Hasan Reşit, zamanın İçişleri Bakanlığının 12 Şubat 1927 tarihli emriyle bölge illerini kapsayan uzun bir araştırma için görevlendirilir. Hasan Reşit, bölgenin etnik yapısı, siyasi ve ekonomik durumu ile ilgili raporlar hazırlayıp İçişleri Bakanlığı ve Cumhuriyet Halk Fırkası (CHP)’nin genel merkezine sundu.
15:52:06 | 2018-07-13
Ahmet SÜMBÜL/ÖZEL
DİYARBAKIR – Mülkiye müfettişliği, Türk Ocakları Genel Koordinatörlüğü, Valilik ve birçok dönem milletvekilliği yapan, aynı zamanda Milli İstihbarat Teşkilatı’nın kuruluşunda yer alan müfettiş Hasan Reşit, Urfa, Hakkari, Mardin, Bitlis, Siirt gibi illeri gezerek bu bölgelerin etnik yapısı, siyasi ve ekonomik durumu ile ilgili raporlar hazırlayıp İçişleri Bakanlığı ve Cumhuriyet Halk Fırkası (CHP)’nin genel merkezine sundu.
Hazırlanan raporlarda alınması gereken ekonomik, sosyal ve siyasal tedbirleri de görüşü olarak belirtti. Hasan Reşit’in, 3 yıl kalarak Diyarbakır hakkında hazırladığı raporu da o dönemin yaşantısını, konuşulan dili, ekonomik yapısı ve sosyal yaşamı hakkında da bilgiler içeriyor.
‘Asayiş Müşaviri’
Hasan Reşit, zamanın İçişleri Bakanlığının 12 Şubat 1927 tarihli emriyle bölge illerini kapsayan uzun bir araştırma için görevlendirilir.
Diyarbakır Valiliğince kendisine 1 Mayıs 1927 tarihinde resimli bir belge verilir. Belgede, kendisinin Örfi İdare ve Umumi Müfettişlik bölgesine giren Diyarbakır merkez olmak üzere, Diyarbekir, Urfa, Mardin, Hakkari, Van, Bitlis, Siirt, Elaziz, Malatya Vilayetlerinin “Asayiş Müşaviri” olduğu, kendisi her yerde serbestçe dolaşacağı gibi, gerek resmi kişilerin gerekse aşiret reislerinin kendisine her türlü yardım yapmakla yükümlü bulundukları talimatı yazılır.
Hasan Reşit, “Asayiş Müşaviri” sıfatı ile 3 yıl boyuncu Diyarbakır ağırlıklı olarak bölge illerinde sosyal-siyasal araştırma yaparak bunları raporlaştırır.
Diyarbakır hakkında özel rapor
Diyarbakır havalisi ve Kürtlüğün menşei hakkında hazırladığı raporu, Türk Ocakları Müfettişi sıfatı ile İçişleri Bakanlığına ve Cumhuriyet Halk Fırkası Umumi Katibi Saffet Bey’e 1 Şubat 1930 tarihinde bu mektupla gönderir:
Cumhuriyet Halk Fırkası Umumi Kâtibi Saffet Beyefendi Hazretlerine
Ankara
Diyarbekir havalisi ve Kürtlüğün menşei hakkında topladığım malümatı havi Dördüncü Umumi Raporumun bir suretini efendimize takdim ediyorum. Bununla hem alaka ve merbutiyetimi kuvvetlendirmeyi, hem çalışma cesaretimi artırmayı kastettim. Hüsnü telakki buyrulmasını diler derin saygı ve çözülmez bağlılık arz eylerim efendim Hazretleri.
Türk Ocakları Müfettişi
Diyarbakır
Hasan Reşit
Cumhuriyet Halk Fırkası Umumi Kâtipliğine
T.O.M. Hey’eti Reisliğine
B.U. Müfettişliğine sunulmuştur.
