İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ülkemiz Nasreddin Hoca’nın türbesine benzedi

Burhan Bozgeyik / burhanbozgeyik@milligazete.com.tr
Sözün burasında yine bir parantez açacağım: (Yaklaşık 20 sene önce Suriye’de Ermenilerin yanında çalışan Müslümanlardan işittim. Ermeni patronları onlara şöyle diyormuş: “Biz çocuklarımıza mükemmel Türkçe öğretiyoruz. Onlar yakında Türkiye’ye dönecek, belediye başkanı, idareci olacak” Suriye hâdiselerinden sonra bu sözler de bir mânâ kazandı. Filistin bölgesine göç etmeyi reddeden Yahudileri göçe mecbur etmek için İkinci Dünya savaşının çıkartılması gibi, Ermenileri sınırın beri yanına geçirmek için de Suriye savaşı çıkartılmış olabilir. Fîhi nazar…) Vatandaşlık için ileri sürülen “kriterlerin” tamamının, Suriye’den gelen Ermenilere uyması dikkat çekiciydi (Yok ev alacak, şu kadar devlet tahvili alacak, şu kadar sermaye koyacak, vs…). Ülkemiz, Nasreddin Hoca’nın türbesine döndü, derken söylemek istediğimiz bir husus da buydu. Yabancılar ülkemizden “korkunç” miktarlarda toprak ve gayr-ı menkul satın aldı. Son iktidar da son 12 senede bunu alabildiğine kolaylaştırdı. “Ne var bunda” diyenlere, İsrail’in nasıl kurulduğunu araştırmalarını salık veririm.  (İşte Türkiye’nin hakim zihniyeti bu, bu kafa Müslüman olmayana yaşama hakkı tanıyabilir mi? Troller her yerde. HYETERT)

Bir ülkenin sınır güvenliği ve yabancı sızmalara karşı alacağı tedbirler hayâtî ehemmiyeti hâizdir. Ne hazindir ki bu konuda ülkemizde derin ve çok endişe edilecek bir zafiyet yaşanmaktadır. Ülkemiz bu konuda Nasreddin Hoca’nın türbesine benzemiştir. Mezarı nurla dolasıca, mekanı Cennet olasıca bu muhterem hocamızın türbesini görenler gülümsemekten kendini alamaz. Sanduka’nın önünde bir demir kapı var. Ancak sandukanın diğer üç tarafı bom boş. İşte bu tablo bize ülkemizin iç güvenliğini tedâî ettirdi.Yaklaşık 25 yıl önce Olağanüstü Hal Bölge Valisi merhum Hayri Kozakçıoğlu, “Güneydoğu ajan kaynıyor!” demişti. O günden bugüne ajanların sayısı, ben diyeyim yüz misli, siz deyin bin misli arttı. Hele BOP’un hayata geçirilmesinden sonra ülkemizin sınırları âdeta kevgire döndü. En tehlikeli gelişmeler de Suriye hâdiselerinden sonra yaşandı. Ülkemize gelenler içerisinde Türkmen kökenlilerin tamamı Türkiye sevdâlısıdır. Ülkemizi oldubitti anavatanları bilmektedirler. Carablus’tan Halep’e kadar gidin bunu gözlerinizle görürsünüz. (Carablus’tan içeri giren askerlerimiz de bunu fark etmiştir.) Arap ve Kürt menşelilerden de İslâmî salâbetleri kuvvetli olanlara emniyet edilebilir. (Yeri gelmişken bir parantez açmak isterim: Vatandaşlık konusunda, bir tehlike anında vatanın korunacağına dair Kur’an-ı Kerim üzerine yemin ettirilmelidir. Din, vatan, can, mal, namus için mücâdeleyi göze alamayacak, cihadı düşünmeyecek, arkasına bakmadan kaçacak kimselere şahsen ben güvenmem. Onlara iyi gözle de bakmam. Arkadaş, insan oldu mu, 15 Temmuz gecesi tanklara karşı duran yiğitler gibi olacak…)
Konumuza dönelim; Suriye hâdisesinden sonra sınırımızın güvenliği en asgarî seviyeye indi. Elini, kolunu sallayan bu tarafa geçti. Beşar Esad’ın adamları da geçti, YPG’lisi de geçti, PKK’lısı da geçti, IŞİD mensupları da geçti. En düşündürücü olanı; 1915 tehcirinde Osmanlı’nın emniyetli toprakları olan Halep ve Şam bölgesine sürülen Ermenilerin tamamı da geçti. Sözün burasında yine bir parantez açacağım: (Yaklaşık 20 sene önce Suriye’de Ermenilerin yanında çalışan Müslümanlardan işittim. Ermeni patronları onlara şöyle diyormuş: “Biz çocuklarımıza mükemmel Türkçe öğretiyoruz. Onlar yakında Türkiye’ye dönecek, belediye başkanı, idareci olacak” Suriye hâdiselerinden sonra bu sözler de bir mânâ kazandı. Filistin bölgesine göç etmeyi reddeden Yahudileri göçe mecbur etmek için İkinci Dünya savaşının çıkartılması gibi, Ermenileri sınırın beri yanına geçirmek için de Suriye savaşı çıkartılmış olabilir. Fîhi nazar…) Vatandaşlık için ileri sürülen “kriterlerin” tamamının, Suriye’den gelen Ermenilere uyması dikkat çekiciydi (Yok ev alacak, şu kadar devlet tahvili alacak, şu kadar sermaye koyacak, vs…). Ülkemiz, Nasreddin Hoca’nın türbesine döndü, derken söylemek istediğimiz bir husus da buydu. Yabancılar ülkemizden “korkunç” miktarlarda toprak ve gayr-ı menkul satın aldı. Son iktidar da son 12 senede bunu alabildiğine kolaylaştırdı. “Ne var bunda” diyenlere, İsrail’in nasıl kurulduğunu araştırmalarını salık veririm. Yahudiler Güneydoğu’da binlerce dönüm arazi satın aldı. Bir komşum bana şöyle demişti: “Hocam adamlar kayalık, taşlık yerleri alıyor. Hem de muazzam para veriyor. Orada az bir arazim vardı, sattım, bir daire aldım. Bu araziyi ne yapacaklar” Ben de sattığı o yerin, Carablus-Halep güzergâhı üzerinde olduğunu, yarınki gün oralarının çok ehemmiyet kazanacağını söyledim. Yine aynı köyde bir çiftlikte sözde at yetiştiriliyormuş. O çiftlikte çalışanlar köylülerle tek kelime konuşmuyor, alışveriş yapmıyorlarmış.
Bugün Doğu ve Güneydoğu’da resmen savaş veriliyor. Kahraman askerlerimiz, polislerimiz, korucularımız cansiperâne bir mücâdele veriyor. Karşılarında ise sözde PKK, PYD, IŞİD militanları var. Daha doğrusu o üniformalar altında iki düzine ülkelerin ajanları da var. “Bu kadar ajanlara karşı istihbarat ne yapsın” Denilebilir. Başka çâre yok. Ülkece emniyet içinde yaşamamız için ülkemize hâinâne niyetlerle giren herkese dikkat edilecek.

Yorumlar kapatıldı.