“Çerkez, Arnavut, Lazlar, Araplar alınmaz mı, onların oyunu niye böyle istemiyorsunuz sevgili liderlerimiz. Üzerine sadakat yemini ettiğiniz/edeceğiniz anayasada böyle mi yazıyor. Eski Fransız Adalet Bakanı Patrick Deveciyan kendisine Ermeni asıllı diye hitap eden Banu Avar Hanım’la arasında geçen aşağıdaki diyalogu siz Türkiye’de duyamazsınız. Bakın da ibret alın.”
Kemal Üçüncü yazdı
Peşinen söyleyelim. Muhalefete oy vereceğiz, muhalefet içinde önde görünen aday ve partileri tercih edeceğiz. Bu seçim bir siyasal sistem tercihini ifade ediyor olmasından dolayı başka ölçütleri dikkate alacak durumda değiliz. Amacımız muhalefeti tenkit edip zayıflatmak değil aksine testi kırılmadan olumsuzluklara ve çıkış yollarına “duyacak kulak varsa” dikkat çekmektir.
Yarışın muhalefet için öndeki adayları olarak, bilhassa sizlere acizane uluslararası bağımsız akademiyanın dostane ve kardeşçe bir ikazı olarak algılamanızı istirham ederim.
En azından benim açımdan; okuyucularımı, yurttaşları bilinçlendirmek, uyarmak adına vicdani bir görevdir.
Bu bağlamda siyasal partilerin sergiledikleri tabloyu hakkaniyet ölçüsünde kendi görebildiğimiz pencereden “bilimsel yönteme uygun olarak” görmeye, değerlendirmeye çalışacağım.
Türkiye yakın tarihinin en sıkıntılı ve çalkantılı siyasal ve sosyal sürecinden geçiyor. Siyasal sistem değişikliği getirecek büyük bir değişim programı ve ona bağlı olarak seçim süreci gündemde. Bütün bu süreçlerde mensup oldukları sosyal sınıfları ve felsefi siyasi düşünceleri temsil ediyor olan siyasal partiler sisteminin durumuna baktığımızda içler acısı bir tablo ile karşı karşıyayız.
Aydınlar susmuş, üniversite ünite köşesi, mevsim şeridi hazırlıyor, fiilleri çekiyor, tüketemedi gitti. Ben de bir şiir hazırladım Orhun’un kenarında okuyacağım nasip olursa…
HALA CEVAP YOK
Liderler ve çevreleri talip oldukları görevle, ağır mesuliyetle mütenasip bir tahlil ve projeksiyon sunamıyorlar.
Piyasalar yanıyor en ciddi tavsiyeler “indim derelerine/bilmem nerelerine” türünden. Neoliberal paradigmanın o bildik zırvalarını bir o yandan, bir bu yandan evirip çevirip anlatıyorsunuz.
Tıkandığımız nokta burası.
Bir yeni feylesofi bir grand strateji ortaya koymak zorundayız, çocuk oyuncağı değil bu ülke, ağır bir tehditle karşı karşıya.
Sosyal medyada “bağımsız merkez bangacılara!” Çin Merkez Bankası, bağımlı mı bağımsız mı diye sordum hala cevap yok.
Prof. Dr. Birgül Ayman Güler hoca sosyal medyada itirazını şöyle dile getiriyor:
“Bağımsız Merkez Bankası, bağımlı Türkiye demektir. Merkez Bankasının ulusal siyaset-idareden bağımsızlığı, küresel piyasalara/derecelendirme kuruluşlarına/küresel para şebekesine bağımlılık demektir. Emperyalizm bunlardan başka ne ki! ‘Bağımsız Merkez Bankası’ dünyanın para tekellerine/bunların tekelci piyasalarına bağlı Merkez Bankası demektir. Yabancı sermayenin elindeki Osmanlı Bankasının merkez bankası yetkilerine son verip ulusal bankasını kurmuş olan Türkiye gibi bir ülkede buna ‘siyaset’ demek ayıptır.”
