Dr. Mehmet BİLGİN
Bugün İttihat Terakki’yi ihtilalci, komitacı, cinayet, entrika, masonluk ve daha nelerle suçluyorsanız Hürriyet İtilaf’ta hepsi, hem de fazlasıyla mevcuttu. Galata Köprüsünde öldürülen gazeteciyi İttihatçıların vurduğu özenle belirtilir. Fakat Sadrazam olan Mahmut Şevket Paşa’yı kimlerin vurdurduğundan ise bahsedilmez
Osmanlı’nın Batılılaşma süreci, Osmanlının bekasının Batı önderliğinde yapılacak reformlarla başarılabileceğine inanan modernleşmeci kadrolar üzerinde soğuk duş tesiri yapan bir çok olayla doludur. Ama hiçbiri Mithat Paşa olayı kadar derin bir sarsıntıya yol açmamıştı. Bu kırılma ve modernleşmeciler arasında ayrılma bir günde olmadı tabi.
Bir tespit daha yapalım. Daha sonra ve Batılılaşma çizgisinin bir devamı olarak ortaya çıkan, Prens Sabahattin ve çevresindeki ekip için, İngiltere olmazsa olmaz idi. Ama İngiltere olmazsa olmaz diyenleri biz Hürriyet ve İtilaf Fırkası olarak tanıyalım. Bir de onlarla kanlı bir boğuşma içinde olan ve İttihatçı dediğimiz kadrolar var ki onların daha farklı bir çizgisi vardı. Onların da modernleşme modeli Batı. Fakat her hangi bir dış gücün devamı olarak Batıcı değillerdi. Çünkü sahada mücadele ettiklerinin tamamının arkasında Batılı güçler vardı. Bugün vekâlet savaşları dediğimiz hadise gibi. İttihatçılar da biliyordu ki dış güçlere rağmen olmaz. O zaman hepsiyle ilişki kurmak, ama birini diğerinden önde tutmak diye bir tercihleri yoktu. Ta ki Birinci Dünya Savaşı’na girdiğimiz 2 Ağustos 1914 tarihine kadar.
Bir tespit daha yapmak durumundayız: Almanya’yı Osmanlı toprağına sokan II. Abdülhamit idi. İstanbul-Bağdat Demiryolu Projesi’ni hatırlayın. Filistin’e Alman Kolonisi adıyla Yahudileri yerleştiren yine II. Abdülhamit. “Hacı Vilhelm” olacağım diye Kayzer’in Kudüs ziyaretini hatırlayın. İngiltere’nin buna tepkisinin ne olabileceğinden hiç bahsetmiyorum. Ama bu tespiti niçin yaptığımı anlatabilmek adına; bir kısır döngü içinde Abdülhamit’i tartışırken şimdiye kadar hiç kullanılmayan iki kavramı yazıp konuyu kapatacağım. Birincisi “Alman İsraili.” O zaman gündemde “Yahudilere Güney Afrika ya da Arjanti’nde bir devlet kurulması gerektiği” gibi parlak fikirler de vardı. İkincisi ise “İngiliz İsraili.” (Alman İsraili’nin durdurulup) Birinci Dünya Savaşı sonrası İngiliz sömürgesi olan topraklarda İsrail’in kurulduğunu hatırlayın. Kafanızı çok karıştıracak bu konuda söyleyebileceklerim bu kadar.
