İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Amaç fiili durum yaratarak demokratik haklardan vazgeçmek mi?

ARŞİV-Geçen ay Ermen vakıfları için bir üst yapılanma modeli öneren Avukat Setrak Davuthan, bu hafta da vakıf seçimlerinin tarihçesini sunuyor ve vakıf yöneticilerini, seçimlerin yaptırılmadığı bir ortamda, seçme ve seçilme hakkının kaybolmasını kabul etmeyip, yeniden tesis etmeye yönelik bir çalışma yürütmeye çağırıyor. 

SETRAK DAVUTHAN

A) 1328’de (1912) yürürlüğe giren, hükmi şahıslarla ilgili kanunla Osmanlı Hayır Müesseseleri olarak nitelendirilen, daha sonra 1936 yılında yürürlüğe giren 2762 sayılı Vakıflar Yasası’nın muvakkat (geçici) A maddesiyle beyanname vermek suretiyle vakfa dönüştürülen azınlıklara ait kilise, yetimhane, hastane gibi kuruluşların yönetimi; kendi örf ve âdetlerine uygun olarak cemaat mensuplarınca seçim yoluyla iş başına getirilen heyetlerce (kurullarca) yapılırdı. 

B) Ancak seçim yoluyla yönetici seçimine ilk müdahale, kanunun neşrindenikisenesonra14.07.1938 tarihinde yürürlüğe giren 3515 sayılı yasayla karşımıza çıktı. Bu yasa adı geçen kurumların idaresinin Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından atanan ve ‘tek mütevelli’ diye adlandırılan kişilere tevdi edilmek suretiyle gerçekleştirilmesi düzenlemesini getirdi. 

Yaklaşık 11 yıl süreyle devam eden bu uygulama, atanan kişilerin yetersizlikleri ve birtakım suistimallere ve bu kurumların idaresinde birtakım zorluklara sebebiyet verdiğinden 1949 yılında hükümetin Meclis’e sunduğu bir tasarıyla, seçme ve seçilme hakkı yeniden cemaat mensuplarına tanındı. 

Meclis’e sunulan ve 5404 sayılı kanunla 1949 yılında yürürlüğe giren değişiklik maddesine ilişkin tasarı, Meclis’te yapılan görüşmeler sonucu Rum cemaatinden Milletvekili Nikola Fakaçelli ve Musevi cemaatinden Salamon Adato’nun tasarı hakkındaki olumlu görüşleriyle yasalaştı ve cemaat vakıfları mülhak vakıf statüsünden çıkarılarak daha otonom bir yapıya kavuştu ve seçim yoluyla işbaşına gelen heyetlerce yönetilmeye başladı. 

Seçimlerin ne şekilde yapılacağına dair yeni bir düzenleme (tüzük yönetmelik) yürürlüğe sokulmadığından, seçimler her cemaatin kendi örf ve âdetleri doğrultusunda öteden beri uyguladıkları esas ve usuller dahilinde, keza idarenin zaman zaman kolluk kuvvetleriyle empoze ettiği çeşitli müdahalelerle yapıldı. 

C) 27.02.2008’de yürürlüğe giren 5737 sayılı Vakıflar Yasası da 6/2 maddesiyle cemaat vakıflarının, mensuplarınca seçilen heyetlerce idare edilmesi esasını benimsedi ve bu konudaki esasların çıkarılacak yönetmelikle belirleneceğini hüküm altına aldı. 

Daha sonra 27.09.2008’de yürürlüğe giren yönetmelik, 2933 maddeleriyle konuya iyi kötü bir düzenleme getirdi. Ancak Vakıflar Genel Müdürlüğü, seçim uygulamalarından kaynaklanan idari davaları gerekçe göstererek yönetmelikteki seçimle ilgili maddeleri iptal ederek seçimleri dondurdu ve yenisinin hazırlanmasına dek mevcut kurulların göreve devam edeceklerine dair bir genelge yayımladı. 

Hukuka aykırı genelgenin iptali için, kısa sürede yenisinin yayımlanacağı ümidiyle hiçbir cemaat vakfı seçimleri donduran genelge hakkında idari yargı yoluna başvurmadı. 

Yönetmelik yayımlanmasına dair yasal yükümlülüğü yerine getirmeyen Vakıflar İdaresi’nin idare hukuku kuralları çerçevesinde bir hizmet kusuru işlediğini açıklıkla söyleyebiliriz. 

Siyasi unsurların ve bürokrasinin bu hususun cemaatleri ilgilendiren bir konu olduğundan, devletin müdahale etmek istemediği yolundaki bazı açıklamalarının tutar yanı yoktur. Zira yürütme, kendisine verilmiş olan yetki ve görev çerçevesinde bir düzenleme yapmak yükümlülüğü altındadır. 

Bir düzenleme yapılamaması veya yapılmamasının bir politika olarak benimsenmesi durumunda, cemaat bilinçsizce yapılan girişimlere sahne olmaktadır. 

D) Genelgenin yayımlanmasının üzerinden geçen beş yıla yakın zaman zarfında yönetim kurullarındaki üye sayısı ölüm, istifa veya sair sebeplerle azalan bazı cemaat vakıflarının, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne başvurmak suretiyle, öngördükleri kişilerin kurullara atanmasının yapılması yolunda birtakım girişimlerde bulunduklarından bahsedilmektedir. 

Halbuki yöneticilerin bu şekilde bir girişim yapmak yerine yönetmelikteki iptal edilen hükümlerin yerine yeni hükümlerin yürürlüğe girmesi yolunda çaba sarf etmeyi yeğlemeleri gerekir. Yaklaşık 70 yıl önce bu kurumların kendilerine özgü idare ve çalışma şekil ve şartlarının bulunduğu gerekçesiyle ortadan kaldırılan anti demokratik bir usulün hortlamasına çanak tutacak fiili bir durum yaratmalarının açıklanacak hukuken tutarlı bir gerekçesi bulunmamaktadır. 

Ama buna rağmen, toplumu demokratik haklardan yoksun bırakmayı yeğleyen, analitik düşünmeyi bir kenara atmak isteyen birileri mi var acaba aramızda? 

Temennim, vakıf yöneticilerinin bu konuda daha akılcı ve hassas bir duruş sergileyerek siyasi kanallarla diyalog için girip yasa buyruğu doğrultusunda yönetmelikteki seçimle ilgili yeni hükümlerin bir an önce yürürlüğe girmesi için üstün çaba sarf etmesidir. 

27 Haziran 2018, Beyoğlu (AGOS)

 

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın