İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Karel Valansi: “Hem Yahudiyim, hem de kadınım. Üstelik ‘elimin hamuruyla’ fikir belirtiyorum”

ELİ HALİGUA

Geçen hafta Edirne’de Yahudi cemaatinin düzenlediği iftar yemeği ile ilgili atmış olduğu tweet’ten sonra aldığı antisemit mesajlar üzerine Karel Valansi ile sosyal medyadaki antisemitizmi konuştuk.

IMG_3315

Gectiğimiz hafta içinde Edirne’de Yahudi cemaatinin düzenlediği iftar yemeği ile ilgili atmış olduğunuz tweet’ler, hakaret ve ‘‘içecek olarak katlettiğiniz filistinlilerin kanından mı ikram ediyorsunuz…’’ gibi absürd yorumlara maruz kaldı. Böylesine barışçıl ve bir arada yaşama dönük organizasyonlara bile bu tarzda antisemit yorumların gelmesi size kişisel olarak ne hissettiriyor?

Bu cevabım biraz üzücü olacak ama sanırım alıştım artık. Çok fazla etkilenmiyorum. Hakaret içerenleri okumadan bile geçtiğim oluyor. Eleştiriye ve farklı yorumlara açık olmakla birlikte, hakaret ve nefret söylemi içerenler için sihirli bir çözüm var ve bunu kullanmaktan hiç çekinmiyorum. O kişiyi engelleyip sanal yaşantımdan çıkarıyorum. En ilginci de bu kişiler “Beni niye blokladın?” diye hesap sorma hakkı buluyorlar kendilerinde. Öte yandan dikkatimi çeken önemli bir noktayı belirtmem gerek. Nefret söylemi ile karşılık veren hesapların çok büyük bir çoğunluğu benim takipçim değil. Beni RT’leyen bir başka hesap sayesinde yazdığımı görüp, “dünyaya karşı içimde biriktirdiğim nefreti kusup rahatlayayım.” diyenler bu kişiler.

Hesaplarına baktığımda her şeye karşı kin dolular, güzel ve iyi bir şeye tahammülleri yok. Hele ki sürekli küfür edenler sadece kelime ve tartışma becerisi eksikliklerini haykırıyorlar. Yani bu kişileri engelliyorum ama zaten çoğunluğunun takip ettikleri arasında değilim. Bu da bana tüm bu olumsuzluklara rağmen büyük bir umut veriyor; demek ki beni takip edenlere bir şekilde kendimi anlatabilmişim, bir bağ kurabilmişiz. Eleştirileri dozunda, terbiye sınırları içinde. Antisemitizm, ırkçılık, nefret söyleminin neler hissettirebileceğini bir şekilde anlamış, empati yapabilen kişiler çoğaldı. Benim cevap vermeme gerek kalmadan onlar benim yerime cevap veriyorlar artık, sağ olsunlar.

Bir gazeteci olarak uzmanlık alanınız İsrail ve Orta Doğu olmakla beraber Twitter’da çevre, kadın hakları, barış ve Türk Yahudi Cemaati ile ilgili bir çok konuda görüş belirtiyorsunuz. Konu ne olursa olsun gelen cevapların büyük bir kısmı dönüp dolaşıp Filistin ve İsrail ile ilgili yorumlara hatta hakaretlere varıyor… 

En büyük tepkiyi ne yazarsam yazayım, İsrail ile Filistinliler arasında bir çatışma yaşandığında alıyorum. Basının da genelde tek taraflı yayınları ile bu durum artıyor. İsrail’i bir yerinden kötülemeden bir analiz veya açıklama bile yapılamaz oluyor. O dönemlerde Türk Yahudileri, hayatlarında İsrail’e bir kere bile gitmemiş olsalar dahi, kapı gibi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlıklarına rağmen bir anda İsrailli oluyor ve “sizinkiler” suçlamaları, kınama çağrıları başlıyor.

Geçenlerde yurtdışında bir panelde bana şöyle bir soru yöneltildi; “Türkiye’de gazetecisiniz. Üstelik sadece gazeteci değil, Yahudisiniz. Üstelik Yahudi olduğunuzu saklamıyorsunuz. Üstelik Şalom’da, Yahudi Cemaati gazetesinde yazıyorsunuz. Üstelik İsrail, Filistin ve Orta Doğu konularında yazıyorsunuz. Tüm bunlara ek olarak Türkiye’de kadın olarak fikir beyan ediyorsunuz. Tüm bu dengeleri nasıl sağlıyorsunuz?” Dengeyi nasıl sağlıyorum, kendim kalarak. Çevre, kadına karşı şiddet, çocuk yaşta evlilik çok hassas olduğum konular ve bu konudaki duruşumu hep koruyorum. Bu konularda bile gelen tepkilerin içinde Filistin oluyor. Alakasız ve zorlama bir şekilde oraya bağlanılmaya çalışılıyor ve cidden gülünç oluyor.

