İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Surp Giragos hâlâ umut veriyor

Korhan Gümüş
Avrupa Birliği’ndeki en prestijli kültürel miras ödülü olan “Avrupa Kültürel Miras Ödülü”nü Diyarbekir’in tarihî merkezi Sur’daki Surp Giragos Kilisesi aldı. Ödül komitesi, ödülün Surp Giragos’a verilmesinin gerekçesi olarak restorasyonun yerel yönetimin, halkın, Ermeni topluluğunun gayretleri ile gerçekleştirilmesini göstermiş. Surp Giragos Ortadoğu’nun en büyük Ermeni kilisesi. Şehrin her tarafından görülen görkemli çan kulesi 1914 yılında top atışına tutularak yıkılmış.

 Surp Giragos’un bu ödülü almasında kilise cemaatinin bölgeden gitmesinden yıllar sonra yıllar sonra büyük fedakârlıklarla restorasyonu gerçekleştirilen bu yapının barışın ve birlikte yaşama deneyiminin bir simgesi olmasının etkisi büyük. Restorasyonu ve kilisenin yeniden insanları kucaklayacak olması herkese umut veriyordu. Kilisenin restorasyonu geçmişte yaşanan bütün acılara rağmen herkese iyi gelmişti. Bir küçük adım bile çatışma, şiddet ortamının değişmesinde rol oynayabiliyor, insanlara umut verebiliyor.
Ödül töreni Diyarbekir’de, Surp Giragos’ta yapılamayacak. Kiliseye kimse gidemeyecek, plaket çakılamayacak. Bölge hâlâ abluka altında. Restorasyonu yeni biten kilisenin bazı bölümlerinin hasar görmüş olduğu söyleniyor. Ayrıca Surp Sarkis Keldani Kilisesi, Katolik Kilisesi, Süryani Kilisesi, Protestan Kilisesi gibi birçok anıtyapı için olduğu gibi, Surp Giragos için de “acele kamulaştırma” kararı verilmiş durumda. Kamulaştırma kararı bugün bir avuç insandan oluşan küçük bir azınlık hâlini almış cemaatlerin tepesinde sallanan bir kılıç gibi duruyor.
Daha yeni restore edilen ve diğer kamulaştırılan bir başka anıtyapı, ağır silahlarla tahrip edilmiş ve top atışına tutulmuş olan Ermeni Katolik Kilisesi’nin çan kulesi artık yok. Bir yıkıntı hâlinde.
Bunlara rağmen İstanbul’da bir ödül töreninin yapılabiliyor olması önemli. Peki, nasıl oluyor da zaten bir bakıma kamu alanı olan bir kilise için hukuk normları çiğnenerek, “acele kamulaştırma kararı” alınabiliyor? Laik olduğu anayasasında yazılı olan Türkiye Cumhuriyeti toplulukların din, eğitim yapılarını kamu mülkü saymıyor. Herkes gibi vergi ödedikleri hâlde, kendi kamu kurumlarını ayakta tutmak için ayrıca kaynak yaratmak zorundalar. Bu yüzden kamu kurumları özel alanda, vakıfların mülkiyetinde. Buna da kimse sesini çıkaramıyor, çünkü eğer bu kurumlar bir de kamu yönetiminde olsaydı, o zaman ne olurdu? Diyanet İşleri Başkanlığı yalnızca Müslümanların din kurumlarını, din eğitimini destekliyor.
Ödül töreninin gerçekleştirileceği kilise ise bunun bir istisnasını oluşturuyor. Tören 5 Mayıs’ta İstanbul’da, restorasyonu 2010 yılında tamamlanan Vortvorts Vorodman Kilisesi’nde yapılacak.
Bu kilisenin de başından geçenler önemli. Saray mimarı Krikor Balyan tarafından 1838 yılında inşa edilen bu kilise yakın bir tarihe kadar metruk vaziyette duruyordu. En son Varto depreminden sonra göç eden insanlara evsahipliği yapmış. Patrik Hazretleri Mesrop Mutafyan, İstanbul’un AB Kültür Başkenti Adaylığı için başvuru dosyasını hazırlarken ziyaret ettiğimizde çevresinde yer alan yapıları onarılmasını istediğini, kilise vasfını kaybetmeden gerçekleştirilecek etkinliklerle İstanbul’a kazandırılabileceğini söylemişti. Bu önemli proje Kültür Başkenti başvuru dosyasının en başında yer alan hedeflerin arasına konmuştu. İlk defa devlet bir Ermeni kilisesinin onarımına destek verecekti! Ancak başvuru kabul görünce, tahmin edilebileceği gibi adaylık sürecinde yer almayan, dolayısı ile başvuru dosyasını sonradan gören yöneticiler projeyi uygulatmamak için her yolu denediler. Çok az bir süre olmasına rağmen tam iki sene boyunca su yüzüne çıkmayan bir mücadele yaşandı. Zaman geçiyor, projeyi başlatmak için bir türlü görüşmeler ve sözleşme gerçekleşemiyordu. En sonunda bir yöntem bulundu, devlet ikna edildi.
Bürokrasi onarımın sahibi tarafından değil, devlet tarafından yaptırılması gerektiğinde inat ediyordu. Bu ise işin yapılmasını imkânsız kılıyordu. Böyle durumlarda genellikle kiliseler kültür merkezlerine dönüştürülüyor ama yalnızca senede bir gün kilise olarak kullanılabiliyordu. Patrikhane doğal olarak devletin kiliseye el koymasından korkuyordu. Bunun için de bir önlem olarak teklif edilen projenin bedelini neredeyse yarı yarıya düşük tutmuş, restorasyonun bir ihale konusu olduğu takdirde ellerinden alınamamasını sağlayan bir önlem almışlardı. Sonunda restorasyon çok kısa bir süre içinde, Ermeni Cemaati’nin gönüllü girişimi tarafından gerçekleştirildi. Başta hükümet olmak üzeri, yapılan işten herkes memnundu. Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı gerçekleştirdiği ziyaretlerden birinde “Eğer bu kararlı tutumunuz olmasaydı, bu işi başaramazdık, restorasyon yapılamazdı. İyi ki ısrar ettiniz” demişti.
KAN DONDUCU O KLİP…
Diyarbekir’in Sur ilçesine kimse giremezken nasıl oluyorsa, yöneticilerin, güvenlik güçlerinin güya haberi olmadan çekilen kan dondurucu bir klip çekilebiliyor. Her tarafın ağır silahlarla delik deşik edildiğini gösteren klipte Ermenilere hakaret ediliyor. Yüzlerce insanın öldüğü bu facianın bir fetih olayı olarak kutsandığı görülüyor. Sonra da çekimi yapanların güvenlik güçleri içinden bazı kişiler olduğu ortaya çıkıyor.
Peki, neden bu felaket yaşandı? Tarih bize neyi gösteriyor? Kurtuluş törenleri, fetihler, işgaller kahramanlık hikâyeleri olarak anlatılsa da, yerel halkların, şehirlerin kırımı ile sonuçlanıyor. Oysa görüldüğü gibi şiddetsiz bir ortam herkese iyi geliyor.
krhngms@gmail.com

Yorumlar kapatıldı.