90’lı yılların ilk yarısından bu yana yürüttüğü çalışmalarla Türkiye’de kentli popüler folk- protest müzik alanına damga vuran Kardeş Türküler projesi, 25. yaşını 29 Temmuz Pazar akşamı geniş bir dans-müzik gösterisiyle kutlayacak.
İlk konserini 1993 yılında veren Kardeş Türküler, 25. yaşını 29 Temmuz’da İstanbul Uniq Açıkhava’da dinleyicileriyle birlikte kutlayacak. Projenin 25 yıllık geçmişinin geniş bir özeti niteliğini taşıyan gösteride, Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu ve Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü’nden dansçıların yanı sıra, Ayşenur Kolivar, Sayat Nova Korosu, Candan Erçetin, Mehmet Erdem, Pakrat Estukyan ve Çıplak Ayaklar da dahil olmak üzere birçok isim de konuk olarak sahne alacak. Gösteri öncesinde, Kardeş Türküler’den Selda Öztürk ve Diler Özer’le söyleştik.
Kardeş Türküler nasıl bir ihtiyaç doğrultusunda kurulmuştu?
Diler Özer: Kardeş Türküler projesini ilk olarak 1992’de, Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü bünyesinde dans ve müzik faaliyetleri yürüten öğrenciler olarak gündeme getirdik. Üniversiteye yeni gelmişiz, 18, 19 yaşlarındayız, çok farklı geçmişlere sahip olanlar var aramızda. Örneğin ben İzmirliyim; Türkiye’de belli bir çizginin dışını göremeyen bir ortamdan gelmiştim. Folklor Kulübü’nde, okuyan, tartışan, devrimci gelenekten gelmiş arkadaşların da yer aldığı, çok farklı bir ortam içinde bulduk kendimizi. Yaşadığımız ülkede neler oluyor, sanat faaliyetleri nasıl olmalı, sanatın, kültürün diliyle ülkede yaşananlara dair nasıl bir tavır ortaya koyabiliriz gibi tartışmaların yürütüldüğü bir ortam… Ülkenin savaşa sürüklendiği, halkların kutuplaşmaya maruz bırakıldığı bir dönemdi. Üreteceğimiz sanat buna yönelik bir tepki, bir tavır özelliği taşımalı ama birtakım umutlara da ses verebilmeli, insanların yaşamlarına, gerçeklerine değebilmeliydi. Kardeş Türküler, bir konser projesi olarak gündeme geldi.
‘Halkların kardeşliği’ temasında nasıl karar kılındı?
D.Ö: Müzikle uğraşan, halk şarkıları söylemek isteyen insanlardık. ‘Halk’tan ‘halklar’a dönüşebilmek dahi bir politik tavrın sonucu. Cumhuriyet döneminde üretilen tek bayrak, tek dil, tek millet gibi sloganlarla üretilen Türkleştirme politikalarını sorguluyor, bunların kültür-sanata yansımalarını da konuşuyorduk. Bunlar üzerine kafa yorduktan sonra, sadece ‘Türk halkı’ diye yekpare bir şeyden bahsetmek mümkün değil zaten. Etrafımıza baktığımızda Türkler, Kürtler, Ermeniler, Azeriler, Rumlar, Lazlar vs. var. Bunların her birini kendine özgü farklılıklarıyla ama ortak bir coğrafyada yaşamanın getirdiği belirli benzerliklerle birlikte ele almaya; bu halkların şarkılarına, danslarına, kendi kültürleri içerisinden bakmaya karar verdik. Başlangıç noktamız bu oldu. Bir – bir buçuk yıllık bir hazırlık döneminin ardından, 1993’te, Türkçe, Kürtçe, Azerice ve Ermenice şarkılardan oluşan bir repertuarla ilk konserimizi verdik.
Çeşitli kuşaklara mensup dinleyicilerinizin çoğu, Kardeş Türküler’i bir ‘başarı’ hikâyesi olarak görüyor. Siz, geride kalan 25 yıla içerden baktığınızda, eksik kalan noktalar, başarısız olduğunuzu düşündüğünüz alanlar görüyor musunuz?
D.Ö: Bence, yapmamız gereken ama yapamadığımız üç temel şey var. Bunlardan ilki okullaşma. Hâlâ sahnemizde gençler, konservatuar çevresinden gelen arkadaşlarımız var ama 25 yıl içinde birike birike, aktarılan bir gelenek yok. Birikim parça parça aktarılmış ama halkalar hep bir yerlerde kaybolup gitmiş. Bir süreklilik yok, dolayısıyla bu anlamda bir birikim geleneği yok. Okul derken resmî, fiziksel anlamda bir okuldan değil, ekol haline gelmekten bahsediyorum.