Bağımsızlıktan kastınız nedir? Siyasetin kendi politik manipülasyonlarına uygun kararlar almasını engellemek mi? Yoksa, ülkenin milli bir ekonomik perspektifine uygun para politikaları uygulanmasını sınırlamak mı?
Neoliberalizm ikisini de istiyor, siz neden istiyorsunuz acaba diye sormak lazım gelmez mi?
Partier Kürt seçmen arıyor. Bitti, olsa dükkan sizin.
Çerkez, Arnavut, Lazlar, Araplar alınmaz mı, onların oyunu niye böyle istemiyorsunuz sevgili liderlerimiz. Üzerine sadakat yemini ettiğiniz/edeceğiniz anayasada böyle mi yazıyor. Eski Fransız Adalet Bakanı Patrick Deveciyan kendisine Ermeni asıllı diye hitap eden Banu Avar Hanım’la arasında geçen aşağıdaki diyalogu siz Türkiye’de duyamazsınız. Bakın da ibret alın.
Eskiden solcular özellikle etnisite, cemaat, din, dil üzerinden ayrılıkları vurgulamayı severlerdi şimdi diğerleri de bu kervana katıldı. Neoliberalizm Tanrısı piyasa böyle emrediyor.
“Banu Avar: Siz bir Ermeni olarak 1915 olayları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Patrick Deveciyan: Ben Ermeni değilim Fransız’ım.
Banu Avar: Ama siz Ermeni kökenlisiniz.
Patrick Deveciyan: Burası bir ulus devlet ve ben de Fransız yurttaşıyım. Yani Fransız’ım.
Banu Avar: Ama siz değil misiniz Türkiye’de, kürt, laz, çerkez, süryani denilmeli diyen?
Patrick Deveciyan: O başka.
İşte işin püf noktası bu cevapta saklıdır. “O başka/bu başka”
Şimdi oradan bir kamacı hocam Kürt yok mu diye atılacak, ama bize sökmez. Vardır, bir Türkolog olarak bunları merak edene, karpuz sergicisi bilgileriyle değil kaynaklarıyla anlatırız.
Bu oyunu artık son Suriye ve Irak olaylarında Kürt kökenli Türk vatandaşı kardeşlerimizin gördüğüne inancım tamdır. Bakış açınız, eski tabirle noktayı nazarınız yanlış.
Yanlış açıdan bakarak doğru fotoğrafı göremezsiniz.
Din, etnisite, mezhep, cinisyet, kuyruğu var mı? Üzerinden siyaset, çağdaş dünyada, hukuk devletinde bizim hala önemsediğimiz aydınlanma geleneğinde ilkellik diye addedilir. Hukuk devleti ve demokratik teori önündeki her türlü sıfattan arınmış çıplak insanı tanır.
Biz halk nedir, millet nedir, boy nedir, aşiret nedir, klan nedir, etnisite nedir farklarını ve müktesebatını biliriz, kasaba avukatından parti yöneticisi avukatları sıkıştırırsınız bu kabzımal sözleriyle…
**
İNANDIK…
AKP’nin seçim beyannamesi adeta “15 yıldır yapamadıklarım” itirafnamesi gibi. Bir çaresizlik ve tıkanmışlık, paradoks manifestosu…
Neoliberalizme açık ve net olarak bağlılıklarını bildiriyor.
Döviz düşünce büyük bir başarı öyküsü diyorlar, “hakikaten de öyle oldu inandık” şimdi, yükselince dış güçler ve masonlar retoriği kendi içinde onulmaz bir çelişki olarak duruyor.
Niye engellemediniz, sorusunu sormayacağımızı varsayıyor olmalılar.
İçinde bulundukları ekonomi politik tercih, onları bu kısır döngüye mahkum ediyor. Esasen Türkiye’de bütün siyasi partileri paradoksa, kaosa sürükleyen ekonomi politik tercihleridir. Bu anlamda farklı siyasi görüşleri retorikten ibarettir, esasında bir ve aynıdırlar. Biri mahcup neoliberal, öteki gizli neoliberal, beriki doğrudan neoliberal, öbürü adını bilmeden neoliberal.
[Vatan partisinin programının burada ayrıştığını belirtmek, isterim oy vermesek de hakkı teslim etmeliyiz.].
Üstelik bunu Türkiye’nin girdaptan çıkmak için uluslararası finans piyasalarını rahatlatıcı bir taktiksel adımı olarak ifade etmiyorlar, buna resmen inanıyorlar.
“SERBEST MERKEZ BANGACI”
Hem solcu, sol yumruk havada, hem Atatürkçü, Endüstri 4.0’cı, hem CHP’li, hem NATO’cu , hem Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı taraftarı, hem Müdafa’â-yi Hukukçu, eşit vatandaşçı, hem neoliberal, “serbest merkez bangacı”, Avrupa Birliği’ni eleştirenlerin eline cetvelle vuracak. Bütün bunlar hiçbir tenakuz yaşamadan aynı cümle içerisinde ifade edilebiliyor; üstelik ahali, plaza gazatacıları, bundan çok memnun oluyor. İyi de bu durumda AKP’ye niye kızıyorlar, ben de bunu anlayamadan gideceğim galiba.
Şimdiki solcuların önemli bir kısmı bir alem, eskiden birinci filan içilirdi, “iç birinci ol devrimci” derlerdi, iki asgari ücret fiyatına ayakkabı alıp, Stickhouse’da beslenip, pahalı evlerde oturup emeğin sömürüsü filan diyorlar, ilginç, liberal gomenos, diyor Zizek bunlara [Bill Gates vb], kapitalist gibi kazanıp solcu gibi harcayım diyor. Bu garip, ayağı yere basmayan, Türkiye’nin sosyal gerçekliği ve dinamikleri örtüşmeyen laflar hep o mecralardan geliyor.
Sizi gidiler!
“Sazına vuran eline kurban emmoğlu”
Kim tutar elini, “Doldur sofi çay doldur” pardon, kadehe rakı doldur biz de “karışturduk” frekansları.
İşler karışık. Durumumuz yok, elde yok avuçta yok, kabadayılık olmaz böyle, etrafla dalaşmayıp biraz nefes alalım, sonra milli bağımsız politika yapalım, iması bile olsa kabul, bir bir taktik adımdır deriz ve destekleriz.
MHP tarihinin en zayıf profili ve retoriği, beyannamesi ile bu seçime giriyor, inandırıcı hiçbir tezi yok. Temsil profili çok sınırlı ve zayıf. Millü beğa diyor ama açıklamalar hiçbir stratejik esasa planlamaya, analize dayanmıyor, kendi içinde çelişkilerle dolu. Bu bilinçli bir tercihtir, statükonun çizdiği alanda oynayacağımı kabul ve taahhüt ediyorum demektir. Vasat kadrolarla ve arabesk söylemlerle 150 yıllık milli mefkûre geleneğini takdim etmek ve tahdit etmek “biz, yarış bittikten sonra da koşan atlar” için hüzün vericidir, ağır hakaretler, hayal kırıklıkları içerir, itiraz ediyoruz, kabul etmiyoruz, belgeli olarak itham ediyoruz, tarihe maşeri vicdana not düşüyoruz.
Oysaki bu partinin kurucu ve doğal lideri tek başına parlamentoda iken Cevdet Sunay’a karşı Cumhurbaşkanı adayı olmuştur.
Artık anlatamayız.
Türkiye’ye en çok lazım olduğu sırada bu büyük gelenek servis dışı ve iddiasız.
“Nazarbayev, 500 yıl sonra tekrar Türk dünyasının gündemine Avrasya odaklı Hazar -Karadeniz birleşmesi”ni getirdi milli mahfiller sus pus.
İftarı bekliyorlar ondandır herhalde!
Ne kadar hüzün verici…
BİZİM İTİRAZIMIZ TARİHSELDİR
Parlak çeket, büyük telefon, taşlı yüzük, imamesi uzun tespih, yelek, mezarlık selfiesi, rabbim, teravih, oruç retoriğinden sıra kalmıyor galiba. Ha bir de şeker pembesi çıktı bu ara vekil adayı ceketi olarak.
Sayın Genel Başkanın etrafında pervane gibi dönüp, faziletlerini sayıp döküp yıllarca görev yaptığı halde kamuoyuna kayıtlı tek bir “siyasi” itirazı, bitmiş bir cümlesi, önerisi, projesi olmayan, “gurt yapıp gardaş” ederek bu çileli tabanın saf duyguları üzerinden kendini kaskolatan, sırf yer bulamadığı için cuş u huruşa geçenler, muhalif olan, kadro bulunca hiçbir itirazları olmayan “Türk büyükleri” ayrı bir kategoridir, hiçbir şekilde onlarla aynı sepete girmeyiz. Gelinen noktada hepsinin mesuliyetleri vardır.
Bizim itirazımız, teorik, ilkesel ve tarihseldir.
Muhaliflere de muhalefet içerir ve halen caridir.
Yazıp ortaya koyduk vaktiyle.
Aydın itirazıdır.
İyi Parti yeni bir soluk olarak geldi, heyecan yarattı, kamuoyu hala kredisini açık tutuyor, lakin beklenildiği gibi yeni bir söylem ve aday profili ortaya koyamadı. Zaman yetersizdi, kabul etmek lazım. Meral Hanım üzerinden bilinip, tanınan, yürüyen bir siyasi hareket olarak devam ediyor. Öndeki aday profillerinin büyük çoğunluğunu daha önce siyasetten tanıyoruz, yeni fikir ve düşüncelerini bilmediğimiz kimse yok. Neoliberal programdan medet umuyorlar, oysaki sorunun esası orada. Bu çelişkiyi kısa sürede fark edip aşacaklarına inanıyorum. Millete umut verecek, parlak, mantık ve matematiği olan projelerle çıkmaları lazım.
CHP bildiğimiz CHP, iki ileri bir geri sosyolojisinin ve zengin insan desenini gerektiği gibi kullanamıyor. Sayın Kılıçdaroğlu’nun kişisel performansı ve manevralarıyla son dönemde elde ettiği büyük bir popülarite ve sempatiye yaslanıyor. Program ve söylemler zayıf ama kitle hiç olmadığı kadar hedefe kilitlenmiş ve umutlu, heyecanlı; siyaset bir umudu beslemek ve yansıtmaktır.
Muharrem hocam bu projeleriniz öğretmenevinde, TMMOB’da hoşgin oynarken çok tatlı, ortalama aydın tipi için sevimli ve sempatik velakin içinde çelişkiler var. Tashih etmeniz yerinde olur
Devasa bir kaynak sorunumuz var.
Seçim beyannamesi açıklandı bunlar yok. Bu iki temel sorunu çözmeyen zaten Türkiye’yi idare edemez.
Daha önce de eleştirdim, ayrıntılı anlatacağım, şu kadarını söyleyeyim en iddialı proje Merkez Türkiye ayakları yere basmıyor. Büyük resimle yakın deniz ve kara havzamızla bağlantısı yok. Çin ile İpek yolu ticaretini nereden yapacaksınız? Bakın Nazarbayev orada yırtınıyor Hazar Karadeniz entegrasyonu için. Otlu peynir yiyip, saz çalarak nara atılıyor, duymuyor kimse. Karadeniz, demiryolu ile Akdeniz’e bağlanacakmış belli ki arkadaşımız Türkiye demiryolları haritasına bakmamış, Samsun limanı demiryolu ile Akdeniz’e bağlı. Trabzon’u kastediyorsa burada da var Erzincan’dan demiryolusu aparan ekipler, nazar almayın hep beraber. “Tomatis” taşırsınız!
Oysa Trabzon’dan 2 saat sonra Gürcistan demiryolları üzerinden Vladivostok’a kadar giden Avrasya demiryollarına bağlanıp 2 trilyon dolarlık Avrasya ticaretinin alternatifsiz tek rotası olma fikrini bu kafalara yıllardır anlatamadık. Çin geldi, yanı başımızda Karadeniz’in en büyük limanını inşa ediyor. Günaydın!
2 yıla SGK “mayış!” ödeyemeyecek hale gelebilir, açık sizin ifade ettiğiniz gibi 24 milyar değil, 83 milyar…
Enerji faturamız 37 milyar dolar döviz gerektiriyor.
Var mı çözümü? Hemen şimdi yarına tahammülü yok.
Bence var!
100 dolarlık ihracat için 60 dolar ithalat yapıyoruz.
Sorunlar çok ağır, retorik ve laf yarıştırma üzerinden çözülecek gibi değil.
Eğitim öğretim bitmiş siz yazılım diyorsunuz
Üniversite sistemimiz felç olmuş.
Öyle zart diye yaparım, pat diye ederimle ayağa kalkacak gibi değil.
Anaokulundan, lisansüstüne, AR-GE’ye kadar bu ülkenin köklü bir kültür ve eğitim reformuna ihtiyacı var. Yurtdışına doktoraya gönderirim, çözüm değildir.
Heyecanınıza yürekten katılıyorum ama meselenin ciddiyetine uygun bir çözümleme ve kadro hareketini dikkatinize sunuyorum.
Geneli itibarıyla tüm listelerde, bir çay ocağında sıkılsanız dünya ahvali, üzerine sohbet edebileceğiniz %5 bir aday profili var. Bununla Türkiye’nin kangrenleşmiş devasa meseleleri çözülebilir mi? Tabi ki hayır zaten kimsenin retorikten öte böyle bir iddiası yok beyan ettiği çözüm yok. Nereden bulurlar bu ekipleri muammadır, şaşılacak şeydir.
BU BİR BEKA MESELESİDİR
Sivil toplum ölü taklidi yapıyor, burjuva nerede? unuttuk bile, yeşil suğan mevsimi güveç yapıp yiyorlar belki de. Hepsi uyanık hepsi akıllı arsayı onların arzı endam edecekleri şekle döndürecek yiğitlerin mücadelesini bekliyorlar siperde, güvenli limanlarda.
Bir bütün olarak siyasi partiler sisteminin yapısı Türkiye’nin sorunlarını algılayıp, özümseyecek, tahlil edip çözümleyecek donanımdan uzaktır. Olayları ve sonuçları ancak görebiliyorlar oradan yargıya varıyorlar, bilimsel bakış açısını bilmedikleri için görüneni gerçek zannediyorlar.
Bu anlamda Türkiye’de Sol, Muhafazakar ve Milliyetçi siyaset ve düşünce geleneklerinin masa, nisa, kasa, arazi, villa, parlak çeket kaygısı olmayan aydın kadrolarının önündeki öncelikli ödev, 12 Eylül’ün koyduğu ve kalıcı olarak tahkim ettiği gocuklular vasatını üreten Siyasi Partiler Kanunu’nun alaşağı edecek teori ve pratiği ortaya koymaktır. Bu bir beka meselesidir. Nitelikli bir siyasi kadro olmadan Türkiye sorunlarına çare üretilemez, bu istemden nitelikli temsil çıkmaz, kimseyi aldatmaya hakkımız yok bu sistemin demokratikliği kağıt üzerindedir hiçbir anlamı yoktur. Kararları tercihleri, siyaset ve halk değil liderlikler belirliyor.
Ben bütün aydınları siyaseti millet adına geri kazanmak ve demokratikleştirmek halkçı ve kamucu, müzakereci bir demokratik duyarlılığın kendine yer açması mücadelesinin her şeyden daha önemli ve öncelikli olduğunu ifade etmek istiyorum.
Bunların hiçbirine laf anlatamayız!
Evet bugünkü Siyasi Partiler düzeni ve rejimi 12 Eylül’ün ürünüdür liderlerini bile yargıladılar ama bu mevzuata elbirliği ile dokunmadılar. Türkiye’de varsa bir derin mekanizma onun en mümeyyiz vasfı Türkiye’yi her anlamda kontrol eden ,donduran, ve çözümsüzlükte kilitleyen lider kültüne odaklı marabacı siyasettir. Ekonomi politiği belediye imar rantları, hemşeri dernekleri, siyasete müzahir işçiye uzak sendikalardır. Buralar Türkiye’de hizmet ve mücadele mevkileri değil kariyer basamakları atlama tahtalarıdır. Yüksek başarıları! sonucu siyasete zıplarlar.
ÇOKÇA CAHİL VE BİLGİSİZLER…
Düşünmeyi bilmiyoruz; olaylar, sorunlar, semptomlar, görünüşler, bulgular “Theoriya /Nazariye” bağlamına oturtulmazsa, tahlil edilemez. Nazar edeceksin, yüksek bir tepeden ormana bakacaksın, tek tek ağaçlardan ormana geleceksin. Nazar/teoriye yaslanarak attığın ağ bütün bu sorunları kapsayıp kucaklayacak bir imkan sunmalı.
Askeri, siyasi, bürokratik elitlerimiz uzunca bir süredir vasat ve vasat altı seviyede. Ülkemizin en büyük talihsizliği, kıramadığı kısırdöngü budur maalesef. Mevcut tabloyu bu kadroların toparlamasının imkan ve ihtimali yoktur, özellikle not edelim.
Bunlarla derdimize çare bulamazsınız.
Biz halen ezber, kes kopyala yapıştır ile kültüre ve beşeri dünyaya ait olgu ve durumlar üzerinde konuşabileceğimizi onlar hakkında önermelerde bulanabileceğimizi zannediyoruz.
Uygar dünyada teorik meseleler entelektüeller, filozoflar, düşünürlerce açıklanır. Kamuoyu, medya düzeni ve kanallar onlara dikkat eder. Siyasiler bu mecralardan beslenirler. Siyasi partilerin hepsinin araştırma enstitüleri, siyasal ve stratejik düşünce üreten merkezleri vardır. Bilgiye ve bilene değer verilir. Zira bu kadar karmaşık olaylar silsilesi başka türlü yerli yerince anlaşılıp yorumlanamaz, doğru kanaat oluşturulamaz.
Bizde durum hiçbir şeye benzemiyor. Gazeteciler, bir de bunların araştırmacı yazar tipleri, büyük telefonlu parlak ceketli kasaba politikacıları var, bütün sisteme hakimler. Ayrıca bunlara eşlik eden her dalda uzman akademiya mankenleri var. Çokça cahil ve bilgisizler, tam olarak bildikleri hiçbir konu yok, kulaktan dolma el yordamı bilgilerle yuvarlıyorlar.
Kendileriyle beraber fert başına 7 yıl eğitim düzeyi olan halkı da bir gayya kuyusuna yuvarlıyorlar. Kâinatla ilgili umum meseleler etrafındaki görüş ve düşünceler bunlardan ve bunların seçtiği kendileri gibi vasattaki adamlardan neşet eder, basın mecrası bunların elindedir. Çok şükür ki günümüzde sosyal medya bu eşitsizlikçi düzeni bozdu, bu çaka satanların okunma düzeyleri sosyal medyada neredeyse yok gibi ama olsun fors bin beşyüz.
İşin tuhafı rical-i devlet ve siyaset de bu vasata mahkum. Orada da işler bu minvalde dönüyor.
Böyle bir tabloda kime ne anlatılır?
Milli stratejik akıl üretmeniz gerekiyor.
“Sert şiir okuyarak, gider yaparak, asarım keserimle keşke işler hallolsa.”
Henüz ortada bir temel ana strateji [Grand strategy] yok.
Edebali vasiyeti bile MHP’nin anlayışından daha ilerici.
1- TEORİK SORUNLAR VE ÖNERİLER BAHSİ
Tüm medeniyetlerin kurucu temelleri, muhakkak ki bir evren tasavvurundan, varlık, etik, bilgi, insan, siyaset, anlayışından başlayarak, diğer alanlara doğru genişler. Türk kültürünün genel planda özelde Türk milliyetçiliğinin mevcut açıklama modelleri artık bu çağı açıklamaktan ve izahtan varestedir.
Uygarlık tarihindeki büyük gelişim ve dönüşümlerde milletlerin, kendi kültür havzalarının ve dünya kültür mirasının temel metinleri ile kurdukları diyalojik ilişkinin çok önemli bir rolü olduğu bilinmektedir. Bu açıdan her çağın ve o çağı yaşayan milletin kendi çağına ve ihtiyaçlarına özgü okuma ve yorumları yapması son derece önemlidir. Bilimsel, dini ve kültürel metinlerin nihaî ve donmuş bir anlamı yoktur. Bu mirasla kurulacak ilişkinin düzeyi ve derinliği, yaratıcılığı yeni bir medeni hamle için temel referansları oluşturacaktır. Bütün bu okuma ve diyalog, ontolojik, epistemolojik ve etik düzeyde açılımlara imkan vermeli, zaman, mekan, insan, evren, dünya, eşya, siyaset felsefesi anlayışını temellendirebilecek bir kuşatıcılığı olmalıdır. Türkler kendi tarihlerinin son yüz yıllık dilimi öncesinde bu ameliyeyi çok başarılı bir biçimde başarabildikleri için tarihlerinin her döneminde bulundukları coğrafyanın belirleyici aktörleri olagelmişlerdir. Modern dönemde Türk düşüncesi bir kriz halindedir.
Daha önce belirttim Sonuç yerine yeniden vurgulamakta yarar var:
XXI. yüzyılın eşiğinde Türkiye ve Türk dünyası dünyadaki Avrasya’daki jeopolitik depremlere bağlı olarak sarsıntılar geçiriyor. Yakın kara ve deniz havzamızda çatışmalar ve çelişkiler bütün şiddeti ile devam ediyor.
Bütün bu çatışmalar ve çelişkiler yumağı Türkiye’ye ve Türk dünyasına ürettiği tehdit ve riskler kadar avantajlar ve yollar da açıyor.
Paradoks Türkiye’nin bütün bu sorunlar yumağını bir sorunsal olarak tanımlayıp, tasnif ederek, sistematize edip ekonomi politik perspektifli olarak çözüme kavuşturacak teorik açıklama ve anlamlandırma yeteneğinden mahrum olmasıdır.
Son 300 yıldır bize özgü bir epistemolojk anlayış bir yeni anlam küresi bir perspektif kuramadık.
Siyasi partilerin gocuklu kadrolarına göre böyle şeyler önemli değil, mesele onlar gibi “ham cevher” liyakatli kadroların işbaşına gelmemesi ile ilgili oysa, her şey çok kolay.
Halbuki ülkemizin meseleleri “iyi ve kötü adamların yer değiştirmesi ile aşılabilecek kadar sıradan değil.” Epistemolojik bir kriz yaşıyoruz, politikacılar meseleyi doğru tahlil edemiyor ne yazık ki, ayırım yapmıyorum bu tespitim hepsi için geçerli.
Yaşadığımız sefaletin arkasında bu sefil ve çağdışı tavır vardır.
Büyük diplomasi ve devlet geleneklerinin arkasında çok ciddi akademik kurumsal bilgi üretim süreçleri, bilimler akademileri, bize, doğu dünyasına dönük olarak şarkiyat enstitüleri var.
Sizin neyiniz var?
Tarih bilinci ve tarihsel kimliklerimiz bizim aslî kimliklerimizdir, politik kimliklerimiz ki “hele Türkiye’de tali ve yüzeyseldir”.
Türk milletinin dünya görüşü [=Weltanschauung] ve Selbstbewusstsein [=kendilik bilinci/kendinin farkında olma] süreçleri bu yeni değerler dünyası ve ihtiyaçları, sorunları cevaplayacak şekilde yeni bir “ideolojik” referansa/ yoruma, harmanlamaya ihtiyaç durmaktadır.
