İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Osmanlı’da Modern Ermenice Edebiyatın Ana Hatları

Mehmet Fatih Uslu
1915 Ermenice edebiyat için de bir felakete tekabül ediyor. Taniel Varujan, Siamanto, Krikor Zohrab gibi önemli kalemler tutuklanıp gönderildikleri Anadolu’da katledilecekler. Geride kalanlarsa dünyanın farklı yerlerine dağılacak. Modern Ermenice edebiyatın macerası çift odaklı bir gelişim hattına sahip. 19. yüzyılda bir yandan Kafkasya-İran bölgesinde Doğu Ermenice, öte yandan İstanbul ve Anadolu’da Batı Ermenice edebiyatın geliştiğini görüyoruz. Batı Ermenice edebiyat, Türkçe edebiyatla tastamam aynı coğrafyada aynı zaman diliminde yükseliyor. İşte bu yazı, Osmanlı Ermenilerinin ürettiği Batı Ermenice edebiyatın ana çizgilerini ve dikkat çekici motiflerini ortaya koymaya ve modernleşme sürecinin temel dinamiklerini göstermeye çalışıyor.

Taniyel Varujan
19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu farklı milletlerin birbirine yer yer temas eden modernleşme süreçlerine ev sahipliği yapmıştı. Bunların en önemlilerinin ve zenginlerinin başında Ermenice edebiyatın geldiğini söylemek abartılı olmaz. Osmanlı Ermeni edebiyatının yenileşme macerası genel olarak Türkçe edebiyatın modernleşmesiyle anlamlı koşutluklar gösterse de, kendine has birçok özelliği de içinde barındırıyor. Bu noktada öncelikle değinilmesi gereken şey, Ermenice edebiyatın Batı klasikleriyle kurduğu verimli ilişki olmalı.
Rupen Zartaryan
Edebi modernleşme süreçlerinde özellikle Batı modernliğinin peşinden giden Batı-dışı kültürler için metin çevirilerinin hep anahtar önemde olduğunu görüyoruz. Bu bağlamda Ermenice edebiyatta modernleşmenin de 18. yüzyıldan itibaren büyük ölçüde klasik metin çevirileriyle başladığı söylenebilir. Hem matbaacılığın Ermenilerde Osmanlı İmparatorluğu şartlarında göreli olarak erken başlaması hem de özellikle 18. yüzyılın başında Venedik’te Sivaslı Mıkhitar tarafından kurulan Katolik manastırında yapılan çalışmaların etkisiyle Ermeni kültürü, Türkçeye kıyasla çok daha önce Batı klasikleriyle tanıştı. Özellikle 19. yüzyılın ilk yarısı büyük bir çeviri seferberliğine sahne oldu. Bu periyotta sadece Mıkhitaristler (Başrahip Mıkhitar’ın takipçileri) yüzden fazla Latince, Yunanca, Fransızca ve İtalyanca eseri Ermeniceye tercüme etmişlerdi. Bunun etkisiyle, 19. yüzyılın birbirini takip eden bir dizi radikal değişikliğe tekabül eden edebi gelişmelerinden önce, bir tür Ermeni Klasisizmi ortaya çıkmıştı. Özellikle 19. yüzyılın ilk yarısında etkin olan ve klasik dilin içinde serpilip gelişen bu çaba, geniş kitlelere ulaşmasa da edebi kültürü ciddi biçimde şekillendirmiş ve sonraki yıllardaki modernleşme için zemin hazırlamıştı.
Bu noktada önemli ve belirleyici bir olgu olarak Ermeni kültürünün gelişiminde benzeri az rastlanır bir olgudan söz etmek gerekiyor. Özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda kendi merkez coğrafyasının dışında, Avrupa kentlerine ve dünyanın farklı yerlerine dağılmış Ermeni topluluklarının (örneğin Kalküta, Venedik, Padova, Paris vb.) varlığı söz konusu kültürü ciddi boyutta şekillendirmişti. Bu vakanın önemini vurgulayacak ilginç bir örnek olarak, ilk Ermenice gazete olan Aztarar’ın (Haberci, 1794) Hindistan’ın Madras (Chennai) şehrinde yayımlanmış olması gösterilebilir. Türkçe edebiyatın sahip olmadığı bu temas ve etkileşim şansı Ermenice edebiyatın farklı Batılı ve Doğulu tecrübelerin macerasına temas ederek zenginleşmesini sağlamıştı.
Hagop-Oshagan
aşkharapar) ile klasik dil (krapar) yanlıları arasında şiddetli tartışmalar olduğunu ve bu süreçte gündelik dilin sürekli alan kazandığını görüyoruz. Asrın sonuna doğru İstanbul ağzı bir standarda kavuşuyor ve halk dili pek çok benzeri örnekte olduğu gibi edebi dil halini alıyor. Edebiyat ise gündelik hayatı anlatan ve hatta bunu anlatmayı erdem kabul eden bir mecraya dönüşüyor. (Aslında bu dil çatışmasının bir yandan da yeni nesil entelektüellerin özellikle Osmanlı saltanatına bağlı yüksek sınıflar ve kilise karşısında verdiği mücadeleye tekabül ettiğini belirtelim.)
Yazılı edebiyatın yüzünü hızla halka döndüğü 19. yüzyılın ikinci yarısı edebi modernleşmenin ve bu sürecin gerilimlerinin tüm yoğunluğuyla hissedildiği bir dönem. Burada temelde İstanbul’da gelişen Ermenice edebiyatın yan sokaktaki Türkçe edebiyata kıyasla yaklaşık yirmi yıl önden gittiğini iddia edebiliriz. Asrın bu ikinci yarısının ilk otuz yılında Batı Ermenice edebiyatın büyük ölçüde Romantik bir tavrın içinde serpilip geliştiği söylenebilir. Bu gelişimin içinde tiyatro edebiyatının (ve tabii ki tiyatronun) asli bir yerinin olduğunun altı çizilmeli. Aslında 18. yüzyılın ortalarından beri özellikle yine Mıkhitaristlerin etkisiyle, Fransız ve İtalyan kültürüyle ve edebiyatıyla kurulan bağlar neticesinde tiyatronun Ermeni toplumunda ciddi bir aşama kaydettiği görülüyor. 1850’lerden sonra ise Avrupa’da eğitim görmüş Mıgırdiç Beşiktaşlıyan başta olmak üzere yeni nesil entelektüeller tiyatroyu halka ulaşmanın bir aracı olarak düşünmüş ve bunun sonucunda halk diliyle oyunlar yazmaya başlamışlardı. Süreç içinde, Ermenice dramatik edebiyat Osmanlı coğrafyası içinde öncü bir noktaya geldi. Söz konusu dramatik edebiyatın Avrupa romantizminin etkisinde, melodramatik unsurların açıkça seçilir olduğu ve çoğunlukla konularını Ermeni tarihinden alan oyunlardan oluştuğunu söyleyelim.
İlk Türkçe roman: Akabi
Şiir de aynı atmosferin içinde gelişti, ancak karşısında kendini kanıtlamak zorunda olduğu güçlü bir klasik şiir geleneğinin bulunması nedeniyle onu tiyatro edebiyatından farklı bir yere koymamız gerekiyor. Burada şiirin klasik dilin çok daha kuvvetle savunulduğu bir alan olduğunu unutmamak lazım. Bu klasik şiir geleneğine karşı ilk ciddi salvonun 1860’ların sonunda Bedros Turyan’la geldiği söylenebilir. Yirmi bir yaşında veremden ölen bu genç ve çok kabiliyetli şair geride bıraktığı otuz küsur lirik şiirle o güne kadar hiç kimsenin yapamadığını yapmış, sokağı, kişisel tecrübeyi, İstanbul’un gündelik yaşamını rahat bir söyleyişle şiire dahil etmişti. Bu bir devrimdi! (Öyle ki, Ermenice edebiyatın hatta belki de tüm Osmanlı edebiyatlarının “ilk modern”inin Bedros Turyan olduğu iddia edilse şaşmamak gerekir.)
