İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türk ya da Türkiyeli? Türkiye’de kimlik tartışması

Arus Yumul /Sosyolog
Osmanlı İmparatorluğu kendini, her ne kadar bir eşitlikten sözedilmese de, çok-etnikli ve çok-mezhepli görüyorken, Türkiye Cumhuriyeti kimlik, din ve kültür bütününde tek bir kimlik dayatmıştır. Başta Kürtler olmak üzere bir dizi grup Türk ulusal kimliğine asimile edildiler. Gayri-Müslim Hıristiyan ve Yahudi azınlıklar ise sembolik olarak bu ulusal aidiyetin dışında bırakıldılar. Bilgi Üniversitesi öğretim görevlilerinden, sosyolog Arus Yumun ile Türk ve Türkiyeli arasındaki tartışmayı ele aldık.Türk vatandaşlarından söz etmek genelde, ayrıcalıklı kimlik adına ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ sözünün de işaret ettiği azınlıkların asimilasyonunu savunmak demektir. Buna karşılık, Türkiye vatandaşlarından bahsetmek, vatandaşlık aidiyeti ve çoğunluk kültürü, çoğulcu ve çokkültürlü kimlikten yana ayrıştırmak demek.

Türk ve Türkiyeli tartışmasının geçmişi neye dayanıyor?
Bu yeni bir tartışma değil. Cumhuriyet kurulurken de Türkiyeli kavramının kullanılıp kullanılmayacağı tartışması yapılmış fakat daha sonra Türk kelimesi üzerinde karar kılınmış. Ancak 90’lı yıllarda kimlik ve genel olarak etnik olmak “moda” olunca, özellikle egemen kimliğin dışında kalanlar/bırakılanlar “kimlik siyaseti”ne girdiler. Bir yandan çokkültürlülük söylemlerine eklemlenip kültürlerinin korunması taleplerini dile getirdiler, öte yandan da uğradıkları haksızlıkları, baskıları dile getirdiler. İşte bu dönemde dünyada da çokkültürlülüğün moda olmasıyla, “alt kimlik” kategorisine indirilmiş etnik gruplar, neden kimliğimiz  egemen kimliğin altında “alt kimlik” sayılsın, kendi kimliğimizi neden açıkça ifade etmeyelim diye sormaya başladılar ve kapsayıcı şemsiye kimlik olarak Türk yerine Türkiyeli kavramı (hatta o zaman Anadolulu kelimesi de tartışılmıştı) önerildi. Ama bu bazı kesimler için “küfür” gibiydi. Egemen kimliğin verdiği adlandırmayı sorgulamak bir cüret gibi kabul edildi ve güçlü bir karşı-söylem de eşzamalı dolaşıma girdi.
Bu talep nereden çıktı, azınlıklar böyle bir şey talep edemezlerdi her halde, daha çok Kürtler mi?
Azınlıklar zaten azınlık, adı üstünde, tabii ki Kürtlerden çıktı. Türk olmayan Müslümanlar diyelim, ama bu gruplar içinde en kalabalık olan Kürtler olduğu için onlar ve liberal kesim tarafından dillendirildi. Azınlıkların yeri farklıdır, onların statüsü zaten Lozan Antlaşmasıyla belirlenmiştir, onlar zaten egemen anlayışta ve dinleri itibarıyla millet tanımının dışındadır.
Cumhuriyet döneminden  biraz daha geriye gittiğimiz zaman Osmanlı kavramıyla karşılaşıyoruz. Osmanlı Ermeni’si, Rum’u demek gayet normal bir durumdu ve Osmanlı tarafından bizzat kabul edilmiş bir şeydi.
Osmanlı zaten farklı kimliklerden oluşuyordu, imparatorluk mantığına dayanıyordu. Ancak farklı kimlikler arasında eşitlik söz konusu değildi; millet-i hakime ve millet-i mahkume ayrımı vardı. Müslüman ve gayri-Müslimler arasında bir hiyerarşi söz konusuydu. Bu eşitsizliği Osmanlıcılık fikri ortadan kaldırmayı amaçladıysa da bu durum fazla kabul görmedi, çoğu zaman uygulanmayan soyut bir ilke olarak kaldı. Kazanan ideoloji Türçülük oldu, ve Türkleştirme politikaları uygulanmaya başladı.
Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar yaşanan siyasi süreçlerinden yola çıkarsak, Türk kimlik kavramı çok değişikliğe uğradı mı?
Türkiye Cumhuriyeti teorik olarak toprak ve eşit yurttaşlık temeline dayalı sivil/cumhuriyetçi/asimilasyonist  millet modeline uygun olarak, ülke sınırları içinde yaşayan ve Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı herkesi, dil, din etnik köken gibi aidiyetlerine bakılmaksızın “Türk” olarak tanımlamıştır. Bu tanım “Türk”ün etnik anlamda değil siyasi anlamda devlet vatandaşlığı olarak anlaşılmasını öngörür. Ancak hukuki anlamda devlet vatandaşlığıyla belirlenen “Türk”ün tanımı gerçekte hem etnik ve dini, hem de sivil unsurlar içermektedir. Sevan Nişanyan’ın gösterdiği gibi “Türk” ve “Türk milleti” terimlerine Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren üç ayrı anlam yüklenmiştir: 1) “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup, Türk dilini, kültürünü ve ulusal ülküsünü benimseyen herkes Türk’tür” diyen siyasi/cumhuriyetçi tanım; 2) “Türkiye’nin Müslüman halkı Türk’tür” diyen dini/İslami tanım; 3) “Orta Asya’nın otokton ahalisi Türk’tür diyen etnik/ırkçı tanım.” Bu üç tanım farklı oran ve vurgularla da olsa resmi anlayışı dahilinde yer bulmuş ve Cumhuriyetin Türk tanımı siyasi, dini ve etnik unsurların iç içe geçtiği muğlak bir kavrama dönüştürülmüştür..
Siyasi kimlik kavramından söz ettiniz, o zaman Türk ve Türkiyeli vatandaşlık meselesi midir, kimlik mi yoksa siyasi mi? Sorun nerede yatıyor?
19. yüzyıl ulus-devletlerin kurulduğu ve yaygınlaştığı yüzyıldır ve burada çeşitli ulus-devlet kurma yolları vardır. Bunlardan egemen kimliği, başat kimliği asli kimlik olarak kabul eden ulus-devletler çoğunlukladır. Türkiye de dahil olduğu bu ülkelerin sembolleri, mitleri, dilleri, tarih anlatıları bir egemen kimlik etrafında şekillenir, diğerlerinden beklenen bu kimliği içselleştirmek, “alt kimlik” olarak tanımlanan kendi kimliklerini de özel alana hapsetmek, kamusal alana bu kimlikleriyle çıkmamaktır.
Bu tartışma kapsamında Türk ve Türkiyeli nasıl tanımlanıyor?
Herkes Türktür dediğimiz zaman bütün diğer kimliklerden beklenen “ne mutlu Türküm diyene” sözünün işaret ettiği gibi bu kimliği kabul etmeleridir. Türkiyeli kelimesi ise bir coğrafyaya işaret eder ve o coğrafyada yaşayan farklı kimliklerin varlığını kabul  eder, Amerikalı gibi.
AKP’nin  nasıl bir rolü var bunda, tabii eğer varsa?
Olmaz olur mu! AB giriş süreciyle bir değişim başladı, Türkiyelilik ilk o zamanlar tartışılmaya başladı. “Kürt realitesini tanıyorum” diyen Süleyman Demirel idi ama AKP ile beraber kimlikler daha rahat ifade edilmeye, tartışılmaya, talepler ifade edilmeye başlandı. Buna bir de dünyadaki çokkültürcülük tartışmalarını eklemeliyiz.  Ama buradan nereye gideceğimiz belli değil.
Türkiyeli ve Türk tartışması rafa kaldırılmış gibi duruyor, nasıl söndü?
AB süreci başladığında Türkiyeli kimliği çok tartışıldı, bu üst kimliğin kabul edilmesi gerektiğini söylendi ama süreç durdu, barış süreci bitti, çatışma çıktı ve bu tartışmalar da tamamen unutuldu. Dünyada da çokkültürcülüğün modası geçti. Farklı kimliklerin başat kimliğe asimilasyonu, hiç olmazsa entegrasyonu fikri ön plana çıkarıldı. Çokkültürlülük tartışmaları kısa sürede egemen kimlik tarafından kendi kimliğinin korunması hakkı olarak yeniden tanımlandı.
