Dr.med.Sarkis Adam
Son olarak Türkiye Ermeni cemaatinin İstanbul’daki KALFAYAN okulunun duvarına yazılan çirkin yazılar bir ilk değil, korkarım son da olmayacak. Daha önceleri Türkiye azınlıkların kutsal mekanlarına, Patrikhaneye, kiliselere, mezarlıklara saldırılar olmuş, kin ve nefret niteliği içeren çirkin yazılar yazılmıştı. Ne yazık ki azınlık toplumunda kaygı ve tedirginlik yaratan bu durum devletin yetkili mercileri, yöneticileri ve aydınları tarafından görmemezlikten gelinmiş, sessiz kalınmış, olayların failleri cezasız bırakılmıştır. Bu sessizlik ve faillerinin cezasız kalması bir taraftan olayları artırırken diğer taraftan da azınlık toplumunda tedirginliğe neden olmuş, kaygılar ve kuşkular yaratmıştır.
Diğer taraftan başta Türkiye azınlık cemaatinin aydınları olmak üzere, hukukçularının ve cemaat yöneticilerinin olaylara sessiz kalmaları, tepki göstermemeleri ve suskunluğu da düşündürücüdür. Bu tür olaylar karşısında bir taraftan cemaat yöneticileri olayları kınamalı ve tepki gösterilmeli, diğer taraftan cemaat yönetimi toplum birlik, beraberlik ve dayanışma içinde olduğu göstermelidir. Ancak Patrik sorununu, cemaat vakıfları seçimi problemini çözemeyen ve vakıf yöneticilerinin birbirlerine hasım gözüyle baktığı toplum, nasıl birlik, beraberlik ve dayanışma içinde güçlü olduğunu inanılır bir şekilde gösterebilir sorusuna yanıtı bulmak da güç.
Hrant Dink suikastının ve Sevag Balıkcı cinayetinin perde arkası aydınlanıp kamu vicdanı rahatlatılamamıştır. Hristiyan azınlıkların kutsal mekanlarına yapılan saldırıların, okul veya kilise duvarlarına yazılan çirkin yazıların suçluları bulunup cezalandırılmadığından,,durum Türkiye Azınlıkları tarafından ”Belli Bir Hedefe Yönelik Nefret Suçları” olarak algılanarak tedirginlik yaratmaktadır. Her vatandaşın devletten mal ve can güvenliği başta olmak üzere insan haklarını isteme ve nefret suçlarının cezalandırılmasını isteme hakkı vardır. Bu hak hem ulusal hem de gerekirse uluslararası boyutta hukuk yollarında aranmalıdır.
Seneler önce, Uluslararası Azınlık Hakları (MRG) ve Diyarbakır Barosu tarafından ortaklaşa yürütülen Türkiye’de Ayırımcılıkla Mücadele ve azınlık Hakları Destekleme başlıklı projesinin bir parçası olarak hazırlanan ve yayınlanan ”Rapor” un Türkiye Ermeni Toplumunu ile ilgili bölümlerini, paylaşmanın ve konu ile ilgili görüşlerimi belirtmenin yararlı olacağını düşündüm:
Günümüzde Azınlık Hakları Türkiye’nin de tam üye olduğu BM, Avrupa AGİT komisyonu, Avrupa Konseyi, üç temel örgüt tarafından geliştirilmekte ve takip edilmektedir.
BM, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin 27. maddesi ile azınlıkların dini hakları korunurken, BM Evrensel Beyannamesi de ayırımcılığı yasaklamaktadır, buna ek olarak ayrıca BM in Her Türlü Irk ayırımcılığını Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme(CERD) ise ayırımcılığa karşı evrensel korumayı sağlamaktadır:
Avrupa’da azınlıklara ilişkin ilk önemli belge Ulusal Azınlıkların korunması için <Çerçeve Sözleşmesi>dir. Konseye üye 47 devletten, içlerinde Türkiye olmak 4 üye devlet bu sözleşmeyi imzalamamıştır. Bu bağlamda en güçlü koruyucu Avrupa belgesi İnsan Hakları Ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesidir (AİHS)bu sözleşmenin 14. maddesi Ulusal Azınlık mensubu olma temeline dayalı ayırımcılığı yasaklar. Türkiye AİHS e taraftır ve AİHS’i yargı yetkisine sahiptir:
Türkiye’de azınlıkların statüsü, azınlıkları din temeline dayalı olarak tanımlayan 1923 Lozan Antlaşması ile tesis edilmiştir. Türkiye sistematik bir şekilde Lozan antlaşmasını ihlal etmektedir. Kaldı ki Lozan antlaşmasının şartlarının tam olarak uygulanması halinde dahi Türkiye’deki tüm azınlıklara yasal korunma sağlanmış ve azınlıkların beklentileri karşılanmış olmayacaktır.
Türkiye’de Anayasanın 10. maddesi ayırımcılık yasağını ve eşit muameleyi güvence altına almaktadır, Lozan antlaşması özel olarak Müslüman olmayanları kanunlar önünde eşitlik ve ayırımcılığa uğramama hakları tanımaktadır.
Türk Ceza Kanunu ve İç kanun maddelerinde ırk, din, mezhep, veya bölge temeline dayalı kin ve düşmanlığı tahriki ve bu tahrik nedeniyle, kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde yasaklamaktadır. Ancak çoğu zaman savcılar bu madde hükmünü genel olarak azınlıklara nefret söylemlerine, ırkçılığa ve antisemitzme karşı korumak için başvurmamaktadır.
Müslüman olmayan azınlıkları potansiyel iç düşman olarak gören hakim zihniyetler değişmedikçe, yapılacak yasal yeniliklerin azınlıkları ayırımcılığa ve nefret söylemlerine karşı tek başlarına korumak için yeterli olacaklarını sanmıyorum.
1-Kanımca bu doğrultuda değişim ve düzeltmeler için önce sosyal projeler üretmek ve geliştirmekle başlamalı.
2-Okul öncesi eğitimde ve okullarda ayırımcılığa, nefret ve hoşgörüsüzlüğe karşı eğitim verilmeli.
3-Kapsamlı bir şekilde ayırımcılık ve nefret uyandıran ifadelerle mücadele yasası çıkartılmalı.
4-Ayırımcılık Yasağı ve Nefret Suçları ile ilgili bağımsız bir Ulusal Kurum Oluşturulmalı.
4-Tüm ders kitapları, sosyologlar, psikologlar, insan hakları savunucuları, tarihçiler tarafından incelenmeli azınlıklar hakkında ayrımcı ve nefret ile ifadeleri kitaplardan temizlenmeli ve Türkiye tarihine ilişkin yanlı kayıtlar kitaplardan çıkartılmalıdır.
5-Güven Ortamı yaratmak için, etkin bir ”NEFRET SUÇLARI YASA TASARISI” hazırlanıp TBMM sunulmalıdır:
Dr.med. Sarkis Adam
Yorumlar kapatıldı.