İkinci eksiklik ise alan araştırması. Biz temel olarak geleneksel müzik ve danslara yoğunlaşıyoruz. Bu çalışmaları en çok besleyecek olan şey alan araştırmaları. Hem geleneğin akışı, saklanıp gelecek kuşaklara aktarılması, hem de sanatçıların oradan beslenebilmesi için bu çok önemli. 90’larda bu amaçla bir şeyler yaptık; herkes kendi ailesinden başladı araştırmaya, bir şeyler derledi, arşivler toparlandı ama sonra o kaynaklar tüketildi. Oysa yeni bir şeyler üretmek, o yaşantının içinde olmak gerekiyor. Geleneği derleyip toplamak, gündeme getirmek, bir yerden feyz almak gerekiyordu, onu yapmadık. Bir tek Hakkâri’de derli toplu bir alan araştırması yapabildik. Birçok şarkımız o araştırmanın ürünüdür, hâlâ da besleniyoruz oradan. Yıllar sonra, bazı arkadaşlarımız Balkanlarda alan araştırmasına yakın bir çalışma yaptı.
Üçüncü eksiklik ise, para kazanamamış olmamız. “Cebimizi dolduramadık” manasında söylemiyorum, hiçbirimizin öyle bir beklentisi yok elbette. Bir ekip olarak, yine bu alana aktaracağımız bir finansal birikim oluşturamadık. 90’larda zaten mümkün değildi, bizim çevrelerin düzenlediği gecelerde çalıyorduk, kimse de bize para teklif etmiyordu. 2000-2005 arasındaki profesyonelleşme sürecinde, profesyonel bir ekiple çalışıyor ve çok konser talebi alıyorduk ama bunu yeterince değerlendiremedik. Gelirimizle ancak ufak bir stüdyo kurabildik; ‘Bahar’ ve ‘Çocuk Haklı’ albümlerini bu stüdyoda kaydettik. Finansal kaynak gerçekten önemli. Kurumsallaşmak, alan araştırması yapmak için para lazım örneğin. Doğru düzgün, geniş bir mekânımız olsa, mekânın bir yerinde sahne olsa, bir başka yerinde okul olsa, dersler yapılsa… Kendimizi piyasaya karşı güçlü bir hale getiremedik. En büyük problemlerden biri de bu.
Selda Öztürk: Bir de, daha fazla seyirciye ulaşmayı her zaman çok istiyoruz. Kardeş Türküler aslında medyatik bir grup değil, dolayısıyla seyirciye ulaşma imkânları sınırlı. Bunun mecralarından biri olan festivallere pek katılamadık. Özellikle yurtdışındaki festivallerde çok az sahne alabildik, dünyada tanınırlığımız çok zayıf kaldı. Yurtdışındaki konserlerimiz genellikle Türkiye’den giden insanların düzenlediği etkinlikler oluyor.
Son yıllarda Sezen Aksu, Candan Erçetin, Zülfü Livaneli gibi popüler isimlerle çalışmanız, daha geniş bir seyirci kitlesine ulaşmak istemenizle mi ilişkili?
S.Ö: O kapıyı da açabilirdi aslında ama o projeler direkt böyle bir hedef doğrultusunda yapılmadı. Livaneli, Sezen Aksu, Ara Dinkjian gibi, Türkiye’nin müzikal tarihinde bir yeri olan, bizim de beslendiğimiz isimlerle çalıştık. Bu isimleri dikkatli seçtik, ‘herkes’le proje yapmadık. Candan Erçetin’le birlikte verdiğimiz konserlerde Kardeş Türküler’in popülaritesi biraz yükselmiş olabilir, çünkü onun bizimkinden farklı bir seyirci kitlesi var. Hatta, birlikte verdiğimiz bir konserde, Kürtçe şarkı söyleniyor diye konseri terk edenler olduğunu da duyduk.