Köken kelimesi de çok kullanılır. Mesela Ermeni kökenli Türk diyorlar… Burada kökenli kelimesini sorunlu buluyor musunuz?
Bu anlayış Türk ile Türkiyeli arasındaki ayrımla örtüşüyor. Türkiyeli Ermeni mi, Ermeni kökenli Türk mü? Yıllarca Kürt kelimesini kullanmak bir tabuydu, Kürtler var demek de. Bunlar cezai işlem gerektiren sözlerdi. Fakat gayri-Müslim azınlıklar için durum farklıydı. Çünkü onların kimlikleri devlet tarafından uluslararası bir antlaşma ile “azınlık” olarak tanınmıştı. Buna rağmen azınlıklar için bile kökenli tanımının kullanılması ulus devlet mantığının bir tezahürüdür. Yoksa zaman zaman iddia edildiği gibi kapsayıcı, içselleştirici bir yaklaşımın tezahürü değildir. Unutmayalım ki bu ülkede gayri-Müslimleri “yerli-yabancılar” olarak tanımlayan resmi belgeler yayımlanmıştır.
Türkiye kurulurken asıl amaç Türk olmayan Müslümanları asimile etmek onları Türkleştirmek iken, konu gayri-Müslimler olunca amaç onları disimile etmekti. “Vatandaş Türkçe Konuş” örneğinde olduğu gibi çeşitli asimilasyoncu politikalara maruz  kalmışlarsa da, gayri-Müslimler dinleri itibariyle Türk sayılmamışlardı, yani millet denen muhayyel cemaatin gerçek veya müstakbel üyeleri değildir anlayışı hakimdi. Cumhuriyet dönemindeki politikalara baktığımızda bunu göreceksiniz.
“Vatandaş Türkçe konuş”tan söz ettiniz, aklıma Türk mu yoksa Türkiyeli tartışmanın geçmişine baktığımda, çok sık rastlanan şeylerden biri  geldi; Türkçe konuşan Türk’tür. Bunu nasıl anlamalıyız?
Dilin modern milliyetçilik ideolojilerinde yeri önemlidir. Milliyetçilik öncesi bu topraklarda kimliğin esas belirleyicisi din iken milliyetçilikle birlikte dil dinin yerini almıştır. Bununla hem özellikle Türk olmayan Müslümanların Türkleştirilmesi, hem de dil birliğinin sağlanması amaçlanmıştı. Egemen kimliğin diğer sembolleri gibi dili de devletin sadece resmi dili değil milletin de anadili sayılmıştır.
Milliyetçilik tartışmasının bir parçası da milletin tanımıyla ilgilidir. Türk millet üst kimlik mi yoksa etnik bir grubun adı mıdır?
Egemen kimlikler etnisite kavramını kendileri için kullanmazlar, onların kimliği milli kimliktir. Zaten, ulus devletin de ürünü olduğu modernist anlayışta, modernleşme ile daha “geri” bir anlayışın eseri olan  etnik kimlik, daha “ileri” bir olguya işaret eden, hatta ilerlemenin son durağı kabul edilen milli kimlik karşısında önemini kaybedecekti. Bu anlayış etnisite konusunun moda olduğu doksanlarda dahi değişmedi. Ulus devletlere adını veren ya da başat kimlik sayılan kimliklerin de birer etnik gruba aidiyeti ifade edip etmediğinin sorgulanması çok daha sonradır.
Anayasa’da yazıldığı gibi din, dil, ırk ayrımı yapmadan uygulamada herkes gerçekten eşit olsaydı bu tartışma yine de olur muydu? Türk kelimesi sorunlu olur muydu?
Belki olmazdı, çünkü bir adlandırmaya takılıp kalmanın ötesindedir sorun. Eğer farklı grupların kimlik hakları kabul edilseydi sorun belki yine çıkardı, ama bu kadar şiddetli olmazdı diye düşünüyorum. “Siz yoksunuz” diyen bir anlayışa “biz varız buradayız” cevabının verileceğini öngörmek gerekiyordu.
Bugünkü Türkiye’ye baktığımız zaman Türk kimliği inşa eden unsurları neler?
