İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Zengin Otokton Kent Dokusuna Sahip Mardin Şehri

Tomas ÇERME *
Mardin, Güneydoğu Anadolu’da ve ünlü Yukarı Mezopotamya Ovası’nın başlangıç noktasında yer alan, tarihi eskilere uzanan bir kenttir. Geçmişin ünlü İpekyolu ile bağlantısı olan kent; topoğrafyasından kaynaklanarak, fiziki konumuna yansıyan karakteristik çizgileriyle adeta kartal yuvası görünümünü almıştır (1,2).

 Mardin adının ilk kez ne zaman kullanıldığı ve nereden geldiği konusunda, pek çok eski kentimizde olduğu gibi çeşitli görüşler, varsayımlar ve hatta efsaneler vardır. Bu efsanelerden ilki, Pers krallarından birisinin hasta olan Mardin adlı oğlu, dört mevsimi de birbirinden güzel olan bu kentte sağlığına kavuştuğu için onun adıyla anıldığı şeklindedir. İkinci varsayım ise, ünlü tarihçi  HAMMER’e göre, V. Arzaz (Ardeşir), Marde kavminin bir bölümünü ( Masius) Masis Dağı’na yerleştirir ve şehre bunların ismini verir. Tarihçi ve coğrafyacı Strabon’a göre Marde Kavmi, ele geçirilmesi, zapt edilmesi imkansız bir nesildir. Komşuları  (Arevortik ) Ermeni Şemsiler gibi güneşe taparlar (Hammer S.1092) (3,24).
Surp Kevork Ermeni (Surp Krikor Lusavoriç) Kilisesi, Hristiyanlığın kabulü sonrası inşa edilen kiliselerin en eskilerinden olup, Mardin’in ilk kilisesidir.
  M.S. 420 yılında Mardin’de inşa edilen bu kilise, Piskopos Hovagim Tazbazyan döneminde 1791 yılında onarılıp adı, Surp Kevork (Kırmızı Kilise) olarak değiştirilmiştir.  Onarım sırasında 6. yy.’a ait, Mardin şehrinin kuruluşu ile ilgili taş levhaya rastlanır. Levhada şöyle yazılıdır; “ M.S. 363’de Pers ordusu, kumandan Mambut (İmam Put) öncülüğünde Nusaybin şehrine saldırır. Şehrin halkı olan Ermenileri kılıçtan geçirir ve zenginliğini talan eder. Ermeni savaşçılar ise bugünkü Mardin dağına sığınırlar. Dağda da karşılaştıkları Pers güçleri ile savaşırlar ve onları yenmeyi başarırlar.
  Sivil halka katliam uygulayan Pers kumandanının adının unutulmaması için Ermeni Patrikhanesi, Mardin şehrine “Mambut” adını verir. Tarihçiler ise burada savaşan Ermeniler için Mardiros, Mardik ve Mardı adını kullanmaktadır. Bu kelimelerin anlamı savaşçı ve şehittir (2,5).
  Eski çağlarda, oldukça hareketli bir geçmişi olduğu bilinen Mardin, kısa aralıklarla çeşitli siyasi birimlerin yönetimi altında yaşamıştır. Aslında, kentin ilkçağ tarihi hakkında fazla bilgi yoktur. Ancak daha sonra değişik zamanlarda Mardin’e sırasıyla; Arşaguniler, Makedonyalılar (Büyük İskender), Persler, Tikranlar, Romalılar, Bizanslılar, Büyük Selçuklular, Artukoğulları ve Osmanlı İmparatorluğu hakimiyet kurmuştur. Bu yüzdendir ki, yörede her biri, kendi kültürlerine ait çeşitli eserler bırakmıştır ( 6).
M.S. 640 yılında Mardin, Arap İslam ordusu önemli kumandanlarından İbn-Ganem tarafından feth edildi. M.S. 873’te Mervaniler, daha sonra Artuklular, 1109 ile 1409 yılları arasında, üç asır Mardin’i başkent olarak kullanıp, hüküm sürmüşlerdir. İzleyen yıllarda ise Karakoyunlular (1409), Akkoyunlular (1432) ve Safaviler (1507) Mardin’i siyasi sınırları içine katmışlardır. Osmanlı egemenliğine girişi ise (1517) yılındadır ve Yavuz Sultan Selim’in komutanlarından Bıyıklı Mehmet Paşa tarafından Osmanlı toprakları içine katılmıştır (7).
Mardin kenti fiziki görünüm olarak, yüksekçe bir tepeye yaslanmış ve eteklerinde dikdörtgen evleri bulunan ilginç bir yerleşimdir. Tepenin en yüksek noktasında (Masius) Masis savaş kalesi yer alır. Her yerleşim birimi kendi içinde adeta küçük bir kale gibidir. Asırlarca farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır (3,8,9).
  Mardin kentsel önemini, Artuklular döneminde kazanmıştır. Bu dönemde Mardin, siyasi açıdan olduğu kadar, bilimsel ve kültürel yönden de bu coğrafyanın başkenti olmuştur. Mardin’e bu özelliği kazandıran, günümüze kadar süregelen hoşgörü ortamı ve insana gösterilen saygıdır. Mardin halkının bu özelliklerine bir örnek vermek gerekirse, önce Antakya şehrinde kurulmuş olan Yakubi Süryani Patrikhanesi oradan ayrılmıştır. Patrikhane, daha sonra sırasıyla, Adana (Sis), Rumkale, Homs, Maraş, Adıyaman ve Diyarbakır gibi şehirlerde uzun süreli kalamayınca, en son Mardin’e taşınır. Tarihte adı,  Der- Zafaran Manastırı olarak geçen ve son yıllarda ise Deyrül-Zafaran Manastırı adıyla anılan bu manastır, Yakubi Süryaniler tarafından satın alınarak, Patrikhane’nin merkezi olarak kullanılmıştır (10,11).
