İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Üzeri Örtülen / Silinmeye Çalışılan Öteki Tarih: Varlık Vergisi!

Tarih rezaletlerle dolu. Yani insan olan utanır. Ama utanmamışlar işte.  Acaba yıllar sonra bizden de böyle bahsederler mi? Kuvvetle ihtimal bir o kadar muhtemel değildir de nedir buna cevap?… Bi zamanlar bu ülkede kör topal da olsa bi mozaik varmış düşünebiliyor musunuz? Ermeniler varmış, Rumlar varmış ne bileyim Süryaniler varmış sonra.. Yahudiler yada..  70 millet varmış desem -yalan olmayacak- insan yaşamış bu topraklarda…“Bi zamanlar.. “.. Ne acı bir kelime yumağı değil mi? Yani bir zamanlar varmış ama artık yok! Anlam tamamen de bu çünkü!… Varlık Vergisi diye bir kanun çıkarılmış bu ülkede bi zamanlar. Ne hikmetse o vergi sadece Ermeni’sine Yahudi’sine Rum’una sebep çıkarılmış, nedenmiş çünkü piyasada hakimlermiş çünkü, o kadar ki ekonomi ellerindeymiş de falan da filan .. “peki sen neden olmadın da gittin malına göz koydun, çaldın, hiç mi acımadın- oldu mu?” diye soruyosun – sorduğunla kalıyosun! Neyse bu şekil bi vergi yasası çıkarılıyor ve ödemeyenler sürgüne mahkum ediliyor.

***
Tarih rezaletlerle dolu. Yani insan olan utanır. Ama utanmamışlar işte.  Acaba yıllar sonra bizden de böyle bahsederler mi? Kuvvetle ihtimal bir o kadar muhtemel değildir de nedir buna cevap?
Bi zamanlar bu ülkede kör topal da olsa bi mozaik varmış düşünebiliyor musunuz? Ermeniler varmış, Rumlar varmış ne bileyim Süryaniler varmış sonra.. Yahudiler yada..  70 millet varmış desem -yalan olmayacak- insan yaşamış bu topraklarda. N’olmuş sonra? N’olmuş da şimdi sanki bizle hiç alakası olmayan bi hikayeden bahseder gibi bunlardan konuşuyoruz? “Bi zamanlar.. “.. Ne acı bir kelime yumağı değil mi? Yani bir zamanlar varmış ama artık yok! Anlam tamamen de bu çünkü!
Varlık Vergisi diye bir kanun çıkarılmış bu ülkede bi zamanlar. Ne hikmetse o vergi sadece Ermeni’sine Yahudi’sine Rum’una sebep çıkarılmış, nedenmiş çünkü piyasada hakimlermiş çünkü, o kadar ki ekonomi ellerindeymiş de falan da filan .. “peki sen neden olmadın da gittin malına göz koydun, çaldın, hiç mi acımadın- oldu mu?” diye soruyosun – sorduğunla kalıyosun! Neyse bu şekil bi vergi yasası çıkarılıyor ve ödemeyenler sürgüne mahkum ediliyor. Kaba hat bu şekilde olayın genel çerçevesi. Ama o çerçevede Aşkale’ye gönderilen 1869 gayrımüslim vatandaşların hayatını derinden etkileyen « Varlık vergisi kanunu » TBMM’i tarafından 11 Kasım 1942’de kabul ediliyor bir zamanlar.. Bununla başlayalım:
Varlık Vergisi, 11 Kasım 1942 tarih ve 4305 sayılı kanunla konulan olağanüstü servet vergisinin adıdır. Yasa metni 11 Kasım 1942 Cumhuriyet tarihinin tartışılan yasalarından biri olan “Varlık Vergisi”, Şükrü Saraçoğlu Hükümeti tarafından 9 Kasım 1942’de TBMM’ye sevkedildi.