01.02.1930
Diyarbekir
Hasan Reşit tarafından hazırlanan raporun tam metni;
İçişleri Bakanlığınca görevlendirilen Hasan Reşit tarafından hazırlanan ve Diyarbakır’ın etnik yapısı, kültürü, dili, dini ve bu kent için yapılması gereken sosyal, siyasal, ekonomik tedbir ve görüşleri içeren raporun tam metni şöyle:
‘Esasen Diyarbekir bir kazandır’
İster siyasi, ister içtimai olsun eski ve yeni devrin cereyanları Diyarbekirin Surların içinde düğümlenmeden geçmemiştir. Bu memleket bugün dahi aynı vaziyettedir. Esasen Diyarbekir bir kazandır. Beş kilometre muhitindeki kalın ve karanlık Sur, koynunda kalın ve karanlık bir kesafet saklar.
‘Diyarbekir’de her dinden, her cemaatten insanlar’
Burada her cinsten cemaat, her temayülde insan bulmak güç değildir. Ancak komşusunu görebilen düz damların herhangi birinden Katolık, Protestan, Süryani, Grigoriyen, Asurî ve Gildani (Keldani) çan kuleler ile Havra kubbesini, Müslüman minaresini görmek kabildir.
‘Pazarında 7 dil konuşulur’
Pazarında Türkçe, Arapça, Zazaca, Kürtçe, Ermenice, Süryanice, Arnavutça ve Boşnakça konuşmalar duyarsınız. Her cemaat dinine gece kadar karanlık, her fert lisanına taassup kadar inadçıdır. Müslümanlıkta ve Hristiyanlıktaki muhtelif mezheplerin birbirinden en çok ayrıldığı yer burası olmalı ki Diyarbekir de Hanifi ve Şafiyi birbirinden Sünni ve Alevi kadar ayrı görürsünüz. Bu muhtelif vicdanların içinde mevcudu otuzu geçmeyen cemaatler bulunur ki otuz milyonluk millet gurur ile hususi bir harsın en görünmez kırıntılarına bile hak ve hörmet gösterir.
‘Türk olmayanlar, Türkçe bilmeyenler de vardır’
Çokluğun ana dili Türkçedir; fakat bu Türk dilliler içinde, az olmakla beraber, Türk olmayanlar, Türk kalmak istemeyenler, Türklüğü bilmeyenler ve onu sevmeyenler de vardır. Türk olanların hepsi dönmüş ruhlarını eyice süzmek en gerekli bir iş olmakla beraber güçtür.
‘Diyarbekirli Türk meşguliyetsiz ve zevki safa düşkünüdür’
Filhakıka, Diyarbekirli Türk yaşayışta eski İstanbul kibarlarına ve terbiyede eski İstanbul efendilerine benzemektedir. O servetini başkalarının sırtından, nufuzunu resmi kapılara yapışmaktan, zevkini de hüküm sürmekten alır; binaenaleyh meşguliyetsiz ve zevki safa düşkünüdür. Ateşli bir istek ve keskin bir anlayışın kötürün bir irade yüzünden parça parça topraklara döküldüğünü görmek cidden fecidir. Diyarbekirli bu acıklı halile daima yüksek ve daima hakim kalmak için bazen bilmeyerek bilmediği yollara saparsa bu başka türlü yapamadığındandır.
‘Lisanlarında o kadar ısrarları vardır ki…’
Dinleri ve mezhepleri, tarikatları ve milliyetleri başka başka olan bu cemaatlerin muhtelif içtimai sınıfları da yekdiğerinden çok ayrı çok uzak ve başkadır. Arap bakkal ve tatlıcılar, Bitlisli toptancılar, Süryani manifaturacılar, bağcevanlar, sanatkar Ermeni ve Gildaniler (Keldani) ve sonra kırk çeşit sanatı yapabildiği gibi bir adımda kırk yemini birden edebilen oduncu, lovcu, baklavacı, kadayıfçı ve hamal zazalar, bu çeşit çeşit insanların lisanlarında o kadar ısrarları vardır ki muvacihelerinde en cahil bir Türk bile sinirlerine hökmedemez.
Teyyare Bayramında konuşulan tuhaf bir dil!
