” Ben de bu toplantıya odamın içinde ve dışında bulunan 400 İngiliz askerinin ve onlarla iş birliği yapan Ermeni ve Rum vatandaşların arasından nefret dolu bakışları altında katılmak üzere Bakanlık binasından çıktım. (Kahrolsunlar sadaları)”
Ahmet Anapalı
30 Ağustos Perşembe Günü Sosyal Medya adresimden şöyle bir kutlama metni yayınladım;
“Son Osmanlı Sultanı Vahideddin Han tarafından vatanı kurtarsın diye sınırsız yetkilerle donatılıp Anadolu’ya gönderilen “Padişah Yaveri Mustafa Kemal Paşa”nın önderliğinde kazanılan zaferimiz tüm islam alemine kutlu olsun.”
Okumak için göz denen organını, anlamak için de kafatasının içindeki beyni kullanan herkes bu metinde en ufak bir taşlama, art niyet, hakaret, aşağılama duygularının olmadığını anlar.
Ama problem şu; ya gözüyle okumayıp, beyni ile anlamayanlar yanlış anlar ve bu metinde hakaret ve aşağılama var derse ne yapacağız?
O kadar çok şizofren var ki içimizde. Siz ne yazarsanız yazın ne söylerseniz söyleyin onlar anlamak istediği gibi anlarlar…
Mevlana’nın dediği gibi;
Tüm söylediğin karşı tarafın anladığı kadardır. Mesele bu kadar basittir.
Herkes her şeyi yanlış anlayabilir. Yani böyle bir hakları var mı bilmiyorum ama yanlış anlayabilirler. Asıl ciddi sıkıntı, bu yanlış anlama yukarıya doğru çıkarsa başlar. Mesela bu metni, bu kadar kısa ve net metni, yanlış anlayan hatta hiç anlamayan 30 yıllık bir öğretmense ve bir öğretmen sendikasının il başkanı konumunda ise ne yapacağız? O sendika adına mı üzüleceğiz, Türk Milli Eğitimi adına mı üzüleceğiz. Neyse.
İşte böyle bir vatandaş meseleyi hem yanlış anlamış, hem de tartışma mecrasına çekmiştir. Sonra bir sürü tarih cahili; Madem Mustafa Kemal Paşa’yı Samsun’a Vahdettin gönderdi, neden hakkında idam fermanı hazırladı demişler. Hey gidi tarih cahilleri heyy. Bu dönemde bu kadar cahil kalmak nasıl bir talihsizlik.
Size ben değil TBMM zabıtları ve bizzat Mustafa Kemal Paşa cevap versin;
27 Nisan 1920 meclis açılışının 4.günüdür. Mecliste bir hareketlilik var. Meclis kürsüsünde meclis başkanı sıfatıyla Mustafa Kemal Paşa Şunları söyler;
“Efendim resmi görüşmelere geçmeden bir şey arz etmek istiyorum. İstanbul’dan Harbiye Nazırı Fevzi Paşa Hazretleri (Mareşal Fevzi Çakmak) Ankara’ya girmek üzereler. Eğer tensip buyurursanız meclisimizden bir heyet Fevzi Paşa hazretlerini karşılamak üzere yola çıksın”[1] (meclisten hep beraber karşılamaya gidelim sesleri) Mustafa Kemal Paşa:
“Peki efendim o halde bütün meclis olarak hep beraber karşılamaya gidelim. Bu sebeple meclisi tatil ediyorum” dedi ve hep beraber kendi ifadesi ile padişahın emri üzerine Ankara’ya gelen Harbiye Nazırı (savaş bakanı) Mareşal Fevzi Çakmak’ı karşılamaya gittiler.