      Mardin asıllı İshak Armale, “Mardin Manastırları’na Tarihi Bir Bakış” adlı kitabında da yer verdiği gibi, (Şark Mecmuası, sayı 12, sayfa 763, yıl 1909), İbn-el İbri tarihinin Patrik Kryakos’un hayatı bölümünden naklen aldığı ve Nusturi yazar Yeşi Dahna’a dayandırılan Hananya Roma döneminden kalma bu kesme taştan inşa edilmiş yapıyı satın alarak, burayı adıyla anılacak bir manastır haline getirmiştir. 1293 yılında da patriklik merkezi halini almıştır.
Ancak Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra 1924’te Patrikhane Mardin şehrinden Suriye’ye taşınmıştır. Özellikle Artukoğulları zamanında inşa edilen dini ve sosyal eğitim ile ilgili benzer yapılar, yalnız Mardin’in değil, Anadolu Türk mimarisinin en özgün örnekleri olarak kabul edilmektedir (12).
 Anadolu şehirlerinin bir çoğunda olduğu gibi, Mardin’de esaslı bir şehir planından mahrumdur. Daha doğrusu bir sokak üzerine iki sıra halinde dizilmiş yapılardan oluşur. Taşın, mimarisine ve kültürüne şekil verdiği şehirlerden birisi olan tarihi Mardin şehrinin, ilk sakinleri ve mimarları asırlarca uğraşarak, tarihi Mardin şehrini yarattılar. Taş, doğada bulunduğu haliyle kullanılabilen bir yapı malzemesidir. Sadece dizilişinde bile, kullanıldığı yere çok farklı biçimsel özellikler kazandırabiliyor. Taş ile yapı yapmak zor olduğu kadar, çok da zaman alır. Bu işin pahalı kısmı ise, mınkar ve çekiçle gerçekleşen biçimlendirme sürecidir (13).
  MARDİN ŞEHRİNDE TAŞÇILIK ZANAATI:
Mardin halk sanatlarının içinde taş yontmacılığı, ilgi çekici bir konudur. Kaba taşın kesilişinden en ince nakış süslemelere kadar geçen sürece, eskiden Osmanlıca “ kat-il ahcar”, ustalarına da “Senktraş” denirdi. “Mınkar” adı verilen bir takım çelik kalemlerle, taşları kesip yontarak çeşitli estetik şekiller verme sanatı olan bu sanat, geometrik bilgi, zevk üstünlüğü isteyen önemli Osmanlı halk sanatlarından biridir. Önemli kaynaklardan biri olan ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde yeralan “ehl-i hiref” defterlerinde, taş yontma ustalarının bir çoğunun adları kayıtlıdır. Bu defterlerde eski halk sanatlarının bir çoğuna da yer verilmiştir. Mardin taşçılık sanatkarlarının ne kadarının kayıtlı olduğu önemli bir araştırma konusudur. Mimarlık, inşaat ve süsleme gibi çeşitli yönlerden incelemeye değer bir konu olan Mardin taşçılığının, halk sanatları yönünden en karakteristik özelliklerini Mardin binalarının nizamlarında görmekteyiz(14,15).
 Bu iptidai mimarlar ve nakkaşlar, mınkar ve bazı çelik araçlarla harikalar yaratmış, aynı zamanda da mimarbaşı ve kalfalar yetiştirmişlerdir. Bu sanatkarlar birçok medrese, cami, manastır, kilise, saray, malikhane ve köprü gibi eserlerle şehri süslemişlerdir. Mardinli mimarlar, taştan tarih yazmışlardır. Mardin şehri mimarları hakkında maalesef derin bilgi edinmek başlı başına araştırma ve ekip işidir. Son yıllarda turizme açılan Mardin için bu konunun etraflıca araştırılmasının, çok faydalı bir faaliyet olacağına inanıyoruz. Mardin şehri ve tarihi yapıları beraberinde birçok soruyu getirmiştir. Mardin tarihinin, kültürünün ve en önemlisi mimarisinin gerçekçi bir yaklaşımla konuşulup yazılması gerekir. 19 yy. ve 20 yy. arası yaşamış Mardinli mimarların listesini araştırıp bulmak, benim için bir yılımı aşan bir çalışma olmuştur. Ermeni asıllı, nam-ı değer Mimarbaşı Sarkis Lole’den (Levon) bahsetmeden geçemeyeceğim. Tespitlerime göre, Lole Ailesi üç asırdan beri Mardin, Diyarbakır, Hasankeyf, Mayfarkin, Bitlis, Urfa ve Adana bölgelerine mimari açıdan damgalarını vurmuşlardır. Birçok mimar yetiştirmişlerdir. Son yetiştirdikleri mimarlar, Ermeni asıllı Mahdesi Mimar Yusuf Gerzelo, Sarkis Lole’nin (Levon) oğlu Mahdesi Selim Lole ve Mimar Hacı Abdulcelil Kao (İldoğan) olmuşlardır. Sarkis Lole’nin Mardin’deki son eseri, Şehidiye Camisi’nin minaresi olmuştur. Ermeni mimarlar, genellikle kutsal yerlerin mimarisinin eğitimini almak için Venedik’teki Surp Kazar Adası’nın Manastırı’na giderlerdi. Ancak Lole Ailesi fertlerinin, Venedik’te, bu eğitimi alıp almadıklarını tespit etmek imkanım olmadı. Bu ayrıca araştırılması gereken bir konudur.  Lole Ailesi’nin Mardin’e kazandırdıkları başlıca yapıtlar;  Surp Hovsep Ermeni Kilisesi [ 1877 yılında padişah fermanıyla Meclis-i Mebusan Üyesi Mardinli Hosep Kazasyan (Hoca Hosep)** adına yapılan], Mar Butrus (Bedros) Kilisesi, Katolik Patrikhanesi (Şehir Müzesi), Meryem Ana Kilisesi ve Mardin şehir girişindeki Der Mar Efram (Surp Minas) Manastırıdır (14,16).  