Yasa, 11 Kasım’da Genel Kurul’da kabul edildi ve 12 Kasım 1942’de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. 15 Mart 1944 tarih ve 4530 sayılı “Varlık Vergisi Bakayasının Terkinine Dair Kanun” ile o tarihe kadar tarh edilmiş, ancak tahsil edilememiş vergilerin silinmesiyle “Varlık Vergisi” uygulaması ortadan kalktı. Ne hoş.. 2 kara sene! Yasanın Gerekçesi ise evlere şenlik: “olağanüstü savaş koşullarının yarattığı yüksek kârlılığı vergilemek”..
Ne oldu sonra? Medya devreye sokuldu. Dikkat edelim o zamanki medya şu zaman gibi değil..  1942 yazı boyunca İstanbul gazetelerinde hırsızlık, karaborsacılık, vurgunculuk ve ihtikârla ilgili haber ve yazılar ön plana çıkarıldı. Hemen her gün ve her gazetede “karaborsacı Yahudi/Ermeni/Rum” tiplemelerini içeren karikatürler yayınlandı. Köşe yazarları, dergi – gazete yada mecmualarda kusaşladılar adeta.. Mesela  ‘Hececi’ şairlerimizden Orhan Seyfi Orhon, 24 Eylül 1942 tarihli Akbaba’daki yazısında iktidarın ağzındaki baklayı çıkararır: “Kelle İstiyorum! Ben ki bir tavuk bile kesilirken bakamam; karıncaları, sinekleri öldüremem, kelle istiyorum. Yumruklarım sıkılmış, dişlerim kısılmış, at meydanında kazan kaldıran yeniçeriden daha hiddetli bir sesle kelle istiyorum, vurguncunun kellesini!Onun, mülevves (pis) kafasının bir çürük kavun gibi önümde yuvarlandığını görsem ferahlıyacağım. Onun, iğrenç vücudunun boş bir çuval gibi karşımda süründüğünü görsem rahatlıyacağım. Böyle, dünyayı sarmış bir ölüm kalım mücadelesi içinde ben, vurguncuya karşı merhamet tanımam, şefkat tanımam, adalet tanımam, kanun, nizam, usul, hiç bir şey tanımam! Bence onun cezası, para değil, hapis değil, dükkân kapamak değil, neyif (sürgün) değil; müsadere, yağma, falaka, işkence, zindan veya ölüm olmalı!İktisat prensipleri bana vız gelir! İster misiniz gizli mahzenlerin aralıklarından pirinç kazevileri (sepet), şeker sandıkları, un çuvalları, yağ tenekeleri sürüyle meydana çıksın? İster misiniz apartmanların balkonlarından top top elbiselik kumaşlar, ipekliler, yünlüler, pamuklular sarksın? İster misiniz makarnalar serpantinler gibi sokaklara yayılsın, bisküviler konfetiler gibi caddelere dağılsın? İster misiniz eşya fiyatları durup dururken hiç yoktan yükselmesin? Pirince kum, una toprak, süte su, yağa müzahferat (parlak boya) karıştırılmasın? İster misiniz müstehlikin (tüketicinin) verdiği az farkla müstahsilin (üreticinin) eline geçsin? Altın spekülasyonu, on misline arsa alışlar, apartıman satışlar, villa yaptırışlar olmasın. Öyleyse siz de benimle beraber olun! Gelin, yakalanıp cezasını çekecek vurguncunun arkasından -eski devirlerde olduğu gibi- gülbank çekelim: -Vur vuranın, kır kıranın, destursuz bağa girenin, karaborsa fiyatına mal sürenin, el altından iş görenin, memlekete zarar verenin hali budur, hey!” (Nasıl hastalıklı bir ruh bu..)
Gazetelerde suçlananlar başta Yahudiler olmak üzere gayrimüslim zenginlerdi, ama ‘savaş zenginleri’ yaratan politikaları yüzünden halk Başbakan Refik Saydam’dan da adeta nefret ediyordu. Hava böyleyken Refik Saydam 7 Temmuz 1942 gecesi aniden öldü (bu da ayrı bi film ya neyse)  9 Temmuz 1942 günü hükümeti kurmakla görevlendirilen Şükrü Saraçoğlu 5 Ağustos’taki güven oylamasından sonra şöyle der:  “Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. (…) Biz ne sarayın, ne sermayenin, ne de sınıfların saltanatını istiyoruz. İstediğimiz sadece Türk milletinin hakimiyetidir.” diyerek yeni hükümetin sosyal politikasını açıklamıştır. Yetmez basına kapalı parti toplantısında şunları der pardon kusar: “Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz.” (Rezalete gel!)
Saraçoğlu hükümetinin ilk icraatı, Varlık Vergisi Kanunu’nu çıkarmak oldu. 11 Kasım 1942 tarihinde TBMM’de oturumda hazır bulunan 350 milletvekilinin oybirliğiyle kabul edilen kanuna göre bazı varlıklı kesimlerden bir defalık olağanüstü servet vergisi alınacaktı. Bazı lafına takılmayın, Müslüman olmayan kim varsa ondan bahsediyor bazı derken..
18 Kasım 1942’de vergi listeleri yayımlandığında görüldü ki, Varlık Vergisi’nin yüzde 70’i İstanbul’daki mükelleflere tahakkuk ettirilmişti. Bunların da yüzde 87’si gayrimüslimdi. Gayrimüslimlerin mali güçleri ile uygulanan vergi oranları Müslümanlara uygulananlara göre yüzlerce kez daha ağırdı. Gayrimüslimler arasında da Ermenilerin vergisi en yüksek orandaydı.
12 Eylül 1942’de İstanbul defterdarlığı görevine atanan Faik Ökte’nin anılarında anlattığına göre, Maliye Bakanlığı savaş dolayısıyla fevkalade kazanç elde ettiği iddia edilen kimselerin cetvelinin yapılarak müslümanların M, gayrımüslimlerin G, dönmelerin D harfiyle işaretlenmesini talep etti.
11 Kasım’da Varlık Vergisi kanunu TBMM’de hiç tartışılmadan kabul edildi. Kanun her il ve ilçe merkezinde kimin ne kadar vergi ödeyeceğini belirleyecek servet tespit komisyonları kurulmasını, komisyon kararlarının nihai ve kati olmasını, vergi ödeme süresinin 15 gün olmasını, bu süre içinde tahakkuk eden vergiyi ödemeyenlerin mallarının haczedilerek icra yoluyla satılmasını, buna rağmen borcunu ödeyemeyen mükelleflerin borçlarını “bedenen çalıştırarak ödetmek” amacıyla çalışma kamplarına gönderilmesini öngörüyordu.
İstanbul’da kurulan üç komisyon tahakkuk eden vergi listelerini 18 Aralık 1942’de açıkladı. Tahakkuk eden vergilerin %87’si gayrımüslim, %7’si müslim mükelleflere yüklenmişti. Geri kalan %6 değişik kalemlerde olup, bunların da çoğu gayrımüslim azınlıklar ve ecnebilerdi.
4 Ocağa kadar vergisini ödemeyen mükelleflere birinci hafta için %1, sonraki haftalar için %2 gecikme zammı uygulanacağı ilan edildi. Aralık 1942 ve Ocak 1943’te İstanbul’da gayrımüslimlere ait binlerce taşınmaz mülk el değiştirdi. El değiştiren mülkler arasında İstiklal Caddesi’ndeki yapıların büyük bir kısmı bulunuyordu.
Satılan mülklerin %67 kadarı müslüman Türkler, %30 kadarı resmi kurum ve kuruluşlar tarafından alındı. 21 Ocak 1943’ten itibaren İstanbul’da binlerce gayrımüslime ait ev ve işyerleri haczedilerek haraç mezat satıldı. 27 Ocak ile 3 Temmuz 1943 arasında, tümü gayrımüslimlerden oluşan toplam 1229 kişi çalışmak üzere Erzurum Aşkale’ye yollandı. Buraya kadar okuduklarınız bir korku filmi gibi di mi? Yok değil, gerçekten yaşandı (hatta yüz katı) bu yazılı olanlar..