Meclis aynı gün öğleden sonra saat 16.00 da meclis başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında açıldı. İlk olarak söz alan Konya milletvekili Abdulhalim Çelebi Efendi, meclisteki milletvekillerinden oluşan bir heyetin İstanbul’a gidip hem padişaha bağlılıklarını bildirip hem de İstanbul’daki mevcut durumu gözlemlemesini teklif etti. Bunun üzerine Erzurum milletvekili Celalettin Arif Bey;
“Müsaade buyurulur mu efendim.? Fevzi paşa hazretleri hadiselerin mahallinden teşrif etmişlerdir. Vak’aları gözleri ile görmüşlerdir. Yaşadıklarını lütfen bizimle paylaşsınlar. İstanbul’a gitme işini bilahare görüşürüz[2] dedi. Bu arada, Mustafa Kemal Paşa’nın odasında istirahat eden Harbiye Nazırı Fevzi Paşa, meclis görüşmelerinin yapıldığı yere girdi. Alkışlar eşliğinde kürsüye çıktı ve hemen hemen hiç kimsenin bilmediği şu tarihi konuşmasını yaptı;
“Sevgili mebus arkadaşlar; Söze başlarken İstanbul’un esaret muhitinden kurtularak Ankara’nın hür muhitine geldiğimden dolayı Cenab-ı Hakk’a hamd ve şükür ederim (Şiddetli alkışlar) ve beni böyle karşılayan sizlere de teşekkür ederim. Efendiler, gerek padişahımız efendimiz hazretleri, gerek bendeniz, beşyüz senelik bakir payitahtımızın ilk defa düşman tarafından işgali faciasını görmek bedbahtlığına uğramış felaketzedelerdeniz. İstanbul’un işgal edildiği gece İngilizler arabalarla, İstanbul’a Üsküdar ve Beyoğlu’na bahriye askerleri çıkartarak tüm ehemmiyetli yerleri tuttular. Şehzadebaşı’ndaki yatakhanelerinde uyuyan bir askeri birliği taradı. Canlı kalan askerleri dışarıda halkın gözü önünde öldürdü. (Meclisteki milletvekillerinden kahrolsunlar sadaları)O sırada İngilizler Harbiye Nezaretini işgal ederek benim makam odama kadar süngülü neferlerini soktular ve onlar tarafından belirlenen emirleri vermemi istediler.
Göğsüne düşman süngüsü dayanmış bir Harbiye Nazırı, İstanbul’un hür ve Makam-ı Hilafet olmak meziyetini kaybettiğini görmüş ve bakan olmak sıfatı ile çok üzülmüştüm. Bu konuda derhal Sadrazama (Başbakana) malumat verdim. Bakanlar Kurulu’nun toplanması emrini verdi. Ben de bu toplantıya odamın içinde ve dışında bulunan 400 İngiliz askerinin ve onlarla iş birliği yapan Ermeni ve Rum vatandaşların arasından nefret dolu bakışları altında katılmak üzere Bakanlık binasından çıktım. (Kahrolsunlar sadaları)
Hükümet de askerlerimizin şehit olması noktasında lazım gelen protestoyu yazmada geç kalmadı. Bir gün sonra Padişahımız Efendimizle görüşmek üzere Cuma selamlığına gittim.
Yozgat milletvekili İsmail Fazıl Paşa sordu;
“Hangi camiye paşam ?”
Fevzi Paşa (devamla);
“Beşiktaş Yıldız’da Hamidiye Camii’ne efendim. Namazdan evvel padişahımız bendenizi kabul ettiler. Fevkalade üzgün bir halde bulunuyorlardı ve Sultan Vahideddin Han Bana dediler ki;
…Ben bugün böyle müthiş bir azap içinde camiye gelmek istemiyordum. Fakat halife olmam veçhiyle bu Cuma selamlığı bana bir dini mükellefiyet. 50 yıllık bir yıkımın enkazı altında kalmak da bana çok ağır geliyor. Bu enkazın altında ezildik” [3]diyerek üzüntüsünü dile getirdi. Ertesi hafta padişahımız beni Cuma selamlığında tekrar karşıladı ve buyurdu ki;
“PAŞAM AMAN ANADOLU İLE İRTİBATI TEMİN EDİNİZ”. Ben de dedim ki efendim irtibat hazırdır. Fakat İngilizler sıkıntı çıkartıyor. Bu sözüm üzerine zat-ı şahane bana;
“Olsun siz sakın Anadolu ile irtibatı kesmeyiniz” buyurdular.
Arkadaşlar İngilizler bizden ve padişahımız efendimizden Anadolu harekâtını ve Kuvva-i Milliye’yi inkar ve reddetmemizi istediler. Biz bunu kabul edemedik ve etmedik de. Çünkü Kuvva-i Milliye’yi reddetmek doğrudan doğruya halkı reddetmek demektir. Biz bunun farkındaydık. Sonra İngilizler dediler ki siz ve padişahınız Kuvva-i Milliye’yi reddetmezseniz bütün yolları keseriz. Anadolu’ya giden tüm buğdaylara el koyup yalnızca bize yakın olan Ermeni ve Rum halka buğday verir, Türk halkını açlığa terk ederiz. Hükümet olarak biz ve Padişahımız buna rağmen Anadolu harekâtı ve Kuvva-i Milliye aleyhinde en küçük bir söz söylemedik. Zinhar söyleyemezdik. (meclisten kahrolsunlar sedaları).
PADİŞAHIMIZ ANKARA’NIN ZAFERLERİYLE SEVİNİP, BAŞARISIZLIĞI
İLE HÜZÜNLENMEKTEYDİ.
O sıralarda hepinizin malumu olduğu üzere İngilizler baskıyla ve tehditle Mustafa Kemal Paşa hakkındaki o mahut ve kötü idam fetvasını aldılar. Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’nin imzaladığı Mustafa Kemal hakkındaki idam fermanı malumunuz olduğu üzere o fetva süngü zoruyla alınmış ve İslam sinesinin birbirine düşürülmesi hesaplanmıştı. O fetva acı bir vesikadır. Millet ve siz sanırım bu fetvanın geçerli olmadığını ve hangi şartlarda zorla yazdırıldığını anlamışsınızdır. (Tüm meclisten şüphesiz sedası yükselir.)
Konya Milletvekili Refik Bey;
Zaten o fetvanın bizce bir hükmü yoktur. Hangi baskılarla yaptırıldığı bizce de malumdur. demiştir[4]. İstanbul’dan padişahın telkin ve emirleriyle Ankara’ya geçen Fevzi Çakmak sözlerini bitirerek coşkun bir alkış tufanı altında kürsüden inmiştir.
PADİŞAH SULTAN MEHMED VAHİDEDDİN HAN, HARBİYE NAZIRI MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK PAŞA’YA HİTABEN;
“GİT, SEN DE ANKARAYA GİT… BURADA YAPILACAK BİR İŞ KALMAMIŞTIR” [5]şeklinde hitap etmiştir. Bunun üzerine Harbiye Nazırı 26 nisan 1920 günü İstanbul’dan gizlice çıkmış ve 27 Nisan 1920 günü Ankara’ya ulaşmıştır.
Gerçek ve bilimsel bir tarih anlayışına kavuştuğumuz güne selam olsun…
[1] İlhan Bardakçı Vahdeddin’den Mustafa Kemal’e, T.E.V Yayınları, ,Sayfa; 58…63
[2] Hanri Benazus, Belgelerle Mustafa Kemal ve Vahdettin, Mor Kalem yy., sf; 99,,103
[3] İsmail Çolak, Vahdettin Hain mi?, lamure yy.sf; 45-46-47-48
[4] Tbmm Arşivi Zabt-ı Ceridesi, sf; 90-93
[5] Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, TTK. Yy. sf; 182..185
- GİRİŞ01.09.2018 08:26
- GÜNCELLEME01.09.2018 08:26