İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

6/7 Eylül Anılarım

Sevgili Okurlar, değerli bir dostun isteği üzerine anılarımı Hyetert’e yazmaya karar verdim. Aradan çok zaman geçti, anılarım altmış bir yıl öncesi ile ilgili. Bu nedenle anlatacaklarımda eksik ve yanlışlar bulunabilir. 1955 yılı 6/7 Eylül olaylarını Karagözyan’da yaşayan kardeşim Tekin Demirciyan ile de konuştum ama o da 1956 Eylülü ile ilgili fazla bir şey hatırlamadı. 

Değerli Okurlar, ben 6/7 Eylül pogromunu(*) İstanbul’da yaşamadım, Arapgir’deydim. O zamanlar bilgi, haber akışı yok denecek kadar azdı. Evimizde Kore savaşı zamanında alınan markasını hatırlamadığım, elektrik olmadığı için anot katot denen iki büyük pille çalışan radyo en önemli haber kaynağıydı. Tabi tek kanal, tek ses. Gazeteler iki gün sonra gelirdi. Akşam saat yedide ajans başlar, mahalleden isteyenler gelir ajansı dinler, biraz sohbet eder giderlerdi. Normal olarak saat sekizde yatılırdı, ancak radyo tiyatrosu varsa bazen dokuza kadar oturur o gece çok geç yattığımızı düşünürdük. Işıklar içinde yatsın Babam yetmiş yıldır üzerine güneş doğmadığını söylerdi. Yani her gün güneş doğmadan kalkıp işine gitmiş, çalışmış.