Sözlü anlatımlara göre bu kişilerin aileleri Aşkale’ye sürülenlerin “sağ dönmeyeceğine” inanıyordu. Sürgünlerden 900 kişi 8 Ağustos 1943’te yük vagonlarıyla Eskişehir Sivrihisar’a nakledildi. 9 – 13 Eylül 1943 tarihlerinde New York Times gazetesinde Cyrus Sulzberger imzasıyla Türkiye’deki Varlık Vergisi uygulamasını eleştiren bir dizi yazı çıktı. Bu yazılardan hemen sonra 17 Eylül’de toplanan TBMM, henüz tahsil edilmemiş olan Varlık Vergisi borçlarının silinmesine karar verdi. Aralık ayının ilk günlerinde Aşkale ve Sivrihisar sürgünleri yaklaşık on aylık esaretten sonra evlerine gönderildi.Çünkü o dönem İkinci Dünya Savaşı’nın kritik günleriydi ve Türkiye bu durumdan etkilenmek istememişti.
Bu rezil verginin toplanmasıyla toplamda 314.900.000 TL vergi tahsil edildi. Bu sayının %70’i İstanbul’da toplandı. Toplam tahsilat, 394 milyon TL olan 1942 devlet bütçesinin %80’ini buluyordu. 1935 sayımında Türkiye nüfusuna oranı %1,98 olan gayrımüslim azınlıklar, vergiden sonra başlayan göç nedeniyle 1945’te %1,56’ya ve 1955’te %1,08’e düştü. Şu an bu oranı merak ediyor musunuz? %1’in yarısı bile değil artık!
Bu yüksek vergileri ödeme süresi 1942 kışından 1943 Ocak ayınadek sürecek, ödemeler olmazsa Ocak ayı itibariyle hacizler başlayacaktı. Yani devlet sana diyor ki: “Bak güzelim çok zenginsin, o yüzden malına mülküne el koycam ama sana bir güzellik yapıp süre vercem vergiyi ver diye. Zaten ödeyemeyeceksin – eni konu 2 senen var..”
Hacizlerin nasıl yapıldığını artık yayımlanmayan Rum gazetesi Apoyevmatini’nin yayın müdürü Mihail Vasiliadis gazeteci Celal Başlangıç’a şöyle anlatmıştı: “Beyoğlu Karakolu’nu biliyorsunuz? Kalyoncukulluk Sokağı ile Tarlabaşı Bulvarı’nın kesiştiği yerde, karakolun tam karşısındaydı benim doğduğum ev. Babam Aristodumas diş hekimiydi. Ben doğmadan 10 gün önce beyin kanaması geçirmiş. Yatalaktı. Eve memurlar geldi. Yanlarında bir hamal vardı. Babamı yatağından tutup yerdeki şilteye indirdiler. Yatağı alıp gittiler. Giderlerken de ‘İyi ki böylesin, Aşkale`ye gitmeyeceksin’ dediler. Babamın muayenehanesi evimizin karşı odasıydı. El koydukları eşyaları o odaya tıktılar, kapıyı da mühürlediler. Daha doğrusu gelen memur, yanındaki hamala, ‘Kapıyı kapa ve mühürle’ diye emir verdi. Zavallı bir adamdı hamal. Pabucunun arkası basık, topuğu kalkık, pantolonu yamalı, üstü başı ter kokan fakat nur yüzlü bir adamdı. Oyuncağımı bile aldılar. Bu arada odaya tıkılan eşyaların arasında benim de sallanır bir oyuncak atım vardı. Tam kapıyı mühürlerken, ‘Oyuncak atım’ dedim. Adam anladı. Bağladığı ipi kapıdan çözdü. Bana kapıyı açtı. Atımı aldım. At kucağımda, adamın yüzüne bakıyorum gülerek. Adam da bana gülümserken birden yüzü dondu. Çünkü arkamdaki memur bağıra bağıra oyuncağımı koparırcasına elimden çekti, mühürlenmek üzere olan kapıyı açtı, içeri fırlattı oyuncağımı ve ‘mühürle’ dedi. Karşımdaki hamalın gözündeki yaşı gördüm. Fakat ben ağlamamam gerektiğini düşündüm. O adamın çirkinliği, öteki hamalın nur yüzü hâlâ gözlerimin önünde.”
