Feridun Nadir / feridun.nadir@buyukkeyif.com
“Buralar”la “vatan” arasındaki fark ne peki? Çok basit. Vatan denilen şeyin sınırlarını kim olduklarını şahsen bilmediğim “atalarımız” çiziyorlar. O “Ermeni uşağı” diye bıdı bıdı eden minyatür faşisti oturtun bir rakı sofrasına, önce biraz kıvırır “Her Ermeni bir değil tabii” filan diye. Sonunda “Ermeni kardeşim” diye kalkar masadan. Ben defalarca şahit oldum. Rakı milliyetçilik musibetine devadır. Milliyetçilik gerçek bir şey değildir. Hayalidir. Uydurmadır. Anlamsızdır. Tanımsızdır. Yüzkarası sınırları gurur kaynağı olarak cilalamak üzere çalışır.
Çizdiği sınırlar yahut biyolojik bir takım saçmalıklar üzerinden tanımlar yapmaya uğraşır.
Yukarıdaki iki paragraf, “Rakı birleştirirse ecel ayırır” başlıklı yazımdan. Lüzum gördüm de tekrarladım. Lüzum gördüm, çünkü herkes pek bir memleket sevdalısı oldu yine. Yine sahtekarlık tavan.
İş Kürtlere gelince “Al da bayrağı düşman(!) üstüne”, iş vergi vermeye gelince “Abi fatura almasam KDV’sini düşsen olmaz mı?”. İş askere gitmeye gelince üniversite uzatmalar, kaçmalar gitmeler. İş ölmeye gelince fakir ölür nasılsa. Hayti Twitter başına.
Bu ülkede gönüllü, güle oynaya askere gidenlerin ezici çoğunluğu niye gider biliyor musunuz? Yaşadığı yerden biraz uzaklaşmak, başka şeyler görmek için. Bulaşıkları yıkadıktan, patatesi soyduktan yahut komutanın arabasını yıkadıktan sonra da “taramalı” bi tüfek alıp fotoğraf çektirdi mi tamamdır işi.
Milliyetçilerin bir başka özelliği de yaratıcılığa uzak olmalarıdır. Benim milliyetçiler dediğime bakmayın, başka isimleri de var. Başkalarının çizdiği sınırların içini dışından ayıran insana milliyetçi denir. Yahut ulusalcı, yurtsever, vatansever…
Peki, insan yaşadığı yeri sevemez mi? Sevdiği yeri yaşayamaz mı? Yaşadığı yeri savunamaz mı? Bunun neresi kötü? Bir şeyin bir yere ait olmasında kötü ne var?
Yok tabii ki. Misal rakı “buraların” içkisidir. Bu “buralar”, benim için içine büyük oranda Suriye’yi de alır, Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya’yı da. Ama ne bileyim meşhur ehlikeyiflerden gazeteci Serdar Erbaş için neredeyse sadece Beşiktaş Köyiçi kadardır. Kadın düşmanı ve küstah lokanta Turgut Vidinli’yi kenara bırakın bütün meyhanelerle arası iyidir, itibarı tamdır. Ama dışarı çıkmaz, tedirgin olur.
“Buralar”la “vatan” arasındaki fark ne peki? Çok basit. Vatan denilen şeyin sınırlarını kim olduklarını şahsen bilmediğim “atalarımız” çiziyorlar. Üstelik onlar da tek başına çizmiyorlar. Başkalarının atalarıyla savaşıp dövüşüp tartışıp bölüşüp artık her ne yapıyorlarsa yapıp çiziyorlar. Sonra bize dönüp diyorlar ki, burası senin vatanın. Burası için vergi verecek, askere gidecek, öleceksin. Ve gurur duyacaksın bununla. Üç beş yılda bir de oy verip kendini memleketin efendisi gibi hissedeceksin. Bununla da gurur duyacaksın. Habire gurur duyacaksın.