1955 yılı 6/7 Eylülü konusunda duyduklarımızın çoğu ürkütücüydü. Radyoya göre suçlular komünistlerdi. Gerçekte başta Rumlar olmak üzere Müslüman olmayan azınlıkların çoğunun iş yerlerinin, evlerinin yağmalanıp tahrip edildiği, din adamlarının dövüldüğü, bazılarının öldürüldüğü, kiliselerin yakıldığı, genç kızlara tecavüz edildiği söyleniyordu. İstanbul seferi yapan otobüs sahiplerinin büyük vurgun vurdukları, sandıklarla saat, mücevher kaçırdıkları anlatılıyordu. Sanırım örfi idare sözünü ilk o zaman duymuştum. Sonraki yıllarda örfi idare sıkıyönetim olmuştu. Hiç unutmam ilk sıkıyönetim sözünün kullanıldığı olaylarda Gedikpaşa’da gece radyosunu açıp herkese duyuran hanıma komşu sesleniyordu, “Kız Arus ne oldu yine örfi idare mi ilan edildi” “Yok diyordu Arus örfi idare yok ama her şey sıkıymış”. Çok gülmüştük bu söze o sıralar.
1956 yılında kulakları çınlasın Agop Kazikoğlu  ve ışıklar içinde yatsın Fırat (Dikran) Mireşoğlu ile -o zamanki ismiyle- Üsküdar Surp Haç Tıbrevank Ermeni Ruhban Okulu’na geldik. Ben ortaokul ikinci sınıfa Agop ve Fırat orta birinci sınıfa gelmiştik. Üçümüz için de zor günlerdi. Üçümüz de ilk kez ailemizden ayrılmıştık. Benim için çok daha zordu, anneme çok düşkündüm ve ilk kez annemden ayrılmıştım. O kadar ki ışıklar içinde yatsın Diran dayım, bu çocuk annesine dayanamaz bir aydan geri döner diyormuş. İlk aylarda geceleri ışıklar söndükten sonra battaniyeyi, çarşafı başıma çekip gizli gizli ağlardım. Beraber okula gelen arkadaşlarımın da ağladığını tahmin ediyorum.
İki Aragirli ağabeyimiz Avedis Basmacıyan ve Garabet Mıhal bizi getirdi okula. Okulların açılmasına neredeyse bir ay vardı. Yeni okul inşaatı devam ediyordu. Ortaokul iki sınıf yatakhaneler hazırlanana kadar yanılmıyorsam geçici olarak Yemekhanede yatıyorduk. Okulda ilk ve son defa Agop Şafak ve Dr. Bağdasar Yeteroğlu ile birlikte 5 Arapgirli olmuştuk. Benimle gelen iki arkadaşım iki yıl sonra okuldan ayrıldı.
 İki senede bir yaz tatili iznimiz olduğundan okulda bizden başka öğrenciler de vardı. 6 Eylül yaklaşırken okulda da gündem hep dönüp dolaşıp 6/7 Eylüle geliyordu. Pek çok söylenti vardı. Bir yıl önce olayı yaşayanların anlattıkları öldürme, yakma, yağma hikayeleri korku veriyordu. Hele benim gibi dedesinden babasından pek çok 1915 soykırım ve barhana hikayeleri dinleyen biri için daha da korkutucuydu.(Hem 1894-96 hem 1915’i yaşamış olan dedem, babam ve büyüklerimiz nedense olayı anlatırken çart  “kesim” derken dönemi anlatırken daha çok göç anlamına gelen barhana sözünü kullanır barhana zamanı derlerdi.)
Nedense 6/ 7 Eylülde birilerin bizlere saldırabileceğini düşünüyorduk. İlk iki sınıf aynı yerde yatıyorduk sanırım. Kaç kişiydik, kimler vardı hatırlamıyorum. Sadece beraber gittiğimiz iki arkadaşımın da aynı yatakhanede olduğunu hatırlıyorum. Zaten kaybolmuş kuzular gibi hep birlikteydik. Büyük sınıflar –zaten henüz toplam 4 sınıf vardı- ayrı yatakhanedeydi. Okul açılmadığı için bütün öğrenciler henüz gelmemişti.
Akşam etüt sonrası yatmaya giderken huzursuzduk, korkuyorduk. Eski öğrencilerin anlattıklarına göre 6/7 Eylülde çapulcular okula girmeye çalışmışlar ama ana kapılardan girememişler. Aslında kilitlenmemiş olan arkasına bir taş konmuş ağır demir depo kapısını ise ağırlığı nedeniyle kapalı sanmışlar. Okula çok yakın bir evde oturan okul papazının, korkup ağlaya ağlaya sakalını kestiğini, papazın eşinin (İriskin) büyük bir cesaret örneği gösterip o kargaşada okula kadar koşup, bayrak direğine bayrak çektirdiği anlatılıyordu.
Okulda çocukların radyo dinlemesine izin yoktu, daha kötüsü Tıbrevanklılar daha galenli radyoyu keşfetmemişti. Şimdi soy adını hatırlamadığım yanılmıyorsam Hovnan isminde bir arkadaşımız öne çıktı. Bir kaç ağaç sopa hazırlamıştı. Sopaları bazı arkadaşlarına dağıttı. Sonra bir konuşma yaptı. Bu gece kimse soyunup yatağa girmeyecek, yataklar açılmayacak sadece ayakkabılar çıkarılarak battaniyelerin üzerine uzanılacaktı. Dışarıda gürültüler koşuşmalar duyulunca hepimiz ayakkabılar giyip, depo kapısından çıkıp, önde sopalı arkadaşlar kalabalığa karışacaktık. Kimse gruptan ayrılmayacak okuldan yeteri kadar uzaklaşırsak geri dönecektik. Böylece okula girmiş olsalar bile kimseyi bulamayacaklardı. Çocukça ama o zaman bize çok doğru gelmişti.  Yanımızda okul yönetiminden kimse yoktu, korkumuzun farkında olduklarını da sanmam. Kötü, uykusuz bir gece geçirdik. Kulağımız hep sokaktan gelecek seslerdeydi. Bütün gece bizim Surp Haç Kilisesinin meşhur saatinin tiktaklarından ve saat başı vuruşlarından başka bir şey duyulmadı.
Ertesi gün çok yorgunduk hepimiz. Ama çok sürmedi oyun oynamaya başlayınca ne 6/7Eylül kaldı, ne de korku.
Yıllar sonra 6/7 Eylül pogromunun Özel Harbin başarılı bir operasyonu olduğunu Özel Harp örgütünde görev almış bir generalden öğrendik. Sanırım bu operasyon da Osmanlı’da Abdülhamit’in başlattığı ve İttihat ve Terakki’nin sistemleştirdiği Anadolu ve Trakya’yı Müslüman olmayan azınlıklardan -ne pahasına olursa olsun- arındırma politikasının devamıydı. Bu politikanın soykırım, pogrom ve zulümler üretmesine de şaşmamak gerekir. Başarı da açık ve kesin, Müslüman olmayan azınlıkların nüfusu kuruluş döneminde yüzde yirmi beşken günümüzde binde bire düştü. Kısacası soyu tükenmekte olan korunmaya muhtaç canlılar sınıfındayız.
Umarım hiçbir ülkede hiçbir halk bir daha böyle bir zulümle karşılaşmaz böyle acılar yaşamaz. 
(*) Pogrom; dinsel, etnik veya siyasi nedenlerle bir gruba karşı yapılan şiddet hareketleridir. Bu şiddet hareketleri genellikle evleri, iş yerlerini veya ibadet yerlerini tahrip etmek, insanları dövmek, yaralamak, tecavüz etmek veya öldürmekten oluşur. (Vikipedi)
Sevgiler.                   
Murat Bebiroğlu

 

Eylül 2016

Yorumlar kapatıldı.