1960 yılında İstanbul Vilayeti hukuk işlerinin vilayete gönderdiği yazıda 1862 (1863 olmalı) Nizamnamesinin yürürlükten kaldırıldığı ve 5404[i]sayılı kanunun emredici hükümleri nedeniyle merkez mütevelli heyeti seçiminin kanuna aykırı olacağı bu faaliyette bulunanlar hakkında işlem yapılması gerektiği belirtiliyordu.[ii] İhtilal hükümetinin İstanbul Valisi tümgeneral Refik Tulga imzalı emirle Lozan Antlaşmasına ve mevzuata aykırı olduğu gerekçesiyle merkezi mütevelli kaldırılıyordu[iii].
Bu emirlerle Merkezi mütevelli tarafından yönetilen 11 vakıftan altısı “Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi, Şişli Karagözyan Yetimhanesi, Halıcıoğlu Kalfayan Yetimhanesi, Üsküdar Surp HaçTıbrevank Ruhban Okulu, Taksim Esayan Lisesi, Galata Getronagan Lisesi”[iv]seçiminin “umum cemaatin iştiraki” ile yapılmasına karar verildi. Diğer 5 vakfın “Beykoz Surp Negoğos Kilisesi, Kandilli Surp Arakelos Kilisesi, Taksim Surp Harutyun Kilisesi, Eyüp Surp Eğya Kilisesi, Eyüp Surp Azvazazin Kilisesi” seçiminin “mahal sakinlerinim iştiraki” ile yapılacağı belirtiliyordu.
Semt ve kilise vakıflar ise son vakıflar kanunu değişikliğine kadar bu vakıfların bulunduğu semtin cemaati tarafından seçildi. Ancak adları cemaat vakfı olmakla birlikte vakıfların doğrudan cemaat liderliği olan patriklikle bir bağı kalmadı. Bu gün patrikliğin vakıflar üzerindeki tek gücü kilisesi olan vakıflarda –varsa- din adamını geri çekmekten ibarettir. Altmışlı yıllarda vilayetin isteği üzerine kurulan ve patrik tarafından atama yoluyla belirlenen patriklik danışma meclisi de yine 1998’de vilayet emriyle kaldırıldı.
Son Vakıflar Kanunu ve yönetmeliğinde yapılan değişikliklerle ortak vakıflar dışında kalan vakıflar için seçim çevresi ilçe olarak belirlendi. İlçede yeteri kadar cemaat mensubu yoksa seçim çevresinin il olabiliyordu. Ancak cemaat vakıfları yönetmeliğinde seçimi yönetecek seçim kurulu, seçmenlerin belirlenmesi, adaylık vb pek çok konuda sorunlar yaşandı, vakıf seçimleri mahkemelik oldu. İki yıl kadar önce bu sorunlar yüzünden vakıflar yönetmeliğinin seçim ve seçim çevresi ile ilgili yönetmeliği, nedense yenisi çıkarılmadan iptal edildi ve bu güne kadar da yeni yönetmelik çıkmadı.
Yeni vakıflar yönetmeliğinin çıkmamasının, gecikmenin nedeninin cemaatten farklı görüşler gelmesine, özellikle bu konuda bizim gibi farklı düşünenlerin bulunmasına bağlamak da ya cemaat yöneticilerinin ya da yetkililerin mazeret araması olur. Eğer ikinci bir ses olmazsa çoğunlukça benimsenen öneri kabul edilecekken farklı ses yüzünden karar verilememişse buradan birkaç sonuç çıkar. Ya basın destekli ve başbakanla, bakanlarla görüşen grupların önerisi yetkilileri tatmin etmemiş bu yüzden ikinci öneriler dikkate alındığında tereddütler yaşanmıştır. Ya da devlet yetkileri bu konuda yeterli bilgi ve birikime sahip olmadıklarından birden fazla öneri geldiğinde karar verememektedir. Devlet yetkililerinin konuyla ilgili yeterli bilgiye sahip olmadığı düşünülemez. Kanımca çoğunluğun, güçlülerin önerisi çağdaş yönetim ilkeleri ile bağdaşmadığından bizim gibi grupların önerilerini dikkate alınmış ancak güçlülere rağmen karar almakta sorun yaşanmıştır.
Özellikle Ermeni cemaatinden vakıf yönetimi seçimleri konusunda farklı düşüncelerin çıkmasının temel nedeni Ermeni cemaatinin en kalabalık Müslüman olmayan azınlığı teşkil etmesidir. Müslüman olmayan cemaatlerin farklı nüfusa, farklı sayıda vakfa ve farkı cemaat varlıklarına sahip olmaları farklılığın nedenlerindendir. Yanlış olan en az nüfusa, en az vakfı olan cemaatlere göre karar verilmesidir. Nasıl olsa bir gün onlarda azalacak bakışıyla değil, mevcut yapıya göre karar verilmesidir. Örneğin İstanbul’daki toplam nüfusu 1500 kişi civarında olan Rum cemaatinin seçim çevresi talebi ile 40-50.000 nüfuslu Ermeni cemaati seçim çevresi talebi aynı olması ciddi bir yanlış olur. Rum cemaati için seçim çevresinin il olması bir mecburiyettir. Halbuki Ermeniler pek çok ilçede binin üzerinde seçmene sahiptir. Nasıl olsa öleceğiz diye intihar edilmez. Yine çok sınırlı sayıda vakfa ve sınırlı varlığa sahip Yahudi cemaati ile pek çok vakfa sahip ve varlıkları milyarları bulan vakıflara sahip Ermeni cemaati aynı kefeye konulamaz. Yerel ve yerinden yönetim ilkleri gereğince yeterli cemaat mensubunun bulunduğu ilçelerde seçim çevresinin ilçe olması, yeterli cemaat mensubu bulunmayan ilçelerin yakınlarındaki en çok seçmeni olan ilçe ile birlikte seçim çevresi olması, yine yeterli cemaat mensubu yoksa seçim çevresinin il olması çağdaş yönetim ilkelerine uygundur. Tabi cemaatin tüzel kişiliği tanınınca vakıfların varlığı aynı zamanda cemaatin tüzel kişiliğinin olacağından ve merkezi bir denetim ve koordinasyon olacağından bu sorunlar kendiliğinden yok olmasa bile çok azalacaktır.