 Sarkis Lole’nin önemli eserlerinden biri de Der-Zafaran Manastırı’nın ikinci katı ve ilaveleridir. Bu ilaveler manastıra bugünkü ihtişamlı görüntüsünü kazandırmıştır.
Mimar Cebrail (Hekimyan) ise, Mardin askeri kışla binasını inşa etmiştir. Bugünlerde bu bina restore edilmekte olup, şehir müzesine dönüştürülmektedir. Ayrıca, eskiden Şemsi mabetlerinden olan, yakın tarihte Yakubi Süryani Kilisesi’ne dönüştürülen Mar Mihail, Mar Işmune ve Kırklar Kiliseleri’nin çan kulelerinin de mimarı olup, kendine özgü yeni bir uslüp geliştirmiştir(12).
 Mardin’deki binaların taş yatakları, şehrin güneyinde Belsik denen mevkide idi. 1925’lerde bu taş yatakları tükendi.  Sarkis Lole, yeni taş yatakları aramaya başladı. Midyat’ta nahit taşlarının yataklarını keşfetti. Orada da Mardin taş işçiliğini ve kendi mimari uslubunu öğretip, yeni mimarlar yetiştirdi. Son yıllarda aldığı ihale ve verilen siparişleri kendi yetiştirdiği mimarlara yaptırırdı. Bu bilgileri bize aktaran rahmetle andığımız Sarkis Lole’nin yanında yetişen Abdulcelil Kao (İldoğan) ve Lole’nin torunu Jozef  Ertaş (Lole)’dir. Efsane Mimarbaşı Sarkis Lole, doğduğu Mardin şehrinde 1931 yılında vefat etmiştir. O tarihte Ermeni kiliseleri askeri kışla olarak kullanıldıkları için cenaze merasimi, Keldani Kilisesi’nde yapılmış, Ermeni Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir. Lole Ailesi, Mardin şehrinde yetişen en ünlü mimar ailesidir. Tabir-i caiz ise Mardin ve etrafındaki şehirlerin “Mimar Sinan”ı’dır. Mardin şehrinin mimarisi, kendine has üslubu ile ne arap, ne de başka bir mimariye benzer. Bilakis komşu şehirler, Mardin mimarisinden etkilenmiştir. Cezire şehirlerinin (Musul, Erbil, Sincar, Kamışlı vs.) en önemli mimarbaşları Mardin asıllıdır(17).
   Mardin şehri mimarisinin gelişmesi Artuklular ile başlar. Osmanlı ile devam eder. Anadolu Türk sanatı araştırmalarında, nispeten daha az incelenmiş bir bölge olan Güneydoğu Anadolu’ya 12. yy. başından 14. yy. sonuna kadar bölgeye Artuklular muhtelif zamanlarda egemen oldu. Artuklular’ın mimari anıtları, Anadolu’nun genel yapı mimarisinden  farklı özellikler göstermesi açısından ilgi çekicidir. Artuklu devri mimarları, kuvvetli taş işçiliği ve taşçı geleneğine sahip olan bölgede, bu geleneği başarılı bir biçimde uygulamışlardır. Bu mimari sentez, devamlı bir araştırma ve geliştirmenin sonucu olarak uzun süre bölge mimarisini etkileyen bir gelenek haline gelmiştir(13).
 MARDİN MİMARİSİ (ÜSLUBU):
    Mardin evleri muhteşem bir mimarlık eseridir. Konumu uzaktan bakıldığında üst üste görünecek şekilde dik bir yamaç üzerindedir. Taş binalar düz damlıdır. Kenar revak ve taş süslemeleri ile dikkat çeker. Bu bakımdan taş oyma sanatı ince detaylara inecek şekilde işlenmiştir. Bazı binaların dış cephelerinde kitabeler hat sanatının göze çarpan örnekleri olmuştur. Bu hat sanatının en güzel örnekleri medreselerdeki kitabelerde görülmektedir. Güneydoğu Anadolu’da, ünlü Mezopotamya ovasının başlangıç noktasında yer alan Mardin, bilindiği gibi tarihi çok eskilere uzanan bir kenttir. Geçmişin ünlü İpekyolu ile bağlantısı olan kent, fiziki konumuna yansıyan karakteristik çizgileriyle dantel görünümünü almıştır. Dini yapılarında, konutlarının mimarisinde kullanılan egemen yapı malzemesi taştır. Yüzyılların deneyimi, birikimi ve iklim koşulları ile taş, bu mimariyle en iyi şekilde bağdaştırılmıştır (18).
