İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Müslümanlık harici bir Türklük kabul görmedi

Doğan Çetinkaya dogancetinkaya@gmail.com
Foti ve Stefo Benlisoy’un çalışması Türk milliyetçiliğinin katedilmemiş yolu ‘Hıristiyan Türkler’e dair soruların yanıtlarını arıyor. Foti Benlisoy ile tarihçi Doğan Çetinkaya konuştu…  ‘Hıristiyan Türkler’ vakasını Türk ulusal kimliğinin sınırlarına dair bir başlık olarak ele aldığınız söylenebilir mi? Kesinlikle. Sorun, Türk ulusal hayali cemaatinin Müslümanlıkla yakın ilişkisi, Müslümanlık harici bir Türklüğün düşünülemez oluşuydu. Bu meseleye, yani Türklükle Müslümanlık arasındaki iç içe geçmişliğe dair bugün yaşanan tartışmaların mazisinin oldukça geriye gittiğini, bu hususta sürekliliğin esas olduğunu es geçmemek gerek. Bu adeta simbiyotik ilişki dolayısıyla Türklük ile Hıristiyanlık arasında ulusal bir rabıta hiçbir zaman geçerli olamadı. ‘Türk Hıristiyan’ ya da ‘gayrimüslim Türk’ tabirleri Milli Mücadele devrinde çok yoğun bir tartışmanın konusu olsa da daima birer ‘oksimoron’, terimler arası bir çelişki olarak kaldı. Böylece bir Türk kilisesi kurma girişiminden geriye, cumhuriyet devrinde Patrikhane’yi sıkıştırmak için kullanılan sahte bir kilise oluşumu kaldı.

***
 
Foti ve Stefo Benlisoy’un çalışması Türk milliyetçiliğinin katedilmemiş yolu ‘Hıristiyan Türkler’e dair soruların yanıtlarını arıyor. Foti Benlisoy ile tarihçi Doğan Çetinkaya konuştu.
Müslümanlık harici bir Türklük kabul görmedi
   
Pek bilinmeyen bir konu olduğu için belki en baştan başlamak gerek. Türk Ortodoks Kilisesi neydi, nasıl kurulmuştu?
Türk Ortodoks Kilisesi, 1919-1922 arasında Türk-Yunan savaşının cereyan ettiği zaman diliminde kuruldu. Bu dönemde Anadolu’da yaşayan, çoğunluğu Türkçe konuşan Ortodoks Hıristiyanlar, sürgün ve baskılara karşı Ankara hükümetine sadakatlerini ispatlamak için harekete geçme zorunluluğunu hissettiler. Hıristiyanlara karşı mezalim yapıldığı propagandasına karşı koymak ve Batı kamuoyunun desteğini almak isteyen Ankara hükümetiyse Türkçe konuşan Hıristiyanlardan faydalanmanın yollarını aradı. Her iki cenahın ihtiyaçlarının örtüşmesi, bir Türk kilisesi kurulması girişimini mümkün kıldı. 1922-23 yılları arasında Anadolu Hıristiyanları arasından başını yerel bir ruhani olan Papa Eftim’in çektiği bir grup kendilerini Ekümenik Patrikhane’den ayrıştırdılar ve bir Türk kilisesinin kurulması için çaba gösterdiler.
Bu herhalde teolojik meselelere dair bir ihtilaf değildi…
Elbette. Türkçe konuşan Ortodoks cemaatlerin hangi kilise merciine tabi olacakları ulusal bir sorundu. Anadolu’nun Türkçe konuşan Hıristiyanları 19. yüzyılın sonunda itibaren Türk ve Yunan milliyetçilikleri arasında bunların dilce Türkleşmiş Yunanlar mı yoksa Hıristiyanlaşmış Türkler mi olduğuna dair bir ihtilafın nesnesi haline gelirler. Yunan milliyetçilerine göre Anadolu’daki Hıristiyanların Yunanlığının esas göstergesi Patrikhane’ye bağlılıklarıydı. Dolayısıyla Türk milliyetçileri açısından Türkdil Hıristiyanların Patrikhane’den kopması, bunların Yunan ulusal bünyesinden ihracı anlamına geliyordu. Aslında ‘Türk Ortodokslar’ vakası, Balkan Yarımadası’nda örnekleri görülmüş (ancak bu coğrafyayla sınırlı olmayan) kilise ayrışmaları ve ulusal biçimlenme süreçleriyle uyum gösteren bir vakadır. Buna göre dinin millileştirilmesi, yani bir ulusal dinin şekillenmesi ulusal kimliğin oluşumu ve sınırlarının tayininde belirleyici bir faktördü. Diğer vakalarda olduğu gibi Anadolu Ortodoks Hıristiyanlarının Türk ulusuna içerilmeleri, bir Türk Ortodoks Hıristiyanlığının inşasını gerektiriyordu. Yani Türkçe konuşan Ortodoks Hıristiyanların Türk ulusuna ait olmaları, evvela bir Türk Hıristiyanlığının kurum, kural ve pratikleriyle teşekkül etmesine bağlıydı.
Türk milliyetçiliğinin ana damarının önemli ölçüde İslami aidiyet üzerinden tanımlanıyor olduğu düşünüldüğünde bu girişim bir çelişki değil miydi?
Haklısın. Bir Türk Hıristiyanlığı tesisine yönelik çaba, bir Türk Müslümanlığının inşasına takılmıştır denebilir. Biz çalışmamızda bir Türk kilisesi kurma girişiminin Ankara’nın bir taktik hamlesine indirgenemeyeceğini, Anadolulu Hıristiyanların Türklüğü etrafında dönen tartışmanın bizatihi Türk ulusal kimliğinin inşası sürecinin bir parçası olarak anlaşılması gerektiğinde ısrar ettik. Bir Türk Hıristiyanlığının icat edilmesini Türk milliyetçiliğinde ‘katedilmemiş bir patika’ haline getiren, yani gayrimüslimlerin Türklüğe içerilmesini akamete uğratan şeyse bizzat oluşum halindeki Türk milliyetçiliğinin dinsel içeriğiydi.
Yani Anadolu Hıristiyanlarının Türklüğü tartışması bizatihi hâkim milliyetçilik biçimine aykırıydı denebilir mi?
Evet. 1920’lerin başlarında Anadolu’daki Müslüman nüfus için kolektif öz farkındalığın başat unsuru dindi ve Milli Mücadele sırasında farklı Müslüman etnik grupların desteğini garantilemenin yolu İslam’ın altını çizmekti. Bu durum sadece işgale karşı mücadelenin dayattığı bir gereklilik değildi. Senin de çalışmalarında aktardığın gibi, Balkan Savaşları’nın ardından İslamı temel seferberlik söylemi olarak kullanan ve bu anlamda dini kimliği ulusallaştıran bir ‘Müslüman milliyetçiliği’ hâkim hale gelmişti. O halde, Anadolu Ortodokslarının oluşturduğu dinsel cemaatin ulusallaşmasının Anadolu ve Rumeli’deki Müslümanların ulusallaşmasıyla taban tabana zıt olduğunu söyleyebiliriz. Bir Türk Hıristiyanlığının inşası süreci, Müslümanlığı esas alan Türklük tarifine, yani hâkim ulusal kimlik tanımına aykırı sayılmış ve Türkçe konuşan Hıristiyanların zorunlu nüfus mübadelesine dâhil edilmesi temelde bu nedenle gerçekleşmiştir.
1920’lerin ikinci yarısından itibaren Türklüğün daha laik bir tanımına doğru yaşanan kayma bu durumu değiştirmedi mi?
Bahsettiğin değişim Türkdil Hıristiyanların Türk ulusuna kabulünü hiç değilse teorik olarak kolaylaştırabilirdi. Mesela Türk milli kimliğinin laik terimlerle yeni baştan tanımlanışı sürecinde bir kilometre taşı olan Türk Tarih Tezi, gayrimüslimlerin Türk olabileceği iddiasına alan açıyordu. Ne var ki 1930’larda dahi ‘Hıristiyan Türkler’ ulusal birliğe kabul edilmemişlerdir. Müslümanlığı hiç değilse fiiliyatta Türklüğün bir olmazsa olmazı sayan anlatı, bu dönemde dahi baki kalmıştır. Son bölümde ele aldığımız göç ve vatandaşlık politikaları, Türk milli kimliğinin tanımlanmasında dini kıstasın bu dönemde dahi başat olduğuna dair oldukça net bir resim verir. Dolayısıyla güya Türklüğün din dışı esaslarla tanımlanışının cari olduğu bir devirde dahi din, yine ulusal aidiyeti belirleyen temel ve göz ardı edilemez bir kriter olarak karşımıza çıkar.
Bu söylediklerinden hareketle ‘Hıristiyan Türkler’ vakasını Türk ulusal kimliğinin sınırlarına dair bir başlık olarak ele aldığınız söylenebilir mi?
Kesinlikle. Sorun, Türk ulusal hayali cemaatinin Müslümanlıkla yakın ilişkisi, Müslümanlık harici bir Türklüğün düşünülemez oluşuydu. Bu meseleye, yani Türklükle Müslümanlık arasındaki iç içe geçmişliğe dair bugün yaşanan tartışmaların mazisinin oldukça geriye gittiğini, bu hususta sürekliliğin esas olduğunu es geçmemek gerek. Bu adeta simbiyotik ilişki dolayısıyla Türklük ile Hıristiyanlık arasında ulusal bir rabıta hiçbir zaman geçerli olamadı. ‘Türk Hıristiyan’ ya da ‘gayrimüslim Türk’ tabirleri Milli Mücadele devrinde çok yoğun bir tartışmanın konusu olsa da daima birer ‘oksimoron’, terimler arası bir çelişki olarak kaldı. Böylece bir Türk kilisesi kurma girişiminden geriye, cumhuriyet devrinde Patrikhane’yi sıkıştırmak için kullanılan sahte bir kilise oluşumu kaldı.
‘HIRİSTİYAN TÜRKLER’ ve PAPA EFTİM
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNDE
KATEDİLMEMİŞ BİR YOL
Foti Benlisoy, Stefo Benlisoy
İstos Yayın, 2016
368 sayfa, 30 TL.

Yorumlar kapatıldı.