Tamer Çilingir
Osmanlı’nın Karadeniz’inden daha farklıydı Cumhuriyet’in Karadeniz’i. Osmanlı’nın tahrir defterlerinde, salnamelerinde geçen Rumlar, Ermeniler yoktu artık Karadeniz’de. Osmanlı’nın tüm zalimliğine rağmen ayakta kalan okullar, kiliseler de yok olmuştu. Hemen her sokağından piyano sesleri gelen Pontos illerinde, kasabalarında başka sesler yükseliyordu artık. Tiyatro binaları, operalar yok olmuştu. Yüzyıllarca Rumca, Lazca, Ermenice söylenen şarkılara Türkçe sözler yazılmıştı, artık Türkçe söyleniyordu tüm şarkılar. Diğer tüm diller yasaklanmıştı.
Tehcirler, sürgünler ve son olarak mübadele ile 190 bini Karadeniz’den olmak üzere 1 milyon 250 bin Rum’un sürgün edilmesi yetmemişti.
Geride kalanlar da sürgünlerden payını aldı
Şimdi sıra yeni sürgünlere ve yer değiştirmelere gelmişti. Van’a, Erzincan’a, Bursa’ya, Sakarya’ya, Zonguldak’a gönderilen yeni kafilelere gittikleri yerlerde, tarlalar, bahçeler verildi.
Pontos’un illeri, kasabaları arasında yer değiştirmeler başladı. 1935 yılına kadar süren bu yer değiştirmelerle, geçmişle bağlar koparılmak isteniyordu.
Tıpkı cumhuriyet tarihi gibi, her ailenin de tarihi yeniden yazılmaya başlandı. Soyadı kanunuyla eski lakaplar, aile isimleri Türkçeleştirildi. Adeta her ailede gönüllü yeniden tarih yazıcıları ortaya çıktı.
Öldürülenler, mübadele ile sürgün edilenlerden geriye, ölmemek için, yüzyıllardır yaşadıkları toprakları terk etmemek için en iyi Müslüman en iyi Türk olmaya karar verenler kalmıştı. Bir daha aynı acıları yaşamamak için tüm geçmişi unutmaya razıydılar. Ve tabi devlete iyi Müslüman ve iyi Türk olduklarını her seferinde kanıtlamak zorunda olacaklardı.
Bir bıçakla kesilmiş gibi tarihin geçmişle bağları tamamen koptu. Hem kayıt ve belgelerin imha edilmesi hem de elde kalan kimi resmi kayıt ve belgenin Osmanlıca olması bu bağın kopmasında önemli rol oynamıştı.
4 Mayıs 1920 – 13 Aralık 1920 tarihlerinde TBMM Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı), 24 Aralık 1921 – 27 Ekim 1923 tarihlerinde Sağlık Bakanlığı yapmış olan Dr.Rıza Nur’un Topal Osman ile yaptığı aşağıdaki konuşma işte tam da bu bağın koparılması için nasıl bir bakış açısına sahip olunulduğunu açıklıyordu.
“Ağa, Pontus’u iyi temizle!” dedim.
“Temizliyorum” dedi.
“Rum köylerinde taş taş üstünde bırakma” dedim.
“Öyle yapıyorum ama kiliseleri ve iyi binaları lazım olur diye saklıyorum” dedi.
“Onları da yok et, hatta taşlarını uzaklara yolla, dağıt. Ne olur ne olmaz, bir daha burada kilise vardı diyemesinler” dedim.
“Sahi öyle yapayım. Bu kadar akıl edemedim”[1] dedi.
Bugünün Karadeniz’i
El değmemiş topraklarımıza, koklayamaya kıyamadığımız bitkilerimize, girmeye doyamadığımız sularımıza göz dikilmiştir. Tüm Karadeniz hidroelektrik santrallerin (HES) tehdidi altındadır.
Sermayedarların iştahını kabartan çok para kazanacaklarını umarak her akan suya elektrik üreteceğiz diyerek el koyma hakkını veriyor bu HES’ler…
Elektrik üretmek için 49 yıllığına özel şirketlere verilen bu “HES”leri alan firmalar, sadece sudan elde edilen enerji kullanım hakkını değil, bulundukları bölgelerdeki madencilik, tarım ve suyun tüm kullanım haklarını da ellerine almak istiyorlar.
Yaşam alanları, vadiler, ormanlar, dereler, köyler satılıktır.
Tütünümüz, fındığımız, çayımız başta devletin resmi kurumları ve özel şirketler aracılığıyla, ucuz taban fiyatlarıyla elimizden alınmaya çalışılır.
Kar etmek için Karadeniz’in sahil şeridi de dâhil tüm doğal ve tarihi doku bozulmuştur.
Fabrikalarda, işyerlerinde emekçi insanlar karın tokluğuna çalıştırılmakta, alın teri sömürüsünde sınır tanınmamaktadır.
Egemen sınıfların sömürü ve zulüm düzenlerini ayakta tutabilmek amacıyla ihanetçilere ihtiyacı vardır. İşte bunun için, halkların değerlerini, alışkanlıklarını yozlaştırır, onları kirletmeye çalışır, satın aldıkları hainler aracılığıyla, kendi yoz, insanlık düşmanı fikirlerini ve yaşam biçimini meşrulaştırmaya çalışır.
Bu esnada kullandığı yöntem, yalan ve demogojidir. Bu yalan ve demogojiyi oluşturan en önemli argüman milliyetçiliktir, ”vatan”dır.
Bir ulusun diğerlerinden üstün olduğu propagandasıyla, bir yandan ezilen uluslar baskı altına alınıp aşağılanırken, diğer yandan sınıf mücadelesinin önünü kesilmeye çalışılır.
Rum olmak, Ermeni olmak, Kürt olmak, aşağılayıcı bir durum gibi hissettirilmeye çalışılır, küfür sayılır. Karadeniz’de on yıllardır hem emekçilerin bir araya gelmesini engellemek, direnişleri, grevleri etkisiz hale getirmek, hem de değişik uluslardan (başta Kürt halkına karşı olmak üzere), dinlerden ve mezheplerden halkları birbirine düşman etmek amaçlı, kimi zaman linç saldırılarıyla, kimi zaman silahlı suikastlerle hayata geçirilmeye çalışılan ırkçı, şoven politikalar hep gündemdedir.
Müslüman Rumlar
Karadeniz’de, ”Türküm” demedikleri için, Müslüman olmadıkları için Osmanlı’nın zulmünden yüzyıllar boyunca çekmiş bir ulustur Pontos Rumları. Kendilerine ”Ya dininizi, ya dilinizi değiştireceksiniz” dayatmasına karşı, Batı ve Orta Karadeniz bölgesinden yaşayan Pontos Rumları, 18.yüzyılın sonlarına doğru dillerini değiştirip Türkçe konuşmaya devam ederek, Trabzon, Rize ve Gümüşhane’de yaşayanları ise dinlerini değiştirip Müslüman olarak ama dillerini konuşmaya devam ederek yanıt vermiştir. Osmanlı’nın gayrimüslimlere yönelik vergi zulmüne karşı direnecek gücü kalmayan aileler ise teker teker ”Müslümanlığı” seçerler. Ancak dinlerini gizli yaşar, kendi aralarında evlilik yapmayı sürdürürler, dillerini devam ettirirler.
Osmanlı, vergi zulmünün yanı sıra sık sık uyguladığı ”yer değiştirmelerle” geçmişle bağlarını koparmaya çalışır.
Osmanlı’nın işgalci ve katliamcı padişahı Mehmet döneminden, 1914’e kadar dinlerini değiştirmeyen ve Ortodoks Rum kimliğini açık yaşayanların maruz kaldığı zalimliğin en büyüğü İttihat ve Terakki’nin ve ardından Kemalistlerin iktidar olduğu dönemdir.
Kim emperyalistlerle beraber?
Öyle ki kimilerinin Sevr meselesi gündeme geldiğinde hop oturup hop kalkarak ”emperyalizmin uşaklığı” ile suçladığı Kürt ve Ermeni halklarının Sevr’de lehlerine maddeler olmasına rağmen (Ki bu onların hakları olanın kabul ettirilmesidir, yoksa emperyalizme uşaklık da Türkiye Cumhuriyeti’nin eline kimse su dökemez) Pontos Rumlarıyla ilgili tek bir madde yoktur. Pontos Rum halkı değil galip emperyalist devletler, Yunanistan’dan bile destek görmedikleri gibi, Sovyetler Birliği tarafından yer yer sınırlarına girenleri Türkiye’ye iade edecek denli ”karşı safta” görülmektedir. Pontos Rumları birinci emperyalist paylaşım savaşının sonucunda yapayalnızdır. Ne itilaf devletleri, ne ittifak devletleri ne de Sovyetlerin desteğini almıştır. Üstelik bir ”kurtuluş savaşı” yalanının gölgesinde Kemalistlerce katledilmiş, soykırıma uğramıştır.
Bu öyle bir soykırımdır ki, bu konuda dünyada herkes lal olmuştur; çünkü bu soykırımı izleyen, Kemalistlere verdikleri destekle soykırıma ortak olan, sessiz kalan herkes, her devlet, her kurum, kendi sorumlulukları gündeme gelmesin diye, böyle bir soykırım olmamış gibi, hatta sanki Karadeniz’de hiç böyle bir ulus yaşamamış gibi davranmış ve davranmaya devam etmektedir. Oysa her şey herkesin gözünün önünde olmuştur; Katil Topal Osmanlar, Yahya Kaptanlar, İpsiz Recepler ve adamları işledikleri cinayetleri yaptıkları zulümleri, ”kahramanlık hikâyeleri” olarak yaşadıkları dönemde övüne övüne her yerde anlatmışlardır. Ama her nedense kendilerine kahramanlık madalyaları verilen bu zevatın faaliyetleri, o ”yedi düvele’’ karşı verildiği iddia edilen ”kurtuluş savaşı” hikâyelerinde anlatılmaz.
Oysa onların ”yedi düvele karşı kurtuluş savaşı” dedikleri Karadeniz’deki Pontosluların ve Küçük Asya’daki Rumların soykırıma uğratılmasından başka bir şey değildir.
Pontos Rum halkı direnmiştir, silahlanıp dağlara çıkmıştır, ancak ”mertçe” olmayan bir savaşın mağlupları olarak diyetlerini Karadeniz topraklarını kanlarıyla sulayarak ödemişlerdir. Bu soykırımdan sağ kurtulanların ise karşısında iki seçenek vardır, ya ”Türküm” diyecek ya da Yunanistan’a sürgüne gideceklerdi. Lozan anlaşması ile adı ”Mübadele” olan bir anlaşma ile memleketlerinden koparıldılar.
Peki ya geride kalanlar?
Onların bir kısmı daha önceden Müslümanlaştırılmış olanlardı ve bir kısmı da bu zulüm karşısında Müslüman ve ”Türk” olmayı kabul etti. Ama her şeye rağmen dillerini, kültürlerini yaşamaya devam ettiler. Aileler cumhuriyet döneminin baskılarından dolayı çocuklarına dillerini gizli konuşmalarını öğütlemek zorunda kaldı, adları en ”Müslüman” en ”Türk” adlarından seçildi.
Ve toplumsal travmalarla dolu geçmişin yarattığı, reflekslere sahip oldular, en milliyetçi (Türk), en Müslüman olduklarını ispat etmeye çalıştılar.
Gizlenen gerçek tarihe, yalanlara, zulümlere rağmen Onlar Müslüman Pontoslular olarak Karadeniz’de yaşıyorlar.
Sürgünde olanlar sadece Yunanistan’da değiller, dünyanın dört bir yanında yaşıyorlar. Ve oldukları her yerde hala oralı değiller, yürekleri Pontos’da çünkü. Dillerini, kültürlerini nesilden nesile aktararak yaşamaya devam ettiler.
(Ve Karadeniz’de Pontoslu Rumlar dışında, Lazlar, Çerkesler, Gürcüler, Ermeniler de yaşamaktadır. Ermeniler bugün kendilerine Hemşin demektedirler, Hemşince adını verdikleri dilleri de, Ermenicenin ta kendisidir. Müslüman olup kendilerine Türk diyen ama Romeika konuşan Rumlar gibi)
[1] Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım syf 793
Yorumlar kapatıldı.