 Ayrıca Mardin, hem İslam hem de Hristiyan kültür ve mimarisi arasında, köprü görevini üstlenmiştir. Mardin kentinde, ilk sivil mimari dokunun, daha doğru bir tanımla, ilk mahalle niteliğindeki ünitelerin, kale içinde oluştuğu anlaşılmaktadır. Kentin sivil dokusunun ise, ilk kez 5. yy. da kale dışına taştığı tarihi kaynaklarca belirtilmektedir. Mardin Kalesi’nin güneyinde dik yamaçlar yer almaktadır. Kaleye paralel olarak uzanan ve kenti ikiye bölen tek ana cadde aynı zamanda, Mardin’in çarşısı görevini üstlenmiştir. Kamu yapıları ve iş yerleri bu cadde üzerinde toplanmıştır. Kentin ana antrelerle ayrılan iki kesiminde, camiler, medreseler, türbeler, kiliseler, hamamlar, çeşmeler ve evler birbirine daracık sokaklar ile basamak basamak merdivenler ya da yörede “abbara” denilen üstü tonozlu geçitlerle bağlanırlar. Mardin ovasından kente bakıldığında, konutlar arazinin eğimine uyarak birbiri üstüne dizilmiş görünümleriyle adeta çok katlı apartman blokları izlenimlerini vermektedir. Yakın zamanlarda inşa edilen bazı resmi yapılar dışında, mimari doku, açık renkli taşla oluşturulmuştur. Yerli halkın deyimiyle beyaz, sarı ve kırmızı tonlarda olan “nahit” taşları da kullanılarak renkli görünümler elde edilmiştir. Mardin’de nakışlı taşlara, “nahit” adı verilmiştir. Bu deyim Ermeni Tanrıçası Anahit’ten gelmektedir (22). Evler arazinin konumuna göre teraslar şeklinde en az iki üç katlı olarak planlanmıştır. Üst örtü sistemi, tamamen düz ve toprak damdır. Damların akmaması için yağmurlardan sonra “menderune” adı verilen silindirik bir taşla, toprak sıkıştırılır. Duvar örgüsünde ilk bakışta görülmeyecek kadar az harç kullanılmıştır. Taşların üst üste konulmasıyla ortaya çıkarılan çok kalın duvarların, evlerin yazın çok serin, kışında sıcak olmasını sağlar. İçinde birkaç kuşağı yaşatan ve geniş aile tiplerini barındıran görkemli Mardin evlerinin ilk katı, sütunlara bindirilmiştir. Hafif sivri kemerlerin meydana getirdiği  -U- biçiminde revaklı bir avlu ve avluya açılan odalardan meydana gelmiştir (11,13).
   İkinci kat, birinci kat odalarının çapraz tonozları üzerine bindirilerek arazinin eğimine göre geri çekilmiş, teras şeklinde ve geniş  -L- biçimli bir avlu ile diğer mekanlardan oluşmaktadır. Tüm Mardin evlerinin değişmez özelliği, üzeri basık tonozla örtülü yöre dilinde “örtülü eyvan” denilen birimlerdir. Eyvana açılan odalar, teras katı olarak da tanımlayabileceğimiz ikinci katta yer almaktadır. Teraslar tüm Mardin ovasına egemen ve birbirlerinin görüş açılarını engellemeyecek şekilde düzenlenmiştir. Yaz mevsiminin sıcak günlerinde serinliği ve havalandırmayı sağlamak amacıyla, avlu cephesindeki uzun pencere üstlerine, halkın “kamariye” dediği yuvarlak havalandırma delikleri açılmıştır. Haç şeklinde olan “kamariye”ler de vardır.  Mardin şehri mimarisinde en çok kullanılan figürlerden biri güvercin motifidir. Kitab-ı Mukaddes’ten alınan bu kuş figürünün anlamı ise; İsa Mesih’in vaftizi anında, Tanrı tarafından kutsanmak üzere gönderilen güvercinin ağzından kutsal yağ damlar. Vaftiz, tüm Hristiyan ulusların ortak bir şartı ve geleneği olmasına rağmen güvercin figürü sadece Ermeni Kilisesi tarafından kullanılmaktadır (5). Mardin evleri ilk yapıldıklarında geniş aile tiplerinin ihtiyaçlarını karşılayan saray yavrusu malikaneler şeklinde inşa edilmiştir. Bu tarihi Mardin evleri, zaman içinde aile tiplerinin küçülmesi sonucu bölümlere ayrılarak kullanılır duruma gelmiştir. Eski orijinal görünümündeki özelliğini kaybetmiştir (5).
   Günümüzde anıtları ve konut mimarisi açısından gerçek bir açık hava müzesi görünümü arz eder. Mardin evlerinin avludan itibaren taş işçiliği bezeme yönünden çok zengin olan iç dekorasyonuna karşılık, dış cepheleri oldukça yalın duvarlarla kaplıdır (17).
 Bir bakıma tüm Anadolu’daki geleneksel konutlar için geçerli olan, dışa kapalı olma eğilimi bu bölge içinde geçerlidir. Bu nedenle dar ve yüksek duvarlarla konutlardan ayrılan sokaklar, adeta birbirinin benzeridir. Kışın, karı dışarıya atmak için pencereli çıkmalardan yararlanılır. Tahta üzerine demir kaplamalı sokak kapıları, halen kullanılmakta olan büyük boy anahtar kilitleri ve kapı tokmakları dikkat çekicidir. Bronzdan yapılma tokmaklar genellikle 3 tiptedir: Halkalı, hanımeli ve stilize horoz figürü şeklinde olan kapı tokmakları günümüzde de işlevlerini aynı şekilde sürdürmektedir. Ayrıca, çocuklara mahsus kapı tokmakları da vardır. Geçmişten günümüze kadar karakteristik özellikleri bazı evlerde korunmuştur. Bazıların da ise korunamamıştır. Bunun sebepleri aşağıda tarafımca açıklanmıştır(19).
