Son yıllarda Türkiye Ermenilerin sorunlarıyla ilgili tartışmalarda en sık duyduğum söz “ortak havuz” oldu dersem yanlış olmaz sanırım. Bu söz ne zaman ortaya çıktı, nasıl yayıldı doğrusu bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa ortak havuz sözü var da, ortak havuz sözüyle ne kastedildiğini, nasıl bir cemaat yönetiminden söz edildiğini anlamak kolay değil. Tek bildiğim pek çok hayırsever, yönetici, genç, yaşlı, yazar, çizer ve kanaat önderinin bu konuda anlaşmış gözüktüğü.
Gördüğüm duyduğum kadarıyla havuz konusunda net olmamakla birlikte belli iki grubun varlığından söz etmek mümkün:
Birinci gruba göre ortak havuz cemaat vakıflarının tüm gelirlerinin toplandığı bir merkez. Bu durumda doğal olarak giderler de yine bu havuzdan vakıfların ihtiyaçlarına göre dağıtılacak. Kısacası merkezi bir bütçe öneriliyor. Bu durumda vakıf yönetimlerinin tüm bütçe yetkileri havuza geçiyor. Kim ve nasıl yönetecek, nasıl denetlenecek belli değil. Böyle bir yapı 1863 Nizamnamesinde bile yok.
İkinci grup daha mütevazı, deniyor ki giderlerinden fazla geliri olan vakıflar, fazla gelirlerini bir havuza versinler. Toplanan tutarlar ihtiyacı olan vakıflara, ihtiyaçlarına göre dağıtılsın. Burada vakıfların inisiyatifi var ama fazlalığın nasıl belirleneceği nasıl ve kimin tarafından dağıtılacağı, kimlerin yöneteceği ve denetleyeceği belli değil.
Görüldüğü gibi açık ve kesin olan amaç, zengin vakıfların fakir vakıflara destek olması, cemaat varlığının daha adil dağıtılması.
Havuza karşı en ufak eleştiri sert tepkiyle karşılanıyor, ne yani fena mı olur, iyi olmaz mı diyorlar. İyi olur olmasına da bizim oraların deyimiyle ziftten çıkıp katrana düşmek de var. Adil gelir dağılım son derece doğru ve son derece haklı bir istek olmakla birlikte çözüm için yeterli değil. Kim ya da kimler yönetecek bu havuzu, daha önemlisi cemaat bu yöneticileri nasıl denetleyecek, belli değil. Hele cemaat seçimlerinde adaletsiz basit çoğunluk sistemi yerine nispi sistemle seçim yapılması gibi basit bir sorun çözülememiş zayıf da olsa bir otokontrol sağlanmamışken böyle bir merkezi sistemin yönetim ve denetiminin zorlukları açıktır. Ben de bu konuda vallahi çok iyi olur da bu nasıl olacak ortada buna izin veren ne kanun var ne yönetmelik deyince de tepki alıyorum. Bu konuda da bu son bir iki yıla kadar cevap açıktı, canım istenirse bir yolu bulunur, öğrenciye burs adı altında dağıtılsın, benzer vakfa bağış adı altında dağıtılsın gibi çözümler var. Mevcut yasa ve yönetmeliklerin ortak havuza doğru deyimiyle ortak bütçeye izin vermediği açık ve kesin. Bu durumda yapılan işlem eski deyimle hileişeriye yeni deyimle kanuna karşı hile olur. Buna da ne olurmuş canım diyenler çıkarsa hiç şaşmam.
Yanılmıyorsam bu yıl yeni kanaat önderlerimiz daha ileri bir adım atıp bir çerçeve kanundan söz ediyorlar. Doğrusu çerçeve kanun sözü ile ne kast edildiğini tam bilmiyorum. Umarım, çerçeve kanun öncelikle bütün cemaat seçimlerinin nispi sistemle yapılmasını, Venedik Komisyonunun görüşüne ve Avrupa Komisyonun her Türkiye İlerleme Raporlarında yer alan cemaatin tüzel kişiliğinin tanınmasını ve örgütlenmesine izin verilmesini kapsar. Eğer çerçeve kanun cemaatin tüzel kişiliği ve örgütlenmesi ile ilgili ise bu konuda destek veren herkesi yürekten kutlamak gerekir. Ancak cemaatin tüzel kişiliği falan önemli değil palyatif çözümler bulalım, mevcut yapı içinde yönetimi güçlü yöneticilere verelim deniyorsa bu gerçekten gelecekte bu günümüzü bile aratacak sonuçlar doğuracaktır. En kötüsü de cemaatin bütün varlıklarını üzerinde cemaat denetimi olmayan küçük grupların eline geçmesi ve cemaatin varlığının bu kişilerin iyi niyetine emanet edilmesidir. Halbuki yaşananlar göstermiştir ki her zaman varlıkların kötü niyetli kişilerin eline geçmesi de mümkündür.
Kesin çözüm Yervant Özuzun arkadaşımın da belirttiği gibi, Müslüman olmayan azınlıkların dini lider merkezli cemaatin tüzel kişiliğinin tanınması ve gelenek ve göreneklerine ve çağdaş yönetim ilkelerine göre örgütlenmesine izin verilmesini sağlamaktır. Türkiye’de yaşayan her Müslüman olmayan azınlığın cemaat yönetimi ve örgütlenmesi konusunda ciddi gelenek ve görenekleri vardır ve her cemaat kendi gelenek ve göreneklerine göre örgütlenebilir. İşte o zaman gerçek anlamda bir merkezi yönetim, merkezi denetim ve koordinasyon mümkün olur, adil gelir dağılımının yanında pek çok soruna da çözüm bulunur. Örneğin Ermeni toplumu 1863-1934 yılları arasında bu konuda yasal ciddi bir deneyim yaşamıştır.
Sonuç olarak, cemaatin kendi varlıklarına sahip olması yönetip denetlemesi ve merkezi bir yönetim için öncelikle yapılması gerekenleri en kolaydan en zora göre şöyle sıralayabiliriz:
1.- Cemaatin -vakıf yöneticisi seçimi, patrik delege seçimi ve benzeri- bütün kurumlarının seçimleri nispi seçim sistemine göre yapılmalıdır.
2.- Lozan Anlaşması azınlıkları potansiyel iç düşman olarak gören bakış açısıyla değil azınlıkları eşit vatandaş olarak gören bir bakış açısıyla yeniden değerlendirilmeli ve uygulanması sağlanmalıdır.
3.- En önemlisi Venedik komisyonu kararına[i] ve Avrupa Komisyonun görüşüne uygun olarak cemaatin tüzel kişiliğinin tanınmalı ve örgütlenmesine izin verilmelidir.
Murat Bebiroğlu
Temmuz 2016
Yorumlar kapatıldı.