Ermenice modern kurmaca yazarlığı ise 1850’li yıllarda ilk önemli örneklerini veriyor. Hovhannes Hisaryan’ın Khosrov ve Makruhi adlı romanı, Vartan Paşa’nın kaleme aldığı ve aslında ilk Türkçe roman olan Akabi Hikâyesi (Ermeni harfli) ile aynı yılda, 1851’de yayımlandı. Bu ilk dönem ürünleri Kevork Bardakjian’ın deyimiyle birer “ucuz roman”dan fazlası değil. Ancak 1870’lere gelindiğinde kırılma başladığı kolaylıkla iddia edilebilir. Örneğin, 1877 yılında ilk romanı Toros Levoni’yi yayımlayan Dzerents, Walter Scott etkisinde üç tarihi roman yazdı. Bunlar halk Ermenicesiyle kaleme alınmış ve dönemi için kuvvetli sayılabilecek metinlerdi; dönemin okur yazar gençliğini ciddi şekilde etkilediler.
Aynı dönemde bir yandan da bir mizah ustası olarak Hagop Baronyan’ın öne çıktığı görülüyor. Ermenice edebiyatın ilk mizahi romanı olan Haşmetlü Dilenciler (Medzabadiv Muratsganner) dışında Baronyan tiyatro oyunları ve toplumsal eleştiri odaklı mizahi anlatılar kaleme aldı. Baronyan’ın edebiyatının Ermenice edebiyat tecrübesinde bıraktığı en önemli iz, onun o güne kadar benzeri görülmedik bir gündelik hayat anlatıcısı olması değil. Baronyan aynı zamanda bir modernleşme eleştiricisi olarak Ermenice edebiyatta o güne kadar hâkim olan romantik damara karşı da benzersiz bir saldırı gerçekleştiriyordu. Tarihsel anlatılar, lirik milli şiirler, abartılı trajik dramalar onun edebiyatında birer parodi nesnesi haline dönüşüyor ve böylece o güne kadar sahip oldukları tahttan indiriliyorlardı.
Dzerents ve Baronyan’la koşut olarak, Ermenice kurmaca esas olgun ürünlerini 1880’li yıllarda vermeye başlıyor ki, bu da aşağı yukarı Gerçekçiliğin hâkim olduğu döneme denk düşüyor. 1884 yılında Arpiar Arpiaryan tarafından kurulan Aravelk (Şark) gazetesi etrafında toplanan Levon Paşalyan, Dikran Gamsaragan, Krikor Zohrab, Mikael Gürcüyan gibi yazarlar 1896’ya kadar yayın hayatına devam edecek bu gazetede ve başka yerlerde verdikleri ürünlerle Batı Ermenice edebiyatının seyrini ciddi ölçüde değiştirdiler. Bundan sonra artık başka bir devir başlayacaktı. Sıradan insanların hayatlarının merkezde olduğu, melodramatik öğelerin azaldığı, Fransız gerçekçilerinin model alındığı bir edebiyat, edebi alanın merkezine gelecek ve hâkim paradigmaya dönüşecekti.
Bu gerçekçi dönemin en parlak yazarının Krikor Zohrab olduğu söylenebilir. Bir roman da yazmış olmakla beraber esas şöhretini hikâyeleriyle kazanan Zohrab keskin bir gözlemci ve psikolojik tahlillere meraklı soğukkanlı bir anlatıcıydı. İnsanın doğuştan getirdiği kötülükle, “sapkın” hallerle, ruh aşırılıklarıyla uğraşmayı seviyordu. Arka planda capcanlı bir İstanbul’un belirdiği hikâyeleri bu anlatıcı tavrıyla, Alphonse Daudet’nin ince gözlemciliğini ve Emile Zola’nın bilimselci tutumunu akla getiriyordu.