Diğer taraftan hiçbir cemaat tarafından gündeme getirilmeyen seçim sistemi Ermeni cemaati için çok önemlidir. Cemaatin tüzel kişiliği tanınmadığından ve vakıflar bağımsız durumda olduğundan en azından zayıf da olsa bir otokontrol sağlanması ve de elbette çok daha adil olacağından seçimlerin nispi sistemle yapılması gerekir. Seçimlerin nispi siteme göre yapılmalı her grup oyu oranında yönetimde temsil edilmelidir. Yine vakıf yönetimi seçimlerinde tarafsız ve yetkisi ve görevi kesin olarak belirlenmiş seçim kurullarının oluşturulması gerekir. Burada dikkat edilmesi gereken cemaat varlıklarının belli grupların eline geçmesine engel olacak, nispi temsil, tarafsız seçim kurulu gibi tedbirlerin alınmasıdır.
Cemaatin Tüzel kişiliği:
Avrupa Konseyinin anayasa konusunda danışma organı olan Venedik Komisyonunun da önerdiği Müslüman olmayan cemaatlerin tüzel kişiliğinin tanınması yolundaki önerilerine göre cemaat yeniden örgütlenmelidir. “… İnanç gruplarının tüzel kişilik edinme hakkı inanç özgürlüğünün kolektif yönüne ait bir hak olarak, Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde korunmaktadır. Türkiye devleti de Türkiye’deki çoğunluk, azınlık, vatandaş veya değil, tüm insanlar için bu hakkı koruma konusunda pozitif yükümlülüğe sahiptir. Türkiye’de inanç grupları için hukuki statü seçenekleri oldukça sınırlı. Birçok farklı inanç grubuna mensup bireyler inanç kurumu veya dini kurum adı verilecek yeni bir hukuki statü talebini dile getirmektedirler”[v]. Mevcut tüzel kişiliklerle problemin çözümü mümkün olmadığından, Müslüman olmayan cemaatlerin, kamu tüzel kişiliği olarak düşünülmesinin güçlüğü dikkate alınınca yeni bir tüzel kişilik statüsüne ihtiyaç duyulmaktadır. İnanç grupları kurumu ya da dini kurumlar adı verilecek yeni bir tüzel kişilik statüsünün kanuna eklenmesi ile sorunun çözülebileceği düşünülebilir.
Cemaatin Örgütlenmesi:
Cemaatin tüzel kişiliğinin kazanması aynı zamanda örgütlenmesi ile mümkün olacaktır. Bu konuda ciddi sorunların varlığı inkar edilemez. Müslüman olmayan azınlıklar neredeyse yüz yıldan beri savrulmuş, gelenekleri, görenekleri büyük ölçüde yok edilmiştir. Bu nedenle hem çağdaş hem de mümkün olduğu kadar geleneklere uygun örgütlenme modelleri bulmak gerekecektir. Diğer taraftan her cemaatin aynı şekilde örgütlenmesi de mümkün değildir. Örneğin Ermeni cemaati ile Rum ya da Yahudi cemaati örgütlenme modeli pek çok farklılık göstermektedir. Ermeni cemaati için önemli değişiklikler yapılması gerekse de 1863 Nizamnamesi ve ruhani önderliklerimizin[vi]yönetmelikleri bu konuda yol gösterici olabilir. Burada önemli olan devletin örgütlenme için belirleyeceği sınırlar olacaktır. Modelin temeli Patrik başkanlığında Ruhani meclis yanında, yine patrik başkanlığında seçilmiş bir cismani ya da sivil meclisin olmasıdır. Patrik başkanlığında bu iki meclis cemaat yönetimini oluşturacaktır. Kanımca patrikliğin etkinliğinin artırılması için sivil meclisin -örneğin yüzde kırk gibi- bir bölümünün patrik tarafından atanmasının doğru olur.
Bu konuda patrikliğin öncü olmalı, cemaat mensuplarından ve din adamlarından oluşacak bir komisyon bu konuda çalışmalar yapmalı ve yetkililere taslaklar sunulmalıdır.
SON
Sevgiler.
Mart 2016
Murat Bebiroğlu
[i]31 Mayıs 1949 tarihli Vakıflar Kanunu
[ii]İstanbul Hukuk İşleri Tarih 10.09.1960 Sayı 960,536 Hukuk İşleri Müdürü Aytekin Ataay
[iii]28.10.1960 tarih ve 22085 sayılı İstanbul valisi Tümgeneral Refik Tulga imzalı yazı.
[iv]Esayan ve Surp Harutyun Kilisesi öğrenemediğimiz bir nedenle altmışlı yıllarda Beyoğlu Üç Horan Kilisesi Vakfına bağlanmıştır.
Yorumlar kapatıldı.