İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Cumhuriyet, TBMM Ve Din

Mustafa Elveren*
29 Ekim 1923’te kurulan Cumhuriyet’in temelleri Türk-İslam sentezi felsefesi üzerinden atılmıştır. Yani tek devlet, tek millet, tek din mantığı esas alınmıştır. Padişahlık rejimi kaldırılmış, ülke Cumhuriyete geçmiştir. Ancak, cumhuriyetin birçok kuralı işletilmemiştir. Sadece göreceli bir meclis oluşturuldu ve adına da demokrasi denildi. Ne yazık ki bugüne kadar bizi hep böyle oyaladılar. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin son 50 yıllık tarihinde meydana gelen birkaç olayı göz önüne aldığımızda nasıl bir demokrasiye sahip olduğumuz ortaya çıkıyor.

Dönemin Türkiye İşçi Partisi Milletvekili Çetin Altan Meclis kürsüsünde ünlü şair Nazım Hikmet’i övdüğü için TBMM çatısı altında korkunç bir saldırıya uğradı.
Leyla Zana’nın meclis kürsüsünde ettiği milletvekili yemininde Türk ve Kürd halklarının kardeşliğini vurgulayan Kürdçe bir cümle kurduğu için milletvekilleri tarafından masalar yumruklanarak psikolojik linçe maruz kaldı. Üstelik on yıl cezaevinde yatırılarak bedel ödetildi.
Merve Kavakçı Meclis genel kuruluna türbanlı girdiği için yine milletvekilleri tarafından masalar yumruklanmak suretiyle psikolojik linçe tabi tutuldu.
İşte Türkiye Büyük Millet Meclisi böylesi bir gelenekten geliyor. Böylesi gelenekten gelen bir mecliste evrensel çerçevede demokrasi çıkar mı?
Ne yazık ki kötü mirası olan meclise, darbeler geleneğinden gelen orduya sahip olan bir Türkiye gerçeği ile karşı karşıyayız.
İşte demokrasinin gelişmediği ülkelerde toplumlar “Demokrasi” denilen şeyle kendilerine benzeyen yöneticilerini belirlerler.
Diğer taraftan; birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de dinin devletin kontrolünde olduğu bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla devlet kontrolüne giren her din halk üzerinde bir nevi afyon etkisi yaratabilir.
Hal böyle olunca da cemaat-tarikat-siyaset bağlamında birçok örgütlemenin oluşması önlenemez.
Taliban, El Kaide, IŞİD vb. İslami olduğunu iddia eden örgütler için TBMM’de hep şu tez ileri sürüldü; “Onların geçek İslam’la alakası yok, İslam’ı yanlış yorumluyorlar.” Peki! Eğer öyle ise, İslam’ı doğru yorumlayan kimler? Suudi, Katar, Mısır, İran… Kim acaba!
Irkçı ve gerici sistemlerle yönetilen bir ülkede halklardan bahsetmek mümkün değildir. Dolayısıyla bu tür sistemlere karşı demokrasi mücadelesi kaçınılmaz olur.
Papazın durumuna düşmemek için; Liberal demokratların, sosyal demokratların, sosyalistlerin, Kürdlerin, Alevilerin, demokrat Müslümanların, ezilen tüm azınlıkların ve emekçilerin yani tüm demokratik sivil toplum örgütlerinin çok acilen birlikte mücadele etmeleri gerekir. Aksi halde bir şafak vaktinde polis sizi-bizi almaya geldiğinde papaz gibi çaresiz kalabiliriz.
Dün; Hallacı Mansur, Pir Sultan, Seyit Rıza, Mazlum Doğan, Yılmaz Güney, Hrant Dink ve Ahmet Kaya’nın yaşamını ve mücadelesini günümüze nasıl taşıdıysak, bugün de, yarın da aynı şekilde mücadele sürecektir.
02.08.2016
*Em. Öğrt.

Yorumlar kapatıldı.