Bu tür muameleler yüzünden, yüksek vergileri ödemek istemeyen ya da ödeyecek durumda olmayan bazı mükellefler yurtdışına kaçmaya çalışıyorlardı. Kaçamayanlar veya kaçmak istemeyenlerden haraç mezat satılan mallarının bedeli vergilerini karşılamayan bini aşkın mükellef  27 Ocak 1943 tarihinden itibaren Eskişehir’in Sivrihisar ve Erzurum’un Aşkale ilçelerindeki çalışma kamplarına gönderilmek üzere bazı merkezlerde toplandılar. Aşkale’ye gönderilen 1,229 mükelleften 21’i (bir kaynağa göre 25’i) kötü hayat koşulları ve yetersiz tıbbi bakım yüzünden kampta hayatını kaybetti. Hayatını kaybetmeyenler arasında ruh ve beden sağlığını, üzüntüye dayanamayan yakınlarını kaybedenler oldu.
Ali Sait Çetinoğlu’nun Varlık Vergisi 1942-1944 adlı kitabında bugün hepsi de Yunanistan’da yaşayan bazı İstanbul Rumlarının tanıklıklarına yer verilmiş. 1993 yılında ‘Yok Edici Varlık Vergisi’ başlığıyla Atina’da yayımlanan O Politis (Ο Πολıτης) gazetesinde yayımlanan görüşmeleri Dr. Raço Donef, Temmuz 2008’de Türkçeye çevirmiş. Şu örneği gözleriniz dolmadan okumaya çalışın, azcık empati kurun mesela:
Dr. Yeorgiou Topaloğlu anlatıyor: “İstanbul’da doğdum ve okula gittim.  Sonradan peynir tüccarı oldum ve bilinen Ticaret Odası’nda kayıtlıydım.  Dükkânım Eminönü’ndeydi; orda babam İosif bana yardımcı oluyordu. 1943’ün Ocak ayında bize toplam 105.000 lira vergi tarhedildi Varlık vergisi altında. Tanıdığımız bir Türk’e baba emaneti evimizi iki bin liraya satmak zorunda kaldık, Türk devleti bizi mecbur etmeden evvel.  Fakat bize tarhedilen vergi çok büyük olduğu için ve verebilecek durumda olmadığımız için Şubat 1943 tarihinde polis babamı tutukladı; 72 yaşındaydı o zaman ve Aşkaleye tehcir oldu. Bir buçuk ay sonra, 32 yaşındayken beni de tutukladılar – hasta ve 40 derece ateşim olmasına ragmen.  Beni babamı karşılamaya gönderdiler.  Hayvanların taşındığı vagonlara topladılar ve bir çok gün süren seyahatten sonra bizi bir istasyona indirdiler.  Bu istasyon Aşkale toplama kampına yürüyerek 8 saat mesafede idi.  Orda çadırda -25 derecede ve ısıntısız kaldık.  Büyük yaşta olanlar çalısmıyorlardı, biz gençleri ise yoldan karları temizlemeye ve rayların üstündeki buzları parçalamaya mecbur ediyorlardı.  Beslenme olarak sefil kalitede karavana vardı ve günde bunun için 70 kuruş borçlanıyorduk.  Biz aramızda para toplayıp bir sürgün yoldaşa yemek pişirmek görevi verdik.  Ödeyecek durumda olmayanlar için diğerleri paylaşıyordu. Sonradan bizi Sivrihisar’a sevk ettiler.  Babam gırtlak kanseri oldu ve birkaç gün sonra öldü.  Ben başka kampta olduğumdan kendisini göremedim. Ama son günlerinde memleketlim Kostas Andoniadis görmüştü; zaten bana bildiren oydu. (…) Babamın vefatından bir ay sonra kamptan kaçtım ve çok serüvenli bir seyahatten sonra elbisesiz ve aç İstanbul’a vardım ve Ayios Nikolas gününde, 6 Aralık 1943 tarihinde, babamın anısına dua okunulan güne yetiştim. Biraz sonra eziyetler durduruldu ve diğer sürgünler de evlerine dönduler.  Hayatım, bu felaketten sonra  bir çok yıl normalleşmemişti.  Bizim dükkânın işletmesini üstüne alan Türk hamal Halit Özgal bizim döndüğümüzü öğrenir oğrenmez kasayı boşaltıp ortadan kayboldu.  Aynı devirde kızkardeşim Elda’nın da sıkıntısından kanseri oldu ve 1945’te öldü…”

Aşkale sürgünleri ancak, Avrupa’da savaş cephesindeki gelişmeler ve İsmet İnönü’nün ABD Başkanı Roosevelt ve Britanya Başbakanı Churchill’le görüşmek üzere Kahire’ye gitmesinin arifesinde, 17 Aralık 1943’te evlerine dönebildiler. Varlık Vergisi, Yahudilerin ABD nezdinde yaptıkları lobi faaliyetleri sonucu ABD’nin Türkiye’ye baskıları ve Nazilerin yenileceğinin anlaşılması sayesinde bir muhalif oya karşılık 310 kabul oyuyla 15 Mart 1944 tarihinde kaldırıldı.