ALMANCILIK MESELESİ
Biz konumuza dönelim. Demek ki Almancı olan II. Abdülhamit. Ama biz Abdülhamit’i deviren İttihatçıları Almancı olarak suçluyoruz. İttihatçılar; herhangi bir dış güce dayanarak Osmanlı’nın bekasının devamının mümkün olamayacağını düşünen çizgide. Ayrıca dış güçlere rağmen Osmanlının bekasının mümkün olamayacağını biliyorlar. O zaman hepsiyle ayrı ayrı ve özel ilişkiler geliştirmek ve Osmanlı’nın menfaati için bir tercih yapmaktan başka bir şansları yok. Hatırlatmak babında Enver Almanya, Cemal Fransa ve Rauf İngiltere ile, bu ülkelerde görevli olarak bulundukları sırada derin bağlar kurdular. Onların hepsi ile ayrı ayrı bağ kursalar bile Batı’daki bir güce teslim olmak diye bir düşünceleri yoktu. Sistemlerini böyle oluşturmuşlardı. Birinci Dünya Savaşı’nda Almanlarla sıkı bir işbirliği halinde iken bile sık sık kavga çıkıyordu. Hepsini bırakın sadece Mustafa Kemal’in Çanakkale ve Suriye’de Alman komutanları ile hayati konulardaki kavgalarını hatırlayın.
Osmanlı’nın kurtuluşu için arayışı olanlarla ilgili, özetlemeyi burada bırakalım.
İttihat Terakki’nin ne olduğunu kısaca anlatabilmek için, saymakla bitmez sayıda olan bugünkü karşıtlarını sıralayalım diye düşündük. Şüphesiz bu da bir metottur. Ama bunları sınıflandırıp gruplandırmak ve sadece isim listesi vermek istesek bile, bunun bu yazı kapsamında imkansız olduğu ortada.
Reklamdan sonra devam ediyor
Bugün fikir hayatımızdaki en sağdan en sola, en milliyetçisinden en enternasyonalistine, en faşistinden en demokratına, kelleci şeriatçısından mutedil Müslümanına, renk renk, ton ton, sosyalistinden, en vahşi liberaline, hatta ülkemizde de rastlanan hilkat garibesi ‘Liberal Sol’una, son yıllarda Türkiye’den şikayetle, kimin için, ne gibi bir risk aldığını bize açıklamadan, durumunu arz ederek, İngiltere’de “Risk Almış Akademisyenler Konseyine” baş vurarak, Oxford’da öğretim üyesi olmak ve İngiltere’de yaşamak isteyenlere kadar, herkesin tek ortak noktasının İttihat ve Terakki karşıtlığı olduğunu söyleyebilirim. Oldukça karmaşık bir tablo. İçinden çıkmak zor gibi. Fakat bir gerçek. Her gerçek gibi alında yatan sebepler var.
İTTİHATÇILARIN KARŞITLARI
İttihatçıların o günkü karşıtlarına bakarsak o da ezber bozan bir tablo. İttihatçıların bu anlamda en amansız karşıtı, aralarında bizim 1980 öncesi yıllarda yaşadığımız sağ sol çatışmasından daha amansız bir mücadele olan Hürriyet ve İtilaf Partisi’dir. Bu İngiliz tezgâhı, yaşadığımız son 75 yılda zihnimizden silinmiştir. Belli bir kültür seviyesindeki insanlar onu son dönemlerde oluşturulan bazı algılarla olduğundan çok farklı bir yapı olarak bilebilir. Adını hiç duymayanımız, bilmeyenimiz için bir hatırlatma olsun diye onu Milli Mücadele yıllarındaki İngiliz Muhipleri’nin bir üst kuruluşu, Kurtuluş Savaşı öncesi Anadolu’da Milli Mücadeleyi boğmak üzere çıkan tüm isyanların organizatörü olarak tanımlayabiliriz. Cephe kurup düşmanla savaşmadan önce, onların organizatörlüğünde çıkan iç isyanlarla boğuşmuşuz.
Adem-i Merkeziyetçi Prens Sabahattin’den, İngiliz Muhipleri’ne, Milli Mücadele’den 70’li yıllara, hatta günümüze kadar, tüm olayların merkezinde Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin ve devamı unsurların izlerini görmek mümkün. Ama bunlar başka yazılarda ele alınabilecek konular. Çok merak edenler bir önceki yazıda bahsedilen kitabı okursa, en hafif şekilde de olsa var ve etkin olduklarını hissederler. Bizim burada yapabileceğimiz konumuzu açıklayabilmek adına tespitlerimize devam etmektir.
KİM ENTRİKACI?
Bugün İttihat Terakki’yi ihtilalci, komitacı, cinayet, entrika, masonluk ve daha nelerle suçluyorsanız Hürriyet İtilaf’ta hepsi, hem de fazlasıyla mevcuttu. Uzatmayacağım baş vurduğunuz kaynakların hepsinde o dönem, Galata Köprüsünde öldürülen gazeteciyi İttihatçıların vurduğu özenle belirtilir. Fakat Sadrazam olan Mahmut Şevket Paşa’yı kimlerin vurdurduğundan bahsedilmez.
31 Mart İsyanı’nı bastırmak üzere Hareket Ordusu’yla İstanbul’a gelen ve koskoca Abdülhamit’i tahtından indirilen Mahmut Şevket Paşa’nın -hem de Sadrazamlık makamında bulunurken- 1913 yılında öldürülmesi konusunda, birkaç silahşorun yakalanıp asılmasının ötesinde, cinayetin nedeni ve kimler tarafından yaptırıldığı, neyin amaçlandığı konusunun üzerini biri örtmüş gibi. Ama her şeye rağmen; Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın Talat Paşa’ya kırgın olduğu, böylece Talat Paşa’nın kendisini sevmeyen birinden kurtulduğu şeklinde koskoca bir ima da ortada bulundurulur.
Gerçekte İttihat ve Terakkiye mal edilen birçok felaket, O gün iktidarda oturan Hürriyet ve İtilaf’ın ve onların sadık hizmetkârı olduğu gücün işidir. Balkan faciasında, halkın İngiliz Kamil Paşa diye andığı sadrazam, İttihatçılar tarafından Bâb-ı âli baskını ile sadaret makamından indirildikten sonra, ev alıp İngiliz toprağı olan Kıbrıs’a yerleşmişti. Buradaki kısa yaşantısında İngiliz devletinin çok üst seviyedeki idarecileri tarafından çeşitli şekilde onurlandırılmıştır. 1913 yılında burada vefat eden Kamil Paşa’nın mezar taşının İngilizce-Türkçe olmak üzere iki kitabesi vardır. Gel gör ki kimsenin gerçekle yüzleşmeye veya pirincin taşını ayıklamaya niyeti yoktur.
Reklamdan sonra devam ediyor
OYUN KURUCULARI
İttihatçı kadro, 1903-1914 sürecinde Balkanlar’da Bulgar, Sırp, Yunan vd. komitacılar ile mücadele ederken, sahnedeki oyuncuların arkasındaki oyun kurucularının birinin, İngilizlerin Balkan Komitesi olduğunu tespit etmişti. Bu komitenin başı ve sahada aktif olan İngiliz Milletvekili Noel Buxton ve kardeşine bir suikast tertip ederek hesabını görmek isterler.
Tahsin Uzer, Balkanlar’da kaymakam iken tanıdığı Buxton’a, 1914 yılında Van’da valilik yaparken, Ermenilerle görüşmeler yapmak üzere geldiği zaman rastladığını yazar. İttihatçı kadrodan olan Uzer’in, İngiliz Milletvekili Buxton ile Balkanlarda ve Doğu Anadolu’da karşılaşması ilahi bir tesadüf olmadığı gibi, İttihatçıların ne için kiminle mücadele ettiğini bilmeden, değerlendirme yapanlar açısından da hiç bir önemi yoktur. Tahsin Uzer’in hem Osmanlı döneminde hem de Cumhuriyet döneminde suçlananlar baş listesinde yer alması da belli ki ilahi bir tesadüftür. Ama bu tesadüfü mümkün kılan ilah kim ve nerededir.
Vatan için bu amansız mücadelenin Balkan Dağları’nda başladığı, ve 1. Dünya Savaşı’na girilmesi ile ilgili; sırası ile İngiliz, Fransız Alman ve en son Rusya olmak üzere tüm kapıların çalınıp ret cevabı alındığı unutulur. Savaş başladıktan sonra Almanya o da Genelkurmayının reddine rağmen Kayzerinin emri ile bizimle ittifak yapmayı kabul etmiştir. O’nun nedenleri ise hepimizce malum. Ama bizim daha önce eşi görülmemiş bir savaşta neden müttefik arayışında olduğumuza dair tek kelime yoktur. Zaten gerçeğin de pek bir önemi yok. Edinilmiş algılar yetiyor.
