İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Batılılaşan İstanbul’un Rum Mimarları ve Eserleri

Rüştü Karaca

18. yüzyılda Osmanlı’nın batıya öykünüşü Lale devrinde Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin 1721’de elçi olarak Fransa’ya gitmesi ve Sefaretname’sini okuyan Saray çevresinin o yaşam biçimine özenerek, Sâdâbat’ta çeşitli kasırlar inşa ettirmesiyle başlar. Böylece Batı etkisi Osmanlı kültüründe en önce mimarlıkta ortaya çıkar. Daha sonra savaşlarda arka arkaya gelen yenilgiler nedeniyle Ordu, Batı’dan getirtilen askeri uzmanlarla geliştirip yenileme yoluna gidilir. Bu doğrultuda İTÜ’nün öncülü kabul edilen Mühendishane-i Bahri-i Hümayun(1776) ve Mühendishane-i Berri-i Hümayun(1795) batı örneğindeki ilk askeri meslek okulları olur. 1839’da ilan edilen Tanzimat, içerdiği hükümlerle, devletin yüzünü artık Batı’ya döndüğünün resmi belgesi gibidir.

1831 yılında Hassa Mimarları Ocağının kapatılıp ardından 1882 yılında, bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin çekirdeği olan Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi’nin kurulmasıyla batı tarzında mmarlık eğitimine geçilir ama Mimarlık Türkler yerine Rum ve Ermeni gençlerin tercih ettiği bir okul ve meslektir.

İstanbul’da eserleriyle yaşayan mimarlar arasında, “mimar-ı saray-ı humayun” unvanını taşıyan ve 1880 yılında Taksim’deki Aya Triada Kilisesi’ni yapan Vasilaki Bey İoannidis ve oğlu “sermimar-ı hazret-i şehriyari” unvanlı Yanko Bey İoannidis gibi önemli ve çok üst mevkilere kadar yükselmiş mimarların yanı sıra, Heybeliada Ruhban Okulu’nun mimarı Perikles Fotiadis, Özel Fener Rum Lisesi’nin mimarı Kostantinos Dimadis, Çiçek pasajının mimarı Kleanthis Zannos, Şişhane’deki Frej Apartmanı mimarı Konstandinos Kiryakidis-Aleksandros D.Yenidünya ve bugün Pera Müzesi olarak kullanılan Bristol Oteli’nin mimarı A. Manoussos yer alıyor.

19. yüzyıl, Osmanlı Devleti’nin geleneksel bağlarını zorlamaya başladığı, ama tümüyle de koparmadan yavaş yavaş başka bir dünyaya, Batı’ya yöneldiği bir dönemdir. Aslında bu yönelişin ilk geniş ölçekli örneği daha bir önceki yüzyılda, Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin 1721’de elçi olarak gittiği Fransa’da görüp yaşadıklarını anlattığı Sefaretname’sini okuyan Saray çevresinin o yaşam biçimine özenerek, oradan getirttikleri planlara göre Sâdâbat’ta çeşitli kasırlar inşa ettirmesiyle görülür. Böylece Batı etkisi Osmanlı kültüründe en önce mimarlıkta ortaya çıkar. Daha sonra savaşlarda arka arkaya gelen yenilgiler, Osmanlı’yı askeri gücünü sorgulamaya yöneltir. Batı ordularının gerisinde kalmış olduğu fark edilen orduyu, yine Batı’dan getirtilen askeri uzmanlarla geliştirip yenileme yoluna gidilir. Yüzyılın son çeyreğinde bu amaçla açılan Mühendishane-i Bahri-i Hümayun(1776) ve Mühendishane-i Berri-i Hümayun(1795) Batı örneğindeki ilk askeri meslek okulları olur.

1839’da ilan edilen Tanzimat, içerdiği hükümlerle, devletin yüzünü artık Batı’ya döndüğünün resmi belgesi gibidir. Yönetim, hukuk, eğitim, sağlık, toplumsal yaşam vb gibi alanlardaki yenilikler, Osmanlı mimarisi için tanıdık olmayan, Batı’dakiler örnek alınarak yapılan çeşitli yeni bina türlerini de birlikte getirir. Bir yandan Avrupa devletlerinin yaptırdığı İstanbul’daki sefarethaneler, bir yandan da yüzyılın yarısından sonra Batı tipi saray, kasır, okul, ardından hastane, postane, istasyon, apartman, iş hanı vb gibi binalarla İstanbul’un fiziki çehresi değişmeye başlar. Tabii bu değişiklik daha çok yabancılarla gayrimüslimlerin yaşadığı Péra/Beyoğlu bölgesinde görülür. Geleneksel yaşam tarzını sürdüren İstanbul ve Üsküdar/Kadıköy yörelerinde yayılması ise, daha yaklaşık yüzyıllık bir süre alacaktır.

Bu arada, yüzyılın ilk yarısında mimari alanı etkileyecek çok önemli bir olay yaşanır, Hassa Mimarları Ocağı lağıv edilir. Temel görevi kamu ve devlet binalarının inşası ve onarımı olan bu ocağın bir başka görevi de alınan çırakları eğitip mimar olarak yetiştirmektir. Yani usta-çırak ilişkisine dayanan geleneksel bir eğitimin sürdürüldüğü Ocak, günümüzün mimarlık okullarının o zamanki karşılığı sayılabilir. Mimar Sinan’dan Davud Ağa’ya, Dalgıç Ahmed Çavuş’tan Sedefkâr Mehmed Ağa’ya kadar Osmanlı mimarlığının bilinen bütün ünlü mimarları bu eğitimle, bu ocaktan yetişmişlerdir. Ama Hassa Mimarları Ocağı’nın 1831 yılında kapatılarak yerine kamu ve devlet binalarının inşaatını yürütmek üzere Ebniye-i Hassa Müdiriyeti’nin kurulmasıyla mimarlık eğitimi kesintiye uğrar, çünkü bu yeni müdüriyetin görevleri arasında mimarlık eğitimi yoktur. Bu tarihten 1882 yılında, bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin çekirdeği olan Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi’nin kurulup ertesi yıl eğitime başlamasına kadar da bağımsız bir mimarlık okulu olmayacaktır. Artık mimar olmak isteyen gençler ya Avrupa’daki mimarlık okullarının birinde okuyacