İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bitlis nire Albanya nire?

1911 28 Eylülünde İtalyan-Osmanlı harbi başladı, 1912 8 Ekiminde küçük Karadağ krallığının Osmanlı devletine savaş ilan etmesiyle sona erdi. Bir yıl sürdü.

Aslında Balkanlardaki 500 küsur yıllık Osmanlı egemenliğinin sona erişi 1912 ocak ayında Arnavut isyanı ile başladı. Ana dil ve özerklik talepleri,1908 devriminden bu yana Osmanlı yönetiminden yanıt alamayan, Abdülhamit gibi İttihatçılar tarafından oyalanıp duran  Arnavutların sabrı sonunda taştı ve Müslüman’ı, Ortodoks’u, Katolik’i birlikte ayağa kalktı.

Bu başkaldırının nedeni ise 1912 ocağında İttihatçıların yaptığı “sopalı seçimler” idi, ona bir tepkiydi.

Osmanlı, Kürtleri nasıl “Ermeni” korkusu ile el altında tutuyorsa, Arnavutları da Sırp, Bulgar ve Yunan milliyetçiliğinin korkusu ile el altında tutmuştu.

Genç ekspresyonist  Alman Yazarı Karl Otten, “Albania 1912” adlı küçük kitabında o dönemin ruh halini ve  Arnavutluğunu çok iyi yansıtır. (Türkçesi umarım Tüyap Kitap Fuarına yetişecek).

İsyancılar yayımladıkları beyannamede kabinenin değişmesini, Meclis-i Mebusan‘ın feshini  ve seçimlere yeni düzenlenme ile gidilmesini, askeri hizmetlerin mahalli olmasını, memurların Arnavutça bilmelerini veya Arnavutlardan tayin olunmasını talep etti. İsyan Osmanlı hükümetinin 4 Eylül 1912 tarihinde isyancıların taleplerini yerine getirmeyi kabul etmesiyle sona erdi. Ama çok geçti.

Çok milliyetli imparatorluklardan ulus devlet çıkarmaya çalışmak kolay değil. Herkes her yerdeydi çünkü.

Batılılar, Sırplar ve Yunanlılar tarafından tırtıklanmış olan küçük Arnavutluğun, Osmanlıda kalması için öneride bulundular. Ama darbe hükümeti başbakanı olan Mahmut Şevket Paşa, “Teşekkürler yok istemez” dedi. O sırada masasının üstünde ise Arapların ana dilde eğitim taleplerine ilişkin dilekçeler vardı. (Bk: Mahmut Şevket Paşa, Sadaret Günlüğü, hz. Murat Bardakçı, İş Bank Y. 2014).

Zaten imparatorluklar da belli bir yerde ulusal bir çoğunluk olmasın diye hep sistematik bir iskan ile nüfus oranları ile oynama politikası izler. Bu politikalara karşın Sovyetler Birliğinin çökmesinden sonra Baltık Cumhuriyetlerinin yeniden doğuşu engellenememiştir. Bulgaristan özerkliğini kazandığında da, Bulgarlar mutlak bir çoğunluğa sahip değildi.

Daha 1877 Osmanlı-Rus Savaşıyla birlikte, Doğu Anadolu’da yoğun Ermeni nüfusu azaltma uygulaması başlamıştı. Ama buna rağmen bir Ermenistan’ın da, Balkan devletleri gibi yükselmemesi için neden yoktu.

Osmanlının batı sınırı nasıl Arnavutlara emanetse, doğu sınırlarının bekçiliği ise Kürtlere emanetti.

Ama çöken bir imparatorlukta, onların da farklı bir gelecek hayal etmeleri son derece doğaldı.  Osmanlı İmparatorluğuna görece “özerk” bir statüde katılmışlardı. Ama özerlik statülerini II. Mahmut sonrası “reformlar” sonucu yitirmişlerdi.

Osmanlı hükümeti, Roma’nın klasik “divide et impera” ilkesini uygulayarak, II. Abdülhamit döneminde, 1878 Berlin Barış Antlaşması ile sözde uluslararası güvence altına alınmış olan “Ermeni Reformu”nun hayata geçmemesi için, Kürt-Ermeni çelişkisini kızıştırmayı başardı.

Kağıt üstünde otoriteleri bitmesine karşın Kürt beyleri, egemenleri Ermenilerden aldıkları haracı devam ettirmek istiyordu. Ermeniler “modernleşme” ile çifte vergilendirme durumu ile yüz yüze kalmışlardı.

Ancak, Kürt aydınları ve egemenleri  arasında da arayışlar başlamıştı. Kürd, Kürdistan ve Roji Kurd gibi yayınlar çıkıyordu, Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti, Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti, Hevi gibi Kürt örgütlülükleri oluşmuştu. Çöken bir imparatorlukta her halkın kendi geleceğini inşa etme çabasından doğal bir şey olamazdı.

Bu gelişmelerin en somut ürünü ise, 1. Dünya Savaşı’nın patlak vermesine aylar kala meydana gelen Siirt Kürt İsyanı olacaktı. Resmi Tarih bu isyanın, Ermeni Reformu’nun kabulünün bir sonucu olduğunu yazsa da, olay bu kadar basit değildir. İsyanın ilk emareleri ocak/şubat ayında görüldü ve isyan mart ayında patlak verdi.

İsyancılar Ermeni toplumuna garanti vermişlerdi. Üstü örtülü bir Ermeni desteğinden de söz edilebilir.

Bitlis isyanına ilişkin Ermeni kaynaklarını da kapsayan akademik bir çalışma Erivanlı Êzidî/Kürt Akademisyen Celile Celil tarafından yapılmıştır. İsyanın nedenlerine ilişkin Ermeni basınında çıkan çok yorumları da aktarmıştır. (bk.: “Berhem” dergisi, 1990/7, Stockholm; www.bitlisname.com)

Osmanlının son dönemindeki Bitlis (Pağeş) Vilayeti, Siirt (Sğert), Muş (aron) ve Genç’i de kapsıyordu. Genç Sancağı biraz da, Ermeni nüfusu dengelemek için Bitlis vilayetine bağlanmıştı. Ve Ermeni Reformu kapsamı içinde idi. Bu yöredeki reformun uygulanması 2 “tarafsız” ülkenin komiserleri tarafından takip olunacaktı. Bu komiserlerin Ermeni ve Kürt danışmanları olacaktı.

1914 şubat ayında imzalanan Ermeni Reformu, eylül ayında hemen askıya alındı. Çünkü Ermeni ve Kürtlerin ortak bir proje geliştirmesine neden olabilirdi. Bu reformun sözde iki üst hamisi ise, Rus Çarı ile Alman İmparatoru idi.

Emperyalist güçlerin “kurtarıcı” olamayacağının en somut örnekleri arasında, zaten Kürt ve Ermeni halklarının 150 yıllık son deneyimi yer almıyor mu?

Osmanlı Bitlis vilayeti kadim Ermeniliğin en eski yerleşimlerinden biri idi. Kadim İmparatorluklar arası sürekli kavga alanı olan bir coğrafya. Uzun bir süre de Kürt beyliklerinin yönetiminde kalmışlardı. Bunun ayrıntılarını, Aras Yayınlarından çıkan Prof. Hovhenassian’ın derlediği “Bitlis/Muş” (İstanbul, 2016) kitabından okumak mümkün. Örneğin, Thomas A. Sinclair’in “Karakoyunlular Döneminde Ermeniler ve Bitlis’in Kürt Emirleri” makalesi, Ermeni-Kürt ilişkilerinin tarihine ilişkin önemli bilgiler sunuyor. Büyük tarihçi Speros Vryonis Jr. in “Bizans Egemenliğindeki Muş’ta Ermeni ve Rumlar” yazısı da çok önemli bir katkı. İngiliz Tarihçi Christopher J. Walker, “Ermeni Daron ve Pağeş’in Sonu 1914-1916” başlıklı makalesinde ise, kadim bir tarihin sonlanışı aktarılıyor.

Bitlisliler ve Muşlular bu kitabı mutlak okumalı.

07 Ağustos 2018 03:05


https://www.evrensel.net/yazi/82009/bitlis-nire-albanya-nire

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın