Murat Nağış – Aktüel Arkeoloji Dergisi Yazı İşleri Müdürü
Mike Lazaridis adını ilk duyduğumda şaşırmamış, içinden geçip gittiğim Galata’nin yıkık dökük sahipsiz evlerinin içler acısı haline bakarak çok üzülmüştüm. Lazaridisler giderken geride bıraktıkları bu evlerin içinde neler yaşanmıştı kimbilir. Yıllar sonra aynı duyguyu Walter Isaacson’un, Steve Jobs biyografisi ile yeniden yaşadım. 1894 yılında Malatya’da doğan ve sonrasında Amerika’ya göç eden Louis Hagopian, teknoloji çağının en büyük dönüştürücülerinden biri olan Steve Jobs’un hayatında önemli bir yer edinmişti.
Bu topraklarda başlayan ama burada bitmeyen ne çok hikâye var.
Fikrin, bilginin ve insanın göçü, bu coğrafyanın elinden birçok şeyin akıp gittiği hissi veriyor insana… Bu nedenle 20. yüzyılda değil de 21. yüzyılda yakalamaya çalıştığımız sanayileşmeyi anlamak yerine, geriye kalan son değerlerin üzerine “bu vatan bizim” gibi ifadeleri nereye koyacağımızı düşünüyoruz.
Mike Lazaridis’de Steve Jobs gibi 21. Yüzyıla damgasını vurmuş çağın en yaratıcı insanlarından. Lazaridis, Blackbery gibi dünya çapında marka olmuş önemli bir telefon şirketinin kurucusu, aslen Karadeniz kökenli Rum bir ailenin çocuğu, 1961 yılında İstanbul’da doğduktan sonra 6 yaşında iken ailesi Kanada’ya göç etmiş. Kanada’da telefon çağının en önemli şirketlerinden birinin kurucusu olmuş. Lazaridis gibi pek çok Anadolu coğrafyasında yetişmiş insan son 100 yıl içinde farklı nedenler ile göç etmek zorunda kaldı. Bu göçler özellikle binlerce yıldır kentli olarak yaşayan Anadolu insanının binlerce yılda biriktirdiği tüm birikimin yok olup gitmesinde de önemli yer edindi.
Osmanlı coğrafyasında kentli olan nüfusun önemli bir kesimini Ermeniler, Rumlar, Museviler oluşturuyordu. Özellikle Anadolu’da binlerce yıl boyunca iç içe yaşamayı öğrenen bu halklar, zanaata dayalı üretim biçiminde büyük başarı sağlayarak kendilerini geliştirmişlerdi. Eğitimli, ticaretten anlayan, küçük çaplı işletmeleri olan ve sermayenin önemli bir kısmını elinde bulunduran bu halklar Osmanlı tebaasının bir parçası idi ve ne Osmanlı ne de bu halklar kendilerini öteki olarak görüyordu.
Peki kimdi bu Rumlar, Ermeniler ve Museviler neden yoklar ve onların gidişi geleceğimizi nasıl etkiledi?
Arkeolojik kalıntılara baktığımız zaman Anadolu’da, Göbeklitepe’nin hemen sonrasında Neolitik ile başlayan yerleşik uygarlık, yaklaşık 12 bin yıl boyunca hiç aralıksız üst üste günümüze kadar devam etmiştir. Bu süre içinde – 12 bin yıl – sayısız uygarlık, kültür, halk katman katman, tabaka tabaka yaşamış ve kültürel aktarıma dahil olmuştur. Hiçbiri sonsuza kadar bu coğrafyanın sahibi de olamamıştır ama uygarlığı bir bayrak yarışı gibi birbirlerine devretmiştir. Hititler Friglere, Bizans Osmanlıya …
Büyük İskender’in Hindistan’a kadar geniş bir coğrafyayı fethetmesi sonrasında büyük bir globalizasyon, yani Hellenleşme yaşandı. Site devletlerinin çökmesi, sınırları olmayan bu yeni dünyada yerel kültürler “Hellen – Yunan” kültürü ile sentezlenmesine yol açtı. Bu sentez ile kısa sürede “din”den “dil”e her bakımdan büyük bir değişim yaşandı. Kısacası MÖ 4. yüzyıl ile başlayan süreçte Anadolu başta olmak üzere geniş bir coğrafya da Hellen – Yunan “ hakim kültür” oldu. Anadolu’nun Hellenleşmesi ile birlikte Yunanca hem yazılı hem de sözlü dilde gelecek yüzyıllarda da kullanılmaya devam edecekti.
Bu durum yaklaşık iki yüzyıl sonra Roma’nın Anadolu’ya gelmesi ile değişmeye başladı. Roma yavaş yavaş Anadolu’nun politik gelişmelerine müdahil olarak askeri güç gösterileri yapıyordu. Bu sürede Roma uygarlığı da değişiyor, yönetimsel olarak cumhuriyetten imparatorluğa doğru aşama aşama sürükleniyordu. MÖ I. yüzyıla gelindiğinde Augustus tüm düşmanlarını ortadan kaldırarak Pax Romana (Roma Barışı) ile savaşacak düşmanın kalmadığını ilan edecek, Anadolu’da yavaş yavaş Roma’nın ana gövdesini oluşturacaktı.
Artık Anadolu Roma’nın bir parçası idi ve Roma İmparatorluğu Anadolu’da askeri garnizon kentleri ile iyice yerleşmeye başlamıştı. Askeri, siyasi, ticari ve kültürel olarak her şeyi kontrol etmeye başlayan Roma imparatorluğu, her şeyi kendine göre yeniden düzenledi. Bu durumu bilim insanları “Romanizasyon” olarak adlandırdı. Siyasi ve askeri yönetim Roma’nın elinde olmasına rağmen halk hâlâ Hellence konuşmaya devam ediyordu. Özellikle Anadolu’da Latincenin resmi statüsü bir süre daha yürürlükte kalsa da MS 7. yüzyıl başlarında Roma İmparatorluğu’nun resmi dili İmparator Heraklius tarafından Hellence olarak kabul edildi. Sonraki çağlarda “Roma” kelimesi halk dilinde Rum olarak kullanılarak devam etti. Bu nedenle Erzurum şehir isminin sonundaki “rum” eki aslında Roma döneminin coğrafi tanımlamasından günümüze kadar ulaşmıştır.
Konstantin’in MS 330 yılında İstanbul’da İmparatorluğunu ilan ederek, Kontantinopolis’i yeniden inşa etmesi ile Doğu Roma İmparatorluğu – ki biz ona Bizans olarak tanıyacağız- resmi olarak kuruldu ve Anadolu bir kez daha değişmeye başladı, Hristiyanlık yeni imparatorluğun resmi dini oldu ve binlerce yıllık pagan gelenek ile yavaş yavaş yeni din, Hristiyanlığın içine yerleşmeye başladı. Anadolu’nun yeni kültür katmanı vardı artık: Hristiyanlık.
Yani Anadolu’da gezerken, bir Yunan tiyatrosu, Roma Tapınağı ya da Bizans kilisesi ya da Osmanlı camii görebilirsiniz, bunların birini bağrınıza basıp diğerinin reddetmezsiniz. Çünkü özünde Anadolu’dur, hiçbiri çağlar boyu bir diğerini yok etmemiştir aksine birbirinin içinde zenginleşmiş, bir diğerine kendinden bir şeyler aktararak kültürel olarak devam etmiştir.
Hellenler, Romalılar, Hristiyanlık ve öncesinde Ermeniler bu topraklarda uzun süre yaşamış ve büyük kültür katmanları oluşturmuşlardı.
Selçuklu, Osmanlı, Türkler ya da Müslümanlık Anadolu’ya geldiğinde tüm bunlar ile karşılaşmıştır, bunların bir kısmı ile karışmış, bir kısmını korumuş, bir kısmı ise zamanla yok olmuştur.
Bu coğrafyanın en acı süreçlerinden biri olan 1915 olayları, binlerce yıllık kültürel, entelektüel, zanaatsal bilgiyi de yok etti. Anadolu, bir anda fikir olarak, kültür olarak, birikim olarak yoksullaştı, azaldı, kendi uzuvlarını kaybetti. Bu topraklardaki binlerce yıllık birikim, deneyim topraklarından sökülen insanlar ile birlikte gitmişti.
1915’ten sonra ikinci büyük yıkıcı dalga ise 6-7 Eylül olaylarıdır. Bu kez, Anadolu’nun köklü halklarından biri olan Rumlar, yerlerinden, yurtlarından söküldü. Geride bıraktıkları, işyerleri, dükkanları, evleri, ibadet yerleri yakılıp yıkılmıştı. Rumların gidişi ile sadece bir halk gitmedi, bir kültür de gitti. Yine Ermenilerin gidişi gibi, binlerce yıllık birikimde yok olup gitmişti. Geriye bugün işgaliye evleri ve Belediye’nin talanına düşen Beyoğlu’nun eski binaları kaldı.
Mike Lazaridis ve onun gibi nice binlercesi bu kaybettiğimiz değerler arasında kaybolup gittti. Geriye onlardan son birkaç kilise, birkaç yapı kaldı…
Kilisenin duvarına “bu vatan bizim” yazmakla da bu vatana sahip çıkılmadığını bilmek gerekir, yoksa “bu vatandan” kovduğun insanların ürettiği teknolojiyi satın almak için Apple ve Blackbery’nın kapısında bekleyeceğini de…
https://www.birgun.net/haber-detay/bu-vatan-bizim-ama-hepimizin-216582.html
İlk yorum yapan siz olun