Mesela: geçen sene Tayyare Bayramında Şehitlikte hava kahramanlarını kutladığımız gün cemaatin içinde iki genç tuhaf bir dil ve cesur, küstah bir tavurla konuşuyor, gülüyor ve şakalaşıyordu. Bunlardan biri Ermeni digeri Gildani idi. Kıskançlık ve kin ateşi ile yoğrulmuş uydurma, karışık ve tohaf bir dilleri vardı, hiçbir fert bunlarla meşgul olmuyordu.
Sur diplerinde her hafta kurulan Pazar
Sur dibinde haftanın bir günü Pazar kurulur, bu bir nevi panayırdır. Satıcı ve alıcılardan başkaları da gelir dolaşırlar, dişili erkekli mühim bir cemaat toplanır, bu cemaatin dili Türkçeyi nadiren kullanır; haşlanmış pancarlarının duman sütununu kucaklayan satıcı malını överken Hozistandaki meslektaşı gibi bağırır: Germüner, Germüner…
‘Üç sene bunlara Ayran dedirtemedim’
Ötede çarşının tenhalandığını gören bir manav “Yek Okka Se Kuruş” demekten kendini men edemez. Sıcaklar bastırınca irkenden sokakları dolaşan ayrancı kadınlara rasgelirsiniz. Bunlar tulumları içinde yayıktan yeni alınmış ayran satıcılarıdır, Gür ve kalın sesler ile bağırırlar: Haydi Dev, Haydi Dev… Üç sene mütemadiyen bunlara “Ayran” dedirtemedim. Yine üç sene mütemadiyen bu ayrancı kadınlar hesabı parmakla yaptılar, bir tek kelime Türkçe öğrenmediler.
‘Niçin bu kadar inat ediyorlar’
Ne için bu kadar inat ediyorlar? Türkçeden nefret mi ediyorlar? Bir özdilek veya bir hain istek mi kendilerini Türkçe konuşmaktan menediyor? Bunların hiçbiri hatıra gelmemelidir. Sebebini ileride ayrı bir fasılda tafsıl etmeye çalışacağım.
Hıristiyan cemaatlerin varı az olmakla beraber özleri kökle ve diridir, kökten çok zengin olan Vakıfları bu gün de ellerindedir. Bunun içindir ki cemaatleri paralıdır. Müstakil bir Kilisede serbestçe duaya kavuşmak, yaşadığı müddetçe yardım görmek, ölünce Hıristiyan mezarlığına gömülmek aşkı ile tutuşan sofu Hıristiyanlar bilhassa Ermeniler biraz evvele kadar birer kolayını bularak buraya toplanmışlar ve cemaatlerini arttırmak hevesini gütmüşlerdir.
‘Kürt ve Arap zümreleri’
Açlık veya fazla servet yüzünden kasabaya göçen Kürtler veya tüccar Araplar da tıpkı bu Hıristiyanlar gibi kendi küçük zümrelerine iltihak ederek Diyarbekir Türklüğü aleyhine mütemadiyen yabancı varlıklar yaratıp çoğalmaktadırlar.
Milli şuurdan mahrum kimselerin bu zümreler taassubundan ne dereceye kadar müteessir olduğunu öğrenmek için Diyarbekirin içinde türeyen Kürtçeden bir iki beyitlik bir şarkıyı Kürtçe ile beraber yazacağım…
‘Her sene Karacadağ’a çıkan 6 bin Türk aile’
Halbuki Diyarbekir Yüz sene evvele kadar kudretli bir Türk yuvası idi, Azeri ve Türkmen lehçesi birleşerek hususi bir dil çeşnisi vucudegetirmişdi; her sene altı binden fazla Türk aile yazın Karacadağa kadar uzanarak tatlı dilimizi konuşur ve Türk harsını yaşardı. Hala Diyarbekir şivesinde muganni yırlar ve ev kadını yemeği asar. Teganni etmek ve ötmek manasına gelen yırlamak ve cırlamak Anadolumuza Türkmenlerin dilile gelmiştir. Türkmenler yemeklerini açıkta uyandırılan ateşin üzerinde bir sehpa ile asarlar.
(Sürecek)
İlk yorum yapan siz olun