İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

1915’ten Paylan’a: Kurumsal ve Kolektif Lincin Sürekliliği

Özcan Kırbıyık
Özcan Kırbıyık, 1915’ten günümüze ‘Ermeni Soykırımı’ tartışmalarına ilişkin: 1915’ten Garo Paylan’a: Kurumsal ve Kolektif Lincin Sürekliliği’ni yazdı. Devletin “muteber ve makbul vatandaşları”  Ermeni kıyımından bahsederken “Sözde Soykırım” demeyi eksik etmezler. Walter Benjamin’in “estetize edilmiş yaşam” olarak işaret ettiği bu tür hayatların yüceltilmesinin temelinde yüzleşmeyi mümkünatın el verdiği en sert biçimde reddediş yatmaktadır. Bu reddediş sadece işlenen suçun gözlerden ırak tutulması değil, “öteki” olarak algılanan, yani gerçek kurbanlara, reddin yansıtılmasını da içeren bir tür ideolojidir: Yani, inkarın inkarıdır.

Hükümetin tarihe “Allah’ın bir lütfu olarak” not düştüğü 15 Temmuz darbe girişimi, şiddet ve linç kültürü etrafında kümelenmiş bir cemaatin oluşturulması için bulunmaz bir fırsata çevrilmiş vaziyette. Bunun için de toplumsal birçok motif ve banal milliyetçilik simgeleri kullanılıyor.
GARO PAYLAN’IN TBMM’DE BİR GÜNÜ: “SÖZDE SOYKIRIM”DAN ÖZDE LİNCE
HDP İstanbul Milletvekili Garo Paylan, 13 ocak günü, Anayasa değişikliği teklifinin 11. maddesinin görüşmelerinde söz alıyor ve Türkiye tarihinde yok sayılan kesimlerin ya sessizliğe büründüğünü ya da isyan ettiğini anlatmaya çalışıyordu. Ve ekliyordu Paylan, “1913-1923 yıllarında Ermeniler, Süryaniler, Rumlar ve Yahudiler kaybedildi. Büyük katliam ve soykırımlarla bu topraklardan ya sürüldüler ya da mübadelelere uğradılar.”
Paylan’ın, ‘soykırım’ kelimesini kullanmasıyla beraber AKP’li vekiller bağırışlar ve hakaretler eşliğinde kürsüye yöneliyordu. TBMM Başkanvekili ve aynı zamanda AKP Adıyaman milletvekili olan Ahmet Aydın da Paylan’a, devletin muteber ve makbulbir vatandaşı edasıyla,“Hâl ve hareketlerinize dikkat edin” diye sesleniyor ve sözlerini geri almasını istiyordu.
En nihayetinde; MHP,CHP ve AKP’nin ortaklığı ile Paylan’a ‘soykırım’ ifadesi nedeniyle TBMM’den üç birleşim boyunca “meclisten çıkarılma cezası” veriliyordu. Günün sonunda da yine MHP-CHP ve AKP’nin ortak kararıyla Garo Paylan’ın sözleri TBMM tutanaklarından da çıkarılıyordu.
HDP İstanbul milletvekili Garo Paylan’ın seçilmiş zümrelerce modern ve bürokratik bir şekle bürünmüş olan bu tür bir linç gösterisine maruz kalması ve bunun tabii bir toplumsal refleks olarak görülmüş olması, Türk devlet aklında 1915’in  sürekliliğinin başka bir kanıtı olarak görülebilir.
Halbuki, HDP’li Paylan’ın meclis kürsüsünden atalarının başından geçenleri kendi toplumsal belleği ile dile getirmek istediği için linç edildiği gün olan 13 ocaktan bir gün önce,tartışılan anayasa değişikliği teklifinedeniyle, AKP ve CHP’li vekiller birbiriyle tekme tokat kavga etmişti. Bu iki farklı siyasi geleneğin, mevzu etnik ve dinsel azınlıklara uygulanan linç politikalarıile yüzleşme olunca aynı saflarda sıkı sıkıya birleştikleri bir kez daha gün yüzüne çıkmış oldu. Bu durum diğer bir taraftan, Ermenilere ve diğer azınlıklara yönelik uygulanan ve aynı zamanda kurumsallaşmış olan kolektif linç kültürünün “milli ve ahlaki” meşruiyetini ortaya koyuyordu.
Başka bir deyişle; Garo Paylan’aönce AKP’li milletvekillerince, sonra da “yandaş medya” diye tabir edilen merkez medya eliyle uygulanan linç gösterisine CHP ve MHP’nin iştahla iştirak etmiş olması 1915’ten bugüne kadar süregelen Türk devlet aklının Ermeni kıyımına yönelik “hepimiz oradaydık” psikolojisinin dışavurumu gibiydi.
Bu, Ermeniler ve diğer gayrimüslim nüfus üzerinde zaman zaman uygulanan “milli infialin” devletin ve hükümetin kontrolü altında şekillendirildiğinin bir piyesi gibiydi adeta. Paylan’ın kürsüde konuşmaya çalıştığı esnada AKP ve MHP sıralarından yükselen küfür ve hakaretler ise bu piyesin en tarihsel perde arkasını yansıtıyordu.
1915 için “devletin haklı tepkisi” olarak inşa edilen “kurumsalalgı”, bu sefer “Milli refleks” olarak meşrulaştırılan bir reaksiyon olarak TBMM sıralarında hortlamıştı.
Garo Paylan, çoğu mezarsız ve yasının hakkıyla tutulmasına dahi izin verilmemiş olan yüzbinlerce Ermeni’nin akıbetini dile getirmek istiyordu. Kürt dengbejlik tarihinin mihenk taşlarından biri ve aynı zamanda 1915’in “asli” kurbanlarından biri olan Aram Tigran’ın vasiyeti olmasına rağmen naaşının Diyarbakır’a gömülmesine içişleri bakanlığınca izin verilmemiş olması da bunun yakın zamandaki örneklerinden sadece biridir. Ve tam burada,JudithButler’in “kırılgan hayat” olarak resmettiği ve kimlerin yasının tutulabilir, kimlerin yasının tutulamaz olduğuna karar vermek ihtirasında olan egemen portresi Paylan’ın tam karşısında mevzilenmişti bile. Esasen bu şekliyle egemenler, öteki gördükleri -yani asıl kurbanları- kesimlerin ölülerinin yasının tutulmasına engel teşkil ederek,ölenin hiç yaşamamış olduğunu vaaz ediyor ve öleni insanlık dışına çıkarma girişiminde bulunmuş olurlar.
Türk toplumunda, 1915 olaylarının bir ölçüsüzlük, bir tecrübesizlik ya da hasbelkader bir olay olarak değil, bilakis büyük bir kahramanlık mitosu olarak pazarlanıldığı herkesin malumudur. Mikro anlamda bunun bir örneğini Hrant Dink  cinayetiyle bütün dünyanın gözleri önünde acı bir şekilde tatbik ettik. Önce linç edilen sonra da sokak ortasında katledilen Hrant Dink’in 2 gün sonra ölüm yıl dönümü. Ve bizler bugünlerde de yine bir Ermeni’nin TBMM’de linç edilişini konuşuyoruz. Linç kültürü, değişen zaman ve mekanlarda kendini yineliyor ve yeniliyor.

Yorumlar kapatıldı.