Öbüründeyse sınırları sen belirliyorsun. Dilersen her gün değiştirebilirsin. Dilersen kopuk kopuk bölgeleri de savunabilirsin. Böyle bakınca ben kısmen Kerala, San Cristobal, Zagreb, Thasos, Varna, Ankara, Roboski ve Datça milliyetçisiyim. Bugün böyle. Yarın tekrar bakarız.
Ha peki “buralar” için ölünmez mi? Savaşılmaz mı? Savaşılır tabii. İskender’e karşı Likyalıların yanında savaşmayan zındıktır. Kobane direnişi. Vatan savunması mı yapıyorlardı? Hepsi evini korudu. Hem de kan içici, çocuk tecavüzcüsü barbarlara karşı.
Milliyetçilikler bu kadar mı? “Biz Bornova Anadolu Liseliler” diye başlayan cümlelerin çoğu milliyetçidir. “Toprağım” diye başlayanlar da keza. Benim aklım ermez. Bir yere ait olmasam da bir yere ait olmayı anlarım. Ama o ait olduğun yere imtiyazlar atamayı anlamam. Anlamayacağım da.
Şimdi buyrun bakalım, vatan isimli o yeri belli şeyle olan ilişkiyi düzenleyen milliyetçilik denilen o sınırları muğlak şeyin bir marifet olduğunu varsayalım. Ve bir göz atalım. Kıyılara inşaatı dayayan, her fırsatta vergi kaçıran, sosyal medyada kesintisiz nefret suçu işleyen, askerden kaçan, ne bileyim günde birer ikişer kadın, işçi öldüren yahut bu cinayetlere sessiz kalan, çocuk tacizlerine, çocuk gelinlere ses etmeyen (hatta iştirak eden), hırsızlığı arsızlığı umursamayan (hatta imrenen), inşaatı marifet çevre (vatana ait çevre) korumayı işgüzarlık gören bu insanlar vatansever. Buna mukabil bunların hiçbirini yapmayan ve 25 senedir Türkiye’de yaşayan, öğrenci yetiştiren, bilim üreten, hep mazlumun yanında saf tutan, Britanya vatandaşı Chris Stephenson vatansever değil ha? Hayatı boyunca bu ülkenin bir işine yaramamış bu kadar insan vatansever milliyetçi mukaddesatçı, Chris ajan ha! Banu Güven, İMC TV’de soruyor: Memleket neresi? Chris cevap veriyor: Türkiye.
Yazdıkça sinirleniyorum konuyu kapatayım.
Halil Turhanlı’nın dediği gibi karamsarlık ve umut iki ayrı şeydir. Karamsar olmamak için bir sebep göremiyorum. Ama umutluyum. Kadehimi inadına barışa, umuda kaldırıyorum.
Not: Ankara katliamında ölenleri -yine- koruyamadığımız için çok üzgünüm. O gencecik çocukları katlederek verilen mücadeleden hayır gelmez. Bu barbarlık Kürdistandaki katillere gerekçe yaratır, bizim gibilere de neyi savunacağını şaşırtmaya yarar. Milliyetçiliği azdırır. Milliyetçilerin yaratıcı olmasını beklememek lazım. Üç beş klişeleri, şiirli sloganları filan vardır tekrarlar dururlar. Ankara katliamından sonra milliyetçiler yine klişelerini buldular: “Ulan Charlie oldunuz, Ermeni oldunuz, Paris oldunuz, bir Ankara olamadınız” diye.
Kimmiş bu Ankara olmayan? Ben şahsen bunların hepsi oldum, bunların hepsini olanların hangi mantıkla olduklarını da biliyorum. Ankara da oldum. kanımda herkesle aynı oranda hemoglobin filan olduğunu bilen birisi olarak ezilenler, yıkılanlar, ölenler arasında seçim yapmıyorum ırklarına göre. Yapmayınca kolay oluyor. Ankara da oluyorsun Ermeni de. Ezilenin ölenin yanında oluyorsun, gurur duyuyorsun, rahat uyuyorsun. Güzel oluyor. Bekleriz.
Yorumlar kapatıldı.