Verginin İstanbul’da uygulanmasından sorumlu olan İstanbul Defterdarı Faik Ökte’ye göre, Varlık Vergisi kapsamında toplanan 315.000.000 TL verginin 280.000.000 TL gayrimüslimler ödemişti. Bu rakamlar, 1942-1944 yılları arasında, gayrimüslim Türk vatandaşlarının mal varlıklarının önemli bir bölümünü kaybettiğine işaret ediyordu. Ama daha önemlisi gayrimüslimlerin, Cumhuriyet’in kuruluşunda vaat edildiğinin aksine, bu ülkenin eşit vatandaşı olmadıklarının farkına varmalarıydı. Faik Ökte bu duyguyu şöyle özetlemişti: “Varlık Vergisi’nde şöven milliyetçiliğin, ırkçılığın damgası vardır. (…) Verginin bu karakteri Lozan’dan sonra yavaş yavaş kazanmaya başladığımız ekalliyetleri (azınlıkları) bizden soğutmuştur. (…) Esefle kaydetmek lazımdır ki, Varlık Vergisi bu yakınlaşma, bu kaynaşma konserinde falsolu bir nota olmuştur.”
Ne denir? Ne söylenir ki? Sadece yazmakla sadece okumakla ele ne geçer? Ben bunu soruyorum. Hesaplıyorum kabaca; annem 5 babam ise 12-13 yaşlarında bir çocuk.. Ama babam mesela 6-7 olaylarını çok iyi anımsıyor. Rahmetlinin aklına geldikçe anlattığı Beyoğlu’ndaki arkadaşlarını nasıl unutur insan?
Şimdi  bu kadar söz sonrası belki alakasız olcak ama “üç kuruşla İstanbula geldim ama bi baktım bi suru holding olmus bu kuruşlar” diye temeli atılmış bir ton holding var – hiç düşündünüz mü bu değirmenin suyu nerden gelmiş?  Üzerinden onca sene geçmiş ama şimdi bile ekonominin köküne indiğinizde temeller nasıl atılmış diye bir baktığınızda burnunuza kötü kokuların gelmemesi imkansız.. Yok yok ben sadece düşünüyorum o kadar!
Diyebileceğim tek şey var: Yazık! (küfretmeyi bela okumayı yıllar önce bıraktım ben; anladım bi cacık etmiyor)
Bu yazı sonrası bir de 6-7 Eylül’den bahsetmek farz oldu..
—————————————————————————
Kaynakça:
-Rıfat N. Bali, The “Varlık Vergisi” affair: A study of its legacy, selected documents, Isis Press, 2005;
-Rıfat N. Bali, Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945), İletişim Yayınları, 2005;
-Rıdvan Akar, Aşkale Yolcuları-Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları, Belge Yayınları, 2000;
-Faik Ökte, Varlık Vergisi Faciası, Nebioğlu Yayınevi, 1951; Ali Sait Çetinoğlu, Varlık Vergisi 1942-1944,
-Ekonomik ve Kültürel Jenosid, Belge Yayınları,  2000.
-Wikipedia2016
VARLIK VERGİSİ

http://www.somethinginmymind.com/2016/04/22/uzeri-ortulen-silinmeye-calisilan-oteki-tarih-varlik-vergisi/

Yorumlar kapatıldı.