   Mardin evlerinin büyük çoğunluğu, en az yüz yıllıktır. Yapıların temellerinde rutubeti önlemek için tuz dökülürdü. Bu usul, antik çağdan gelmedir. Tespit edebildiğimiz mimarbaşı, mimar ve kalfaların adlarını, hangi unsura ait oldukları aşağıda belirtilmiştir(14).
MARDİN EVLERİNİN TAŞ OCAKLARINDAN BİNA ŞEKLİNE DÖNÜŞEN PLAN EVRELERİ:
1)   Makta: Taşların kaba taslak küp şeklinde kesilmesine denir.
2)   Nahhat: Kesilen kaba taşları düzeltip tıraşlayana denir.
3)   Nakkaş: Düz tıraşlanmış taşlara motif çizip, çelik kalemle oyana denir.
4)   Benne (Duvarcı) ve kalfa: Mimarın planına göre nahit taşları yerine yerleştirenlere denir.
5)   Mimar: İnşaatı plânlayana denir.
6)   Mimarbaşı: Birçok eseri olan ve mimarlar yetiştirenlere denir.
MARDİNLİ TÜRK MİMARLAR:
1) Abde Velo (Akışın): Kalfa ve mimar.
2) Hacı Abdülcelil Kao (İldoğan): Kalfa ve mimar.
3) Şehmus Zeroke: Nahhat ve nakkaş.
4)Mehmet Atay: Kalfa , mimar.
5)Yusuf Kıdır: Nakkaş, kalfa ve mimar.
MARDİNLİ ERMENİ MİMARLAR VE MİMARBAŞLARI:
1)    Sarkis Lole (Levon): Mimarbaşı.
2)    Selim Lole Ertaş: Sarkis Lole’nin oğludur. Mimarbaşı.
3)    Corç Lole Ertaş: Nakkaş ve mimar.
4)    Jozef Lole Ertaş: Selim Lole’nin oğludur. Nakkaş ve mimar.
5)    Sait El Abyad: Nakkaş ve mimar.
6)    Hanna Mimarbaşı: Nakkaş ve mimar.
7)    Sait Mimarbaşı: Nakkaş ve mimar. Hanna’nın oğludur.
8)   Cercis Sane: Nakkaş ve benne (kalfa).
9)    Jozef Sane: Nakkaş ve benne. Cercis’in oğludur.
10)   Sabri Sane: Nakkaş ve benne. Cercis’in oğludur.
11)   İlyas Gendora (Mengelyan): Benne ve mimar.
12)   Cebrail (Hekimyan) Mimar: Kalfa ve mimar.
13)   Mihail (Hekimyan) Mimar: Nahhat. Cebrail’in kardeşidir.
14)   Cercis (Hekimyan) Mimar: Mimar.
15)   Jak (Hekimyan) Mimar: Mimar.
16)   Yusuf Gerzelo: Nakkaş, benne ve mimar.
17)   Corç Gerzelo: Nahhat ve nakkaş. Yusuf’un kardeşidir.
18)   Enis (Bısmarci) Negüzel: Nakkaş.
19)   Yusuf (Sahhar) Uğurgel:Nahhat.
20)   Sait (Sayığ) Dilli: Kalfa.
21)   Abdülmesih (Sununu): Nakkaş ve mimar.
22)   Cercis (Sununu): Kalfa ve mimar.
23)   Cemil (Sununu): Nakkaş ve kalfa.
24)   Sıdık Kayri: Makta.
25)   Hosep Sarrafyan: Mimarbaşı.
MARDİNLİ SÜRYANİ MİMAR VE KALFALAR:
1)   Abdülmesih (Asse, Ahmardakno) Asil: Kalfa.
2)   Yakup Hedeye: Benne ve kalfa.
3)   Abdülmesih Sese: Kalfa.
4)   Abdülmesih Kalo (Geçkaldın): Nakkaş.
5)   Raffi Kalo (Geçkaldın): Nakkaş ve mimar.
6)   Bahde (Papahar): Makta ve nahhat.
7)   İlyas (Papahar): Makta. Bahde’nin oğludur.
8)   Aziz (Habot) Tokunç: Makta.
9)   İskender (Habot) Tokunç: Makta.
 Adları elimize geçmeyen mimar ve kalfaları yazamadığımız için özür dileriz. Bu muhteşem kültür mirasını hazırlayıp bize bırakanları, Mardin’i sevenleri, bu hizmeti veren mimarlardan kalfalara kadar bütün emeği geçenleri saygıyla anıyoruz. Sayın Abdülcelil Kao (İldoğan) ve Jozef Lole Ertaş’a, verdikleri önemli bilgilerden dolayı şükranlarımı sunarım (20). Mekanları cennet olsun.