D.Ö: Ben bu isimlerle çalışmamızın popülaritemizi artırdığını çok düşünmüyorum. Candan Erçetin’le ortak konser verdiğimizde onun dinleyicisi onu dinlemeye, Kardeş Türküler’in dinleyicisi bizi dinlemeye geliyor. Seyircilerimiz ne kadar buluşuyor, birbirimizin seyircisi ne kadar çeşitleniyor, bunlar biraz tartışmalı. Fakat, farklı isimlerin bir araya gelip projeler yapması dünyada da örneğine sıkça rastladığımız bir durum. Ticari kaygıları olup tek başına gücü olmayan iki-üç kişi bir araya gelip konserler veriyor. Bu projeler özellikle 2000’li yıllarda çok modaydı. Biz ticari bir amaçtan ziyade kaynak olarak beslendiğimiz ve müzikal anlamda verimli bir ortak çalışma yapabileceğimiz insanlarla bir araya geldik. Bunlar arasında Esma Redzepova ve Neşet Ertaş da var. Bu insanlardan yalnızca müzik yaparken değil sohbetler sırasında da çok şey öğreniyorsunuz.
Henüz hayata geçiremediğiniz müzikal fikirler var mı?
S.Ö: Tabii. Örneğin, Kardeş Türküler düzenlemelerini senfonik orkestra eşliğinde söylemek, o çerçevede düzenleyip, o alanın diliyle tekrar yorumlayabilmek istiyorduk. Böyle bir albüm, konser projesi üzerine ara ara konuşuyoruz. Avrupa’daki bazı konserlerimizde bu yönde denemeler de yaptık. Bir de, anlatısal bir proje fikrimiz var. Aslında şarkılarımız genel olarak anlatısaldır ama, bir albümün tamamını, birbirine tek bir hikâyenin çatısı altında bağlanan şarkılardan oluşturmak istiyoruz. ‘Dım Dım Destanı’ gibi halk destanları ya da bizim yazacağımız bir destan/hikâye olabilir.
Projeler genellikle miadı olan şeylerdir. Bir proje olarak nitelendirdiğiniz Kardeş Türküler, miadını ne zaman doldurur? Ne olursa bu ‘konsept’e artık ihtiyaç kalmaz?
S.Ö: Bu ülkeye gerçek anlamda demokrasi geldiğinde, herkes gerçekten eşit haklara sahip olduğunda… O zaman da şarkı söyleriz ama, bu durumu kutlamak için söyleriz. Bence Kardeş Türküler’in her daim söyleyebilecek bir sözü var. Burada söz konusu olan ‘kardeşlik’, tarihe baktığımızda hiçbir zaman gerçekleşmediğini gördüğümüz, çok ütopik bir şey zaten. Bu toprakların geçmişi katliamlarla, savaşlarla dolu. Üstelik bu katliamların sorumluları sadece devletler değil; halklar da birbirini kesmiş. ‘Kardeşlik’ ütopyasına ulaşılır da, herkesin eşit olduğu, kendini özgür hissettiği bir ülkede yaşamaya başlarsak, bu sefer de bunu kutlamak için şarkı söyleyeceğiz. Çünkü o renklilik, ruhumuzu zenginleştiren bir şey. O zaman da ihtiyaç olacak yani. Tek farkı, bu kez olumlu bir ihtiyaç olacak.
D.Ö: ‘Kardeş Türküler’, fikriyat olarak bitecek bir şey değil. Her daim bir öteki olacağına, sen de her daim o ötekinin yanında olacağına, kutuplaşmaya, ayrımcılığa karşı çıkacağına göre, o fikriyat kendini bir şekilde yeniden üretecektir. ‘Kardeş Türküler’ ne zaman biter? Bunu üretecek insanlar kalmadığında… Okullaşmanın önemine vurgu yapmamın nedeni de bu.
25. yıl konserinde şarkıları albümlerinizdeki düzenlemelere sadık kalarak mı, yoksa yeni düzenlemelerle mi seslendireceksiniz?
S.Ö: Bütün repertuarda değil ama bazı şarkılarda yeni düzenlemeler var. Dansçılar eşliğinde icra edilecek olan şarkılar danslara göre yeniden dizayn ediliyor; konuk müzisyenlerle birlikte icra edilecek olanlar da öyle. Konuk müzisyenler kendi şarkılarından örnekler yerine bizim şarkılarımızı seslendirecekler. Uzun bir konser olacağı için bazı şarkıları kısmen söyleyip oradan başka şarkıya geçiş yapacağız. Gösteride, Zeycan Alkış’ın illüstrasyonlar ve arşivimizdeki fotoğraflarla hazırladığı görüntüler de müzik ve danslara eşlik edecek.
http://www.agos.com.tr/tr/yazi/21020/25-yillik-muzik-utopyasi-suruyor
İlk yorum yapan siz olun