Fakat Zohrab gibi üst düzey yazarların sahneye çıktığı bu canlı yılları takip eden 1896-1908 arası periyot, söz konusu başlangıca kıyasla bir hayal kırıklığı dönemiydi. Zira 1894-1896 arası yaşanan siyasi sorunlar ve II. Abdülhamit’in uyguladığı sert politikalar neticesinde pek çok Ermeni entelektüel yurtdışına kaçacak ve Ermeni kültür hayatı derin bir darbe alacaktı. Hem yazar çizerler için geçerli olan bu yerleşik olamama ve sürgün hali hem de Osmanlı coğrafyasında artan sansür, yeni kitaplar yayımlamayı zorlaştıracak, Ermenice edebiyatın büyük ölçüde periyodik yayın organlarında kalmasına neden olacaktı. Bu durum dönem içinde yazarların tür tercihlerini de etkileyecek, örneğin bu yıllarda çok az roman yazılacak, daha çok kısa hikâye öne çıkacaktı.
Ermenice edebiyat için 1908 sonrası birkaç yıl, tıpkı Türkçe edebiyatta olduğu gibi bir patlama dönemiydi. Memleket dışına gitmek zorunda kalmış pek çok edebiyatçının geri geldiği bu dönemde yeni bir yaşam özleminin yanı sıra geleceğin belirsizliğinin verdiği korkular edebiyata eşzamanlı olarak sızmıştı. Fakat bu kısacık dönemin nasıl da dikkat çekici bir potansiyeli olduğunun altını çizmek için şu noktaya değinelim: Ermenice edebiyatın gelişim macerası içinde 1915 yılına yaklaştıkça ciddi bir avangard hareketlilik görülüyor. Örneğin, Venedik’te eğitim alan ve İtalyan fütürizminin kurucusu olan Filippo Marinetti ile dost olan Hrant Nazaryants 1910 yılında F. Marinetti ve Fütürizm başlıklı bir kitap kaleme alıyor. İstanbul’da Ermenice basılan bu kitap, fütürizm hakkında İtalyanca dışında yayımlanan ilk eser. Bunun yanı sıra 1914 yılında İstanbul’da yayımlanmış Mehyan (Tapınak) dergisi de, sadece yedi sayı çıkmış olsa da, oldukça önemli bir kavşakta duruyor. Gosdan Zaryan tarafından çıkarılan bu dergi, dönemin tüm Avrupa’yı kaplayan modernist arayışını bünyesinde toplamış. Derginin genç yazar kadrosunda Hagop Oşagan, Taniel Varujan ve Keğam Parseğyan gibi dönemin öncü kalemleri var. Dergide hem Nietzsche gibi devrin etkili filozoflarının tartışıldığını hem de Yeni Pagancılık gibi Avrupa çağdaş sanat akımlarının etkisinde yazılar yayımlandığını görüyoruz. Öyle ki artık takip edilen Avrupa edebiyatıyla aradaki mesafe neredeyse tamamen kapanmış, desek abartılı olmayacak.
Bu noktada, 1880-1915 arasında Ermenice edebiyatın ilgi çekici iki damarı için birer parantez açmak yerinde olacak. Bunlardan birincisi, Ermeni kadın yazarların ürettiği edebiyat. 1883 yılında Sırpuhi Düsap, Mayda adlı romanı yazdıktan sonra ilk kadın Ermeni romancı olarak ünleniyor ve bu romanla beraber kadın özgürlüğü meselesi hem Ermenice edebiyatın hem de Ermeni edebiyat kamusunun merkezine geliyor. Onu takip eden Zabel Asadur (Sibil), Hayganuş Mark ve Zabel Yesayan gibi yazar ve şairler Osmanlı Ermenice edebiyatının maskülen sesine ciddi şekilde meydan okuyorlar. Bu meydan okumanın başarılı olduğunu, Düsap’ın kadın hakları meselesini Ermenice edebiyat için önemli hale getiren hamlesinin, özellikle Zabel Yesayan’la beraber oldukça radikal bir tavra ulaştığını ve Yesayan’ın kadın anlatıcıların duyum ve duygu dünyasına odaklanan parçalı ve çoksesli anlatılarıyla edebiyatta kadın sesinin özgün örneklerinden birini verdiğinin altını çizelim.
Paranteze almamız gereken ikinci damar ise 1880’lerden başlayarak bir köy edebiyatı geleneğinin oluşması. Bu yıllarda Harput’ta öğretmenlik yapan ve hayatının hiçbir döneminde Harput’un dışına çıkmayacak olan Tılgadıntsi (Hovhannes Harutyunyan) özellikle öyküleriyle ulusal basının ilgisini çekiyor ve İstanbul’daki Ermeni entelektüellerin büyük beğenisini kazanıyor. Üstüne üstlük, Rupen Zartaryan ve Hamasdeğ gibi öğrenciler yetiştirerek ciddi bir taşra edebiyatı alanının oluşmasını sağlıyor. Tılgadıntsi ve öğrencilerinin başlatacağı bu damar 20. yüzyıla da damgasını vuracak ve Hagop Mıntzuri ve Mıgırdiç Margosyan’la beraber en olgun ürünlerini verecek. Bu metinler bugün de Osmanlı taşrasını, bu taşranın son yüzyıldaki değişimini ve ruh halini anlamak için anahtar önemde.
Yazıyı bitirmeden şuna da değinmeli: 1908-1915 arasında göze çarpan önemli olgulardan biri, Osmanlı İmparatorluğu tarihi içinde ilk defa olmak üzere, Ermenice edebiyatın Türkçeye çevrilmeye başlaması. Önce 1911 yılında Krikor Zohrab’ın hikâye derlemesi Hayat, Olduğu Gibi Diran Kelekyan tarafından Türkçeye tercüme edildi ve yabana atılmayacak bir ilgiyle karşılandı. 1912 yılında Servet-i Fünun dergisinde Sarkis Srents’in farklı Ermeni yazarlardan tercüme ettiği öyküler yayımlandı ve ertesi sene bu öyküler Ermeni Edebiyatı Numuneleri adıyla kitaplaştırıldı. Aynı yıllarda Yervant Odyan’ın polisiyesi Abdülhamit ve Sherlock Holmes’ün ve ardından da bu eserin devamı olan Saliha Hanım veya Ordu Müstebite Karşı adlı romanın Ermenice ve Yunanca ile beraber Türkçe de yayımlandığını görüyoruz. Maalesef Osmanlı Ermeni kültürünün bu açılma ve tanınma süreci ancak birkaç yıllık bir ömürle sınırlanmaya mahkûm; çok geç başlayan karşılıklı tanıma süreci çok erken bitmiş, bitirilmiş.
1915 hiç şüphesiz Ermenice edebiyat için de bir felakete tekabül ediyor. Taniel Varujan, Siamanto, Krikor Zohrab gibi önemli kalemler tutuklanıp gönderildikleri Anadolu’da katledilecekler. Geride kalanlar ise dünyanın pek çok farklı yerine dağılacak. Bir kısmı için Sovyet Ermenistanı bir umut kapısı haline gelse de 1930 sonrası Stalin’in artan baskısı ve zulmü 1915’te kurtulmayı başaran Zabel Yesayan ve Vahan Totovents gibi yazarlar için bir ikinci felakete neden olacak. Hagop Oşagan, Şahan Şahnur ve Nigoğos Sarafyan gibi yazar ve şairler memleketlerinden çok uzakta büyük eserler verseler de, Batı Ermenice edebiyatın alanı giderek daralacak. Bir noktadan sonra ise Osmanlı kökenli Ermenilerin edebiyatı giderek Ermeniceden başka dillerde yaşayan bir edebiyatlar toplamına; bu toplamın her bir dildeki tezahürü de farklı coğrafyalarda birer “minör edebiyat” vakasına dönüşecek.

Yorumlar kapatıldı.