“Türkiye’de şu kadar kadın eşi tarafından öldürüldü” diyorum, “siz Filistinlileri öldürdünüz” diye yorum geliyor. Bir diğeri ise ona sataşıyor “Asıl siz kendi öldürdüklerinize bakın.” Onlar kendi aralarında tartışırken, kadına karşı şiddet konusunda mesajı alan almış oluyor. Türkiye’de kadın olmak, hangi kökenden, eğitim veya gelir seviyesinden gelirsen gel çok zor. Bense bu durumda bir arkadaşımın dediği gibi “çifte zenci” oluyorum. Hem Yahudiyim, hem de kadınım. Üstelik ‘elimin hamuruyla’ fikir belirtiyorum siyaset, kadın veya LGBT hakları hakkında!

ABD’de eşcinsellere yönelik yapılan saldırının Yeni Akit tarafından haberleştirilme şekline tepki gösterdiniz. Orada da gene antisemit yorumlara maruz kaldınız. Tüm konuların Yahudi kimliğinizden ötürü size karşı hakaret olarak sonuçlanmasına ve antisemitizme karşı sizce nasıl mücadele edilmeli?

Basın halkı doğrudan etkileyebilen, halkı geliştiren veya zehirleyebilen çok önemli bir silah. Yüksek lisans tezim için 1920’lerdan başlayarak Cumhuriyetin ilk 30 yılının basınını taradım. Dönem dönem basın üzerindeki baskı artıp azalsa dahi, basın her zaman devletin temel enstrümanı oldu. Akla hemen 6-7 Eylül (1955) olaylarının fitilini ateşleyen “Atamızın evi bombalandı” manşeti gelse de, buna benzerlik gösteren birçok örnek var. Bu nedenle “sadece bir gazete haberi, şu kadar tirajı var” gibi mazeretlere kapılmadan nefret söyleminin her türlüsü ile savaşmak gerek. Mesela A Haber’in Yahudileri ötekileştiren haberi, gelen tepkiler üzerine yayından kaldırıldı. Mücadele etmek gerek. Oturup nasılsa bir şey değiştiremem dememek lazım. Nefret söyleminden, ırkçılıktan rahatsız olan önemli bir kesim var. Rahatsızlığımızı anlatırsak toplumun birçok kesiminden destek alabiliyoruz.

Bu bakımdan sosyal medyanın ifade özgürlüğü ve kişiler arasında bağ kurma özelliğini çok beğeniyorum. Tabii gönül isterdi ki hukuk daha etkin olsaydı ve caydırıcı özelliğini daha çok kullansaydı. Ancak yine güzel bir gelişme yaşandı. Bir avukat, Edirne Sinagogu’nda 41 yıl sonra gerçekleşen ilk düğün töreninin Periscope’tan yapılan canlı yayınına gelen ırkçı mesajlara karşı suç duyurusunda bulundu. Asıl mücadele ise eğitimden geçiyor. 18 bin kadar kalan Türk Yahudilerini veya benzer şekilde sayıları azalan Rum veya Ermenileri genel toplumun şahsen tanımasına imkan yok. Bilinmezlikten oluşan önyargılar ve düşmanlıklar ancak birlikte yaşamaya yönelik, farklılıkları düşmanlaştırmayan bir eğitim sistemi ile aşılabilir.

Türkiye’de Yahudilere yönelik benzer tepkiler toplumu sessizleştirmeye mahkum ediyor ve Kayadez (susmak, karışmamak, görünür olmamak anlamında kullanılan Judeo-Espanyol deyim) geleneğini pekiştiriyor. Yeniköy Panayia Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı’nın, “Sosyal Medya ve Azınlıklar” araştırmasının sonuçlarına göre Gayrimüslim azınlıkların sadece yüzde 21’i sosyal medyada özgürce yazabiliyor. Sizin yaşadığınız bu son olayın durumu daha da kötüleştireceğini düşünüyor musunuz ve bu döngüden çıkışın nasıl olabileceğini düşüyorsunuz?

Bu döngüden yakın zamanda çıkış olabileceğini sanmıyorum. Diğer gayrimüslimler için konuşamam ama Türk Yahudilerinin sosyal medyada çok aktif olduğunu düşünmüyorum. Twitter’da takipçilerimin çok küçük bir yüzdesini Türk Yahudileri oluşturuyor. Onlar da bırakın tweet atmayı, RT veya beğen tuşuna bile basmada tedirginlik yaşıyorlar. Bir bölümü kendi isimlerini kullanırken, büyük bir bölümü rumuz kullanıyor. Facebook’da ise durum farklı. Orada çok aktifler ancak paylaşımların çok az bir bölümü siyasi veya antisemitizme karşı yapıcı bir duruş sergiliyor. Sosyal medyada nefret söylemine karşı bir duruş sergilediğimde ise yakın arkadaşlarım bile “Bir işe yaramaz boşuna yoruyorsun kendini,” diyorlar. Ama yarıyor. Bunun birçok örneği var. Ve giderek çoğalacak bu olumlu sonuçlar, buna içtenlikle inanıyorum.

https://www.avlaremoz.com/2016/06/19/karel-valansi-hem-yahudiyim-hem-de-kadinim-ustelik-elimin-hamuruyla-fikir-belirtiyorum/

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın