bütün inançlara eşit mesafede olmak zorunluluğu vardır. İnanç aslında bireyin Allah’la ilişkisidir. Hiç kimsenin de buna dahil olmaması gerekir. Ama eğer bu kurum kalacaksa Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının kabul ettiği bütün vatandaşlara eşit yaklaşmak zorundadır. Bu çerçevede eğer bir televizyon ya da televizyon yayın organları oluşturulacaksa bu yayın organlarından Hristiyanların, Yahudilerin, Ezidilerin, Alevilerin de sahip oldukları nüfus oranları ve güç oranında faydalanmaları gerekir.”
“Azınlık gruplarından kendilerini temsil edebilecekleri ve anlatabilecekleri yayın organlarının olması için talepler oldu mu?” sorumuzla ilgili özellikle Türkiye’deki mantığın değişmesi, laik demokratik bir ülkede olduğumuzun her şeyden önce kabul edilmesi, ayrımcılık fikrinin ortadan kalkması gerektiğini söyleyen Çelik, Türkiye’deki farklı din ve kökenlerin olduğunun kabul edilmesi gerektiğini, kabul edildiğinde var olan Hristiyan, Musevi, Yahudi, Ezidi, Alevi toplulukların zaten adım atacağını ve bu konuyla ilgili bir çabanın olduğunu belirtti ve sorumuzla ilgili sözlerine şu şekilde devam etti:
“Türkiye’de kendi çabalarıyla, kendi imkanlarıyla ayakta durmaya çalışan birkaç tane radyo kanalı ve televizyon kanalı var. Ancak bunları yaparken sürekli devletin baskısıyla karşı karşıya kalıyorlar. Attıkları her adımı bin kere hesaplamak durumunda kalıyorlar. Bu bir ayrımcılığın olduğunu ortaya koyuyor. Bu ayrımcılığı ortadan kaldırmanın birinci koşulu önce mantık olarak Türkiye’nin farklı kimliklerden farklı dilsel yapılardan oluştuğunu kabul etmekle mümkündür. Kabul edildiğinde o insanlar kurar veya kurmaz önemli değil. Önce Türkiye şunu kabul etmek zorundadır, Türkiye’de Hristiyanlar da Museviler de var. Türkiye Demokratik olmak istiyorsa tüm inançlara hizmet etmek zorundadır. Çünkü o insanlardan da vergi toplanıyor.
Bunu kabul etmekle başlıyor, kabul edildiğinde o zaman ortaya çıkacak. Türkiye’de bu konuda bir anlayış gelişirse bunu yapmaya hazır olan kesimler var. İster Süryaniler ister Protestan Hristiyanlar ister başka inançlar keza Aleviler gibi, birçok farklı inanışa sahip kesim var. Ki şu anda yapılan ve bizim eleştirdiğimiz şey de Devlet bizzat kendi eliyle tek bir inanış üzerine bir televizyon kanalı açıyor. Bunu bir Hristiyan da yapmak istediğinde, yapabilmesi gerekiyor. Eğer başkalarına izin verilip Hristiyanlara verilmiyorsa o zaman eleştiririz. Şu anda bizim eleştirdiğimiz şey biraz farklı. Devlet kendi imkanlarıyla yani benden aldığı imkanlarla, İslami bir kanal açıyor. Açabilir. Açsın. Bu beni rahatsız etmez. Aynı hakkı Hristiyanlara, Süryanilere, Ermenilere tanımıyor. Niye Yahudilere tanımıyor. Niye Ezidilere tanımıyor. Niye benim cebimden aldığı beş kuruşun bir kısmını Hristiyanlara, Yahudilere vermiyor. Bizim anlayış olarak eleştirdiğimiz nokta bu. Devlet herkese eşit yaklaşmak zorundadır. Türkiye Cumhuriyeti laik bir ülkedir ve laik bir ülkede inançlara eşit yaklaşması gerekiyor. İnançlara eşit yaklaşılan bir ülkede kurulacak bir Diyanet TV, Hristiyanlara da Yahudilere de eşit yaklaşmak sorumluluğu vardır. Bizim anlatmaya çalıştığımız nokta o.”
*Sizce Türkiye’deki farklı inanışlarla alakalı mantık değiştiğinde farklı inanışlardaki yayın organlarına gelen tepkiler değişir mi yoksa o mantık körüklenir mi?
“Türkiye’de maalesef birçok konu hakkında bilgi sahibi olmayan kimseler söz sahibi. Özellikle medyada bunu çok net şekilde görüyoruz. Mesela birisi çıkıp bir televizyonda rahat bir şekilde, Hristiyanlar hakkında olmadıkları şekilde yorum yapabiliyor. Niye Hristiyanları kendi doğrularınız çerçevesinde tanımlıyorsunuz. Bırakın Hristiyanlar kendilerini kendileri tanımlasınlar.
Ben bir Hristiyan olarak başka bir inancı tanımlama hakkına sahip değilsem, başka bir inanca sahip birinin de bir Hristiyanı tanımlama hakkına sahip olmaması gerekir. Bu yüzden ortada ciddi bir karmaşa var. Türkiye toplumu ne Hristiyanları gerektiği gibi tanıyor ne Alevileri ne Musevileri ne de Ezidileri. Çünkü, bu topluluklara konuşma izni verilmiyor, konuşanlar dinlenmiyor, söyledikleri dikkate alınmıyor. Birilerinin ortaya çıkıp onların anlatımlarıyla bizi tanımaya çalışıyor ve bu anlatımların hiçbiri de bizi tanımlamıyor. Çünkü ben kendimi öyle tanımlamıyorum. Ben İncil’in gökyüzünden indiğine inanmıyorum. Hristiyanlar böyle inanmıyor. Hristiyanlara göre, İncil İsa Mesih’in yaşamını, söylemlerini kaleme alınışı ve kâğıda aktarılışıdır. İncil gökten indi, değiştirildi diye birileri çıkarsa bu beni tanımlamıyor. Bunu bilmiyor.
Herkesin inanışı kendine göredir. Herkesin kendisini kendi bildiği biçimde tanımlaması, hiç kimsenin başkasını belli bir kalıba sokmaya hakkı yok. Eğer kabul edilirse, televizyonda tüm inanışlar kendini anlatırsa, bu karmaşa da ortadan kalkacaktır. Dolayısıyla herkesin kendini rahat ifade edebileceği ortak bir kanal Türkiye’deki bu karmaşayı da ortadan kaldıracak, çok daha olumlu sonuçlar doğuracaktır.”
(SAT-7 TÜRK HABER/Burcu Teymur)
İlk yorum yapan siz olun