Bu zor bir soru. Bir kimliği oluşturan değişmez, sabit öğelerin olduğunu düşünmüyorum. Kimlikler değişir, evrilir, bazı öğeler kimliğin tanımının dışına çıkarılır, yenileri eklenir,  kimliklerin sınırları bazen gelişir, bazen daralır, konjonktüre göre bu tanımlamalar değişir.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra sanki Türk toplumu kimliğini yeniden yapılandırmaya girişmiş gibi gözüküyor. Örneğin, bugüne kadar bayrak milliyetçilerin bir sembolüydü birden İslamcıların de sembolüne dönüştü. Sanki Türk kimliği artık İslamcılar inşa ediyor gibi bir izlenim var, sizce bu böyle midir?
Baskın Oran Cumhuriyet’in kurucularının öngördüğü ideal kimliği “LaHaSüMüT” olarak tanımlar. Laik, Müslüman Hanefi, Sünni ve Türk. 12 Eylül’den itibaren Türk-İslam sentezi yaratılmaya çalışıldı ve başat kimliğinin bu olduğu söylendi. Özellikle AKP’nin iktidara gelmesiyle kendilerini idealize edilmiş kimliğin dışına itilmiş gören ve kimliklerini kamusal ve siyasal alana taşımak isteyen İslami kesim resmi Türk kimliğini dönüştürmeye başladı. Ama İslami kesimin milliyetçi olmadığını düşünmüyorum. Laik kesimden farkı, milliyetçi sembolleri dini sembollerle birleştirmeleri. Cumhuriyetin kurucuları vurguyu Türklerin İslam öncesi tarihine yaparken bugün artık Türklerin Müslümanlığı kabul ettikten sonraki tarihleri ön plana çıkarılıyor.
Tabi milliyetçi duyguların şekilleri, dereceleri çok farklıdır. Biri daha Türkçüdür, öbürü daha İslami bir milliyetçiliktir, bir diğeri laiklik üzerinde temellenir, ama benim görebildiğim kadarıyla milliyetçilik bu ülkede her kesimde yerleşmiş bir duygudur.
Sizce herkesi tatmin edici bir şekilde olması için Anayasa’da kimlik meselesi nasıl yer almalı?
Vatandaşlık hukuki bir tanımdır, size bazı haklar verir, bazı görevler yükler ama bunu bugünün dünyasında vatandaşlığı belli bir kimlikle ilişkilendirmek ne kadar geçerli bilemiyorum. Türkiye’ye gelen sığınmacıların bir kısmının burada kalıcı olacağını herhalde  öngörüyoruz. Böyle bir dünyada kimlik empoze etmek bence zor olacaktır. Vatandaşlık anlayışı da değişiyor. Vatandaş  olmayanlara oy hakkı tanınsın mı tanınmasın mı tartışılıyor, bildiğimiz klasik vatandaşlık tanımına yeni boyutlar  ekleniyor.
Vatandaşlık, kimlik, kültür bugün dünyanın birçok yerinde tartışılan konular. Küreselleşmenin ekonomik sonuçları, iç savaşlar, siyasi krizler sonucunda ortaya çıkan kitlesel göçler milliyetçi, içe kapanmacı, “öteki”ni dışlayıcı bir karşı tepkiye neden oldu.  O yüzden, bu sadece Türkiye’nin sorunu değil, aynı zamanda dünyanın sorunu. Gelen kim, giden kim? Bu insanları bu ülkede nasıl tutacağız, kimi kabul edip kimi etmeyeceğiz, hangi hakları vereceğiz gibi konular yeniden tartışmaya açılıyor.
Farklılık günümüz toplumlarının tanımlayıcı özelliği, ama biz zaten kırılgan olan birlikte yaşama becerimizi gittikçe kaybediyoruz. Farklılığı ötekiliğe tahvil edip kendimize saf kimliklerden oluşan mekanlar kurmanın hayalini kuruyoruz. Bize benzemeyenin, göçmenlerin, mültecilerin varlığını patolojik bir durum olarak görüyoruz.  Aslında şöyle bir şey olsa, tabi bu bir ütopya, dünyayı yapay sınırlarla ülkelere bölmek yerinde  herkese açık olan, herkese ait bir dünya kavrayışımız olsa belki daha barışçı bir dünyada yaşayabilirdik.
 Söyleşi Lilit Gasparyan

Yorumlar kapatıldı.