HEDEFİ İYİ BİLİYORLAR
Algıları ile yetinmeyenler için fikir verebilir düşüncesi ile bir de madalyonun arka yüzüne bakalım ve İttihat ve Terakki’nin o gün içte ve dışta kimlerle boğaz boğaza savaştığına bakalım. Siz yedi düvelin burnunun kırıldığı Çanakkale’yi hatırlayın. 1950’lerden sonra unutturulup son yıllarda hatırlanan Kut’ül Ammare’yi düşünün. Ben bir iki kelime ile anlatmak durumundayım. Onun için daha kısa ve öz bilgi vereceğim. Mondros mütarekesi sonrasında.
Belge Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde, DH.İ.UM, E-120/36-93 numarada. 11 Mart 1919 tarihli belgeyi okuduğumuz zaman, yurdun diğer yerlerinde olduğu gibi İttihat ve Terakki Partisi’nin tüm mal, emlâk ve eşyasına el konulması istenmişti. Birinci Dünya Savaşı’nda Rus donanması, 1917 yılı Mayıs ya da Ağustos ayında, Karadeniz sahillerindeki Ordu ilimizin açıklarına geliyor. Şehirde bombardıman ettiği yerler arasında İttihat ve Terakki binası da var. Yukarıda kaydını verdiğimiz belgede, binanın 1917 yılındaki bombardımanda tahrip olduğu gibi eşyası da harap olmuş ve o günden sonra Ordu’da İttihat Terakki adına ne kulüp ne bina ne de emlak veya eşyanın mevcut olmadığı bildiriliyor.
Bir örnek de yurdun batısından verelim. Mondros Mütarekesi olmuş, İngiliz Donanması geçilmez olan Çanakkale Boğazı’ndan bütün ihtişamı ile geçmiş, İstanbul’a demirlemişti. Gelişmeleri yine belgelerden okuyalım. İhtilafçılar hemen İttihat ve Terakki’nin Çanakkale’deki en yetkili kişisi olan, İttihat ve Terakki Çanakkale Murahhası Mehmet Efendi’yi ve İttihatçı ileri gelenlerinden Meclisi-i Umumi azası Halil Efendi’yi tutuklatmıştı. Çanakkale’deki idareciler bu şahısları ne yapacağını bilmedikleri için, durumu İstanbul’a sordu. BOE, 4558/341827 numarada kayıtlı yazışmalardan; İngiliz Kuvve-i Askeriye Komutanlığı, Meclis-i Umumi azası Halil Efendi’nin Çanakkale Mutasarrıfının mesuliyeti altında Çanakkale’de tutulmasını, İttihat ve Terakki Murahhası Mehmet Efendi’nin ise Çanakkale’deki İngiliz Askeri Karargâhına teslimini emretmişti. Bu emir, Sadrazam ve Dahiliye Nezareti vasıtası ile mutasarrıfa iletilmiş ve Mehmet Efendi kollarına kelepçe takılarak iki İngiliz süvarisi muhafazasında Kumkale’deki İngiliz karargahına sevk edilmişti.
İttihat ve Terakki’yi karşıtları ile anlayabiliriz diyerek başladığımız yazıda, içte ve dışta bunca amasız düşmanla boğuşan ve Osmanlı’nın var olması adına, ölümüne bir mücadeleye girmiş olan son neslin, sahip olduğu iman ve inanç konusuna devam etmek adına zamanı ve şartları açıklayabildiğimizi düşünerek, yazımıza devam edeceğiz.
https://www.aydinlik.com.tr/vatanseverligin-oncusu-ittihat-ve-terakki-ozgurluk-meydani-temmuz-2018
İlk yorum yapan siz olun