 Siyasi imar kararları ve sosyo-ekonomik koşullar, mimarimizin bu güne ulaşan kanıtlarını bir bir yok ediyor. Pek çok kentimizde olduğu gibi, Mardin’de de durum böyle. Toplumsal umursamazlığımız, resmi tavır ve “nasıl olsa bizde çok” mantığı elele verince tarihi harcama hovardalığına karar dayanmaz. Kentsel ve bölgesel hatta ulusal bazda, kimliğin belirlenmesindeki ana unsurlardan birini oluşturan Mardin tarihi yapıları, geçmişle gelecek arasında birer köprü durumundadır. Bu açıdan, bu yapılar yaşatılmalı ve korunmalıdırlar. Tarihi çevreleri yaşatmanın en doğru yolu, yapıları birer canlı organizma olarak  kabul edip, sosyal yaşamdaki yerlerinin korumalarından geçer. Mardin, eski görünümünü ve kentsel niteliklerini önemli ölçüde yitirmiş olan, tarihi bir şehirdir. Dolayısıyla gelecek kuşaklara somut örnekler bırakmak, aynı zamanda sağlıksız kentleşmeye karşı doğru ve güzel örnekleri korumak ve koruma bilincini yaygınlaştırmak gerekir. İki ve üç katlı konutlarıyla beş kat olanağı tanınması, buradaki geleneksel evlerin korunmasını adeta olanaksız kılmakta, tarihi eserleri korumama düşüncesi benimsenmiş olacaktır. Bu durumda, evleri ekonomik olarak eskiyen kişiler, hızlı davranıp birkaç daire sahibi olmuş komşularına göre, kendilerini ekonomik kayba uğramış kabul edecektirler (13, 18, 20).
   Mardin tarihi eserlerinin koruma çabası ve sevgisi ile çok büyük maddi olanaklara kavuşma arasındaki ikilem, kişileri zor durumda bırakmaktadır ve ne yazık ki, günümüzde ikinci seçenek ağır basmaktadır. Diğer yandan bu uygulamalara kültürel cinayet diyecek kadar sert tepkide bulunanlar ise, bu yaklaşımın kent kimliğini bozduğuna inanırlar.
   Yeryüzünde çeşitli mimariler ve sanat eserleri, onları yaratan milletlerin kültürlerinin bir ifadesidir. Camiler, medreseler, manastırlar, kiliseler, mezar yapıları, mabetler, kümbetler gibi sanat eserleri, milletlerin dünya görüşlerini ve inanışlarını bize aksettirmektedir. Bu nedenle bu eserlerin korunması önemlidir. Mardin’deki eserlerin sürekli olarak bakımı ve onarılması konusunda gerekli hassasiyetin gösterilmesi gerekmektedir (21).
   Zamanımızda, bu tarihi eserler, harap olmaya yüz tuttuktan sonra, restore edilmeleri yoluna gidilmektedir. Oysa sürekli bakımları gerekir. Dikkat edilmesi gereken başka bir konu ise, mimari eserlerin bakım ve onarımlarında, külliye binalarının bütünü ile ele alınıp, aslına uygun olarak restorasyonu yapılmalıdır. Daha düne kadar Avrupalı seyyahların başta Mardin olmak üzere, Anadolu şehirlerini dünyanın en güzel köşeleri olarak vasıflandırmaları nedensiz değildir.
 Bu şehirlerde görülen o muhteşem estetik duygu, tabiatla kucaklaşma, hakim olan kutsallık duygusu ve sanatları ile bütünleşmiş mimariler, ne yazık ki, süratle kayıp olmaya ve yerini birbirine benzeyen ruhsuz beton yığınlarına bırakmaya başlamıştır.
MARDİN ZİYARETİ
   1957 yılında, ben 16 yaşındayken ailece Mardin’den İstanbul’a göç ettik. İstanbul’da yaşadığım sürece Mardin’e hiç gitmedim. Ancak 50 yıl sonra, 2007 yılında Mardin Valisi Sayın Mehmet Kılıçlar’ın daveti üzerine Mardin’e gittim. Bu davet, Mardin’de düzenlenen Uluslararası Artuklu Sempozyumu’na katılmam içindi. Bu sempozyumda, Artuklu-Ermeni ilişkileri üzerine bir bildiri sundum. Üç gün süren sempozyumdan arta kalan zamanda ise, şehri gezmek istedim.
   İlk sahipleri Tüfenkçiyan Ailesi olan Cercis Murat Konağı’nın terasından tüm Mezopotamya ovasını seyretmeye başladım. Gece, ova muhteşem bir denizi andırıyordu. Mardin şehrine, insanların yaptığı ayıpların tümünü, gecenin karanlığı örtmekteydi. Sabah, güneş doğduğunda ise, betonarme yapılaşmanın bizlere yaşattığı gerçekler, tüm çıplaklığı ile ortaya çıkıyordu. Bunu kabullenmek ise, insana zor geliyordu. Zaman içinde yapılan tahribatlarla, adeta bir rüya kenti olan Mardin’in kıymetinin bilinmediği ortaya çıkıyordu.   Eğer şehrin tarihi dokusunu koruyabilmiş olsaydık, Orta Çağ’ın mimari şaheserlerinden Floransa ve Venedik kentlerinden farklı olmayacaktı. Şehir kanserli ur gibi yayılmış olan betonlardan kurtulmak ister gibiydi. Mardin şehri, yok ettiğimiz değerlerimizin ne ilki, ne de son örneği olacaktır.
   Diğer bir ziyaretim de, Der-Zafaran Manastırı’na idi. Medeniyetin sembolü, restorasyon adı altında ana giriş, en alttan başlayarak yüksekçe beton dağına dönüştürülmüştü. Bu giriş yolunun, azap yoluna dönüştürülmesine bir anlam veremedim. Manastır’ın iç ve dış girişlerinin  arasındaki bölüme de sarı nahit taştan, hiçbir anlam ifade etmeyen bir yapı eklenmiştir. Bu yapı, manastırın eski ve ahenkli dokusuna hiç yakışmamaktadır. Der-Zafaran Manastırı sadece Mardinlilere değil, aynı zamanda bütün Türkiye’ye ait bir tarihi eserdir. Restorasyon adı altında bu kadar değişikliğe nasıl izin verildiğini anlayabilmek mümkün değildir.
Eskiden manastırın tam karşısında bulunan bostan, bağ ve bahçeler vardı. Özellikle üzüm ve incir ağaçlarından oluşurdu. Nitekim o çevrede hiçbir ağaç kalmamıştı. Sanırım orda da betonarme binaların inşa hazırlığı vardı. Bu bölgenin beton yığınına dönüştürülmesine olanak sağlayacak bir yapılaşmaya hiçbir surette izin verilmemelidir. Der-Zafaran Manastırı siluetinin bozulmaması gerekmektedir. Bu bölge koruma altına alınmalıdır.
Der-Zafaran Manastırı’nın kuzeyinde bulunan Mar Yakup ve Mar Seyde mabetleri arasındaki bölge Şemsiler’in (Güneşoğulları) yerleşim bölgesiydi. Ancak bu yerleşim bölgesinin kalıntıları ve bitki örtüsünün ortadan kaldırıldığını gördüm.
Bu harap olmuş Şemsi Mahallesi ile ilgili, (Kaynak:Vatan Gazetesi Mardin İlavesi, 10.06.1953), Süryani Metropolit Hanna Dolapönü ile yapılan röportajda, tarihi mahalle tespit edilmiştir. O günün fotoğrafları da mevcuttur (bkz. Şekil 17). Aslında Mar Seyde ve Mar Yakup Manastırları Hristiyanlık öncesi Pagan döneminin kaya mezarlarıdır. Arkeologlar tarafından bu bölgede yapılacak kapsamlı bir kazıda, çok önemli kalıntılara rastlanacaktır.
Der-Zafaran Manastırı’nın çevre arazisi tümüyle Şemsiler’in yerleşim alanı idi. Tam ortada olan bugünkü manastır ise, güneşe tapındıkları mabettir. Güneş kültürüne ait izler, manastırda günümüze kadar mevcuttur.
HARABELERİN ÜSTÜ ÖRTÜLMEDEN KAZI ÇALIŞMALARI  BAŞLATILMALI
Birçok uygarlığın yaşadığı bu bölgede; Romalılar, Bizanslılar, Büyük Selçuklular ve Şemsiler’in birçok eserine rastlanmaktadır. Der-Zafaran Manastırı’nın çevresinde, zamanında yerleşik düzenin de olması nedeniyle, yeraltında bir yerleşim alanının bulunması dahi söz konusudur.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Diyarbakır Anıtlar ve Çevre Kurulu Müdürlüğü, Der-Zafaran Manastırı’nın çevresindeki bu önemli medeniyetlerin kalıntı ve harabelerin üstü örtülmeden, kazı çalışmalarını başlatmalıdır. Mardin’in tarihi gelişimi bakımından elde edilecek bu çok önemli bulgu ve kalıntılar yeraltında bırakılmayarak, gün ışığına çıkartılmalıdır. Korkum ve endişemin sebebi, bu kalıntılar ortaya çıkarılmadan Der-Zafaran Manastırı’nın çevresinin, betonarme yapılaşmaya açılabilecek olmasıdır. Medeniyetin beşiği Mardin’de geçmişte türlü nedenlerle, şimdilerde ise yok olmaya yüz tutan kültürel varlıklarımızı koruyamayarak, adeta bir insanlık suçu işliyoruz. İnsanlığa mal olmuş kültürel varlıklarımızı koruma altına almamız, tarihe ve tüm insanlığa karşı sorumluluğumuzdur. Kültürel mirasımızı tahrip etmeden gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlayarak, bu sorumluluğumuzu acilen yerine getirmeliyiz.
Aldığımız duyumlara göre, bu bölgede, modern konaklama tesisleri yapılmak istenmektedir. Bu tür yeni yapılaşmanın öncesinde, kazı araştırmaları mutlaka yapılmalıdır. Yetkili kuruluşların dikkatini Mardin şehri üzerine çekmek isterim. Kazılarda elde edilecek bulgu ve kalıntılar, şehrin tarihi dokusu için çok önemlidir.
MARDİN, ŞEMSİLİK VE YERLEŞİK DÜZEN
 Yakubi Süryaniler’in yerleşik düzene geçmeleri Mardin’de yaşayan Ermeni Şemsiler’in (güneşoğulları) Arevortikler’in cebren Hristiyanlığı kabul edip Süryanileşmesi’nden sonra olmuştur (12). Mardin’de ilk yerleştikleri yer (şehrin doğusu) Şemsiler’in Mahallesi olmuştur.Yakubi Süryaniler, kendi dinlerini Ermeni Şemsiler’e verirken onlarda, Şemsiler’den yerleşik yaşama adabını almışlardır. Ermeni Şemsi Mahallesi’ne aynı zamanda Kölesiyan (köle)  Mahallesi’de denir. Hristiyanlığın bütün mezheplerinde kiliselerin yönü Kudüs’e dönüktür. Sadece Ermeni kiliselerinin yönü doğuya dönüktür. Bunun nedeni ise, Ermenilerin tarih boyunca güneşi en az olan coğrafyada yaşamış olmalarıdır. Hristiyanlık öncesi inanç sistemlerinde güneş kutsaldı. Ermeni kiliseleri güneşe tapılan dönemleri, ayinlerinin bir kalıntısı olarak doğuya dönük inşa edildi. Bugün Mardin ve yöresinde kiliselerin tümü, doğuya dönük durmaktadırlar (2,12).
  Şemsiler (Güneşoğulları) ölüyü toprağa gömerken inançlarına göre, bir gün dirildiği zaman yüzünün güneşi görmesi şeklinde gömülür. Ermeniler ölülerini günümüze kadar bu usulle gömüyorlar. Şemsiler ölüleri ile beraber mezara, bir tas testi dolu şarap, bir altın para ve değnek gömerler. Her birinin bir anlamı vardır. Cennete gitmek için kapıdaki görevliye altın parayı vereceksin, kabul etmezse şarabı içirip sarhoş edeceksin, bunu da kabul etmezse değnek ile dayak atacaksın anlamındadır. Bundan dolayı, günümüze kadar Şemsi mezarları definecilerin ilgisini çekmektedir (2).
  Dinlerin ve dillerin şehri Mardin’de Türk, Arap, Ermeni, Kürt, Yezidi, Keldani, Yakubi Süryani ve Yahudiler yaşamıştır. Asırlar süren tarih boyunca birbirleriyle saygı ve sevgi ile iç içe olmuşlardır. Son elli yıldır Mardin’den muhtelif ülkelere ve şehirlere göç olmuştur. Genç nesiller, bazı gerçekler karşısında hafıza kaybına uğratılmış olsa da, yeni yetişen Mardin gençleri, nerede olursa olsunlar gerçekleri araştırıp, gelecek nesillere, doğru kaynaklar aktaracaklardır. Mardinli’nin, dünyanın neresinde olursa olsun, Mardin’in tanıtımında uğraş verdiği bilinmektedir. Mardin şehri; kültürü, mimarisi ve hoş görüsü ile örnek bir şehirdir. 
Yazarın notu: Fransızca, İtalyanca ve İngilizce çevirilerinden dolayı Arusyak Özfuruncu’ya teşekkür ederim.
*Araştırmacı-Yazar
Davetli Makale
**Makalenin yazarı Tomas Çerme’nin akrabasıdır.
 Kaynaklar :
1-Prof. Nejat Göğünç, Mardin Sancağı 16. yy.1969 İstanbul.
2-Mardin Aşiret Cemaat Devlet. Suavi Aydın, Kudret Emiroğlu, Oktay Özer ve Suha Ünsal, Toplumsal Tarih Vakfı İst.-2000.
3-Hammer, Osmanlı Tarihi cilt 2, sf.1091-1092 İst.
4- Amédée Tardieu Geographie De Strabon.
5-Mardinli Rahip Husik Gülyan’ın Mardin Tarihi Ermenice el yazması, Viyana Mhitaristler Kütüphanesi, 1898 Mardin.
6-Travels in Mesopotamia by S.S. Cul 1-London 1827.
7-Papa Clemetis XI tarafından yayınlanan Joseph Simonius Assemanus-Bibliotheca Orientalis Roma MDCCXIX-1719.
8- Diyarbakır Salnamesi Mardin kazası, 1286-1323 , 1869-1905.
9- Kara Amid Kültür Dergisi, sayı 4, İstanbul 1960.
10-Mardinli İshak Armale “Mardin Manastırlarına Tarihi Bir Bakış”, 1919 Beyrut.
11-Dr. Hasan Şamaysani, Medinet Mardin, Arapça, Beyrut 1987.
12-Tarih ve Toplum, aylık ansiklopedik dergi, Tomas Çerme, Süryaniler, Temmuz 2003,
sayı 235 –İstanbul.
13- Türkiyemiz Sanat Dergisi, sayı 53, 1987 İstanbul.
14- Jozef (Lole) Ertaş, Sarkis Lole’nin torunu, mimar, 9 Ağustos 2000 Belçika röportajı.
15-Zü’kadiriyye Defteri ( 937/1530 ) 1. T.C. Başbakanlık Devlet Arşivi, Ankara 1998.
16-Necdet Öklem, Ege Üniversitesi Türk Devrim Tarihi Öğretim Görevlisi,1877 Meclis-i Mebusanı, İzmir 1982, Sayfa No: 38.
17-Albert Gabriyel bibliyografyası, Yapı Kredi Bankası Yayınları, s. 156, İstanbul 2006.
18-Prof. Dr. Metin Sözen, Anadolu Medreseleri, cilt 1, 1970 İstanbul.
19-Mardinli mimar ve kalfa Abdulcelil (Kao) İldoğan ile mulakat Ağustos 2000.
20-Tarih ve Toplum Ansiklopedik Dergi, sayı 200, Tomas Çerme, 2000 İstanbul.
21-Yıldızlara Yakın Şehir Mardin, Sadettin Noyan, s. 80 Ankara 2005.
22- Arkitekt Dergisi, Kasım-Aralık 2007, Sayı 514, s.56.
23-Prof.Dr.Yavuz Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayri Müslümler, Ankara 2001.
24- B.Murat Özdemir, Yezidiler ve Süryaniler, İstanbul 1988, Ekim yayınları.
25- Polonyalı Simeon’un Seyahatnamesi, (1608-1619)  Edebiyat Fakültesi Yayınları,
sf.100-101 İstanbul.

Yorumlar kapatıldı.