Kendilik bilincini oluşturan şey [wer oder was bin ich=ben kimim veya neyim?] sorusudur. Bu sualin altı teorik olarak, bilimsel, metafizik ve popüler düzeylerde doldurulduğu, aydınlığa kavuşturulduğu süreçlerde Türk milletinin muazzam bir enerji ile üretkenleştiği söylenebilir. Kendilik algısını ve benin bilgisini oluşturan şey Fichte’ye göre “Ben varım” (Ich bin) cümlesiyle başlar.
Oğuz Kağan “Kün Tuğ bolsın Kök kurıkan” derken Kaşgarlı “Türkçeyi öğreniniz zira Türklerin hakimiyeti uzun olacaktır” derken M. Kemal “Müdafa’â-yi Hukuk derken hep “ben varım” dediler.
Bu özgüvenin altını dolduracak olan şey teorik akıl [bütün türleri ile] ve bilgidir.
Siyasal İslamın dili ve tarih şuuru yoktur, boşluktadır, köksüzdür.
Dış politikadaki krizlere baktığınızda “Pembe İncili Kaftan” ve “Muhsin Çelebi” tipolojisinin eksikliğini görürüsünüz. Ne gariptir ki bu süreği ve bilinci Dr. Kıvılcımlı’da görüyorsunuz, diğerlerinde göremiyoruz mesela.
BU MİLLET İSTERSE…
Kıvılcımlı, Kırşehir’de mahpusken kendi isteğiyle doktor az olduğu için cezaevinde hastalara bakarmış
Doktor, 5000 yıllık Türk töresini harmanlıyor Oğuznamenin felsefesini yansıtıyor.
Yüksek Devlet görevleri kâr değil, feragat ve şeref içindir. Şeref, kişi yararını zedelediği ölçüde gerçektir.” [Dr. Hikmet Kıvılcımlı]
“Kız anadan görmeyince öğüt almaz/ Oğul babadan görmeyince sufra [sofra] çekmez.”
Türk töresinde “Beylik” ve saygınlık yedirme, içirme iledir, oturma kalkmayı protokolü bilme iledir, konak ağırlama, düşküne yardım etme iledir.
Hayatında “masada” oturmadın nereden bileceksin?
Şimdi gençler ne demek masada oturmadın? Her gün oturuyoruz diyecek.
“Masada oturmak”, masada yetişmek, sofrada bulunmak başka şeylerdir, yaşı yetenlere sorsunlar, hanum hey!
Melâli anlamayan nesle aşina değiliz.
Evet, modern pedagojide bu tarihsel yargıya katılıyor çocuklarınıza ahlak dikte etmeyin, ahlaklı olun yeter, onlar sizi göreceklerdir diyor. Bu kültürel gelenek “hüd hüd kuşu nağmeleri ile saf dışı edildi”.
Teamül ve kurumsal hafıza olmadan büyük siyasal kültürel iddialar ortaya konulamaz.
Koysanız da bizdeki nevzuhur tarihte olmayan “Abdülhamit Han” konsepti gibi olur.
Pembe İncili Kaftan idrak edilseydi böyle olmazdı.
Pembe İncili Kaftan’ı “diplomasinin en temel metinlerinden” biri yapardım ben olsam ve aklı başında bir tarih felsefecisine bu semineri verdirirdim.
Kadim Türk metafiziği ve tarihsel birikimi [ayırımsız bütün birikimi ile] bu imkana sahiptir.
Bu birikimi siyaset felsefesi ve tarihsel bilince dönüştürecek bir milli irade ve oluşuma ihtiyaç vardır.1000 yıl önce Çayardı havzasında Harezm Akademisinde olduğu gibi.
Ayle salonumuz vardır üst katta, taşra lokantası, çek bir döner, iki haşlama, büyük tabakta, eti büyük olsun iki sele ekmek! kültürü bizi çürütüyor.
Zordur işler ama asla imkânsız değildir.
Bu millet isterse küreyi yerinden oynatır.
Kemal Üçüncü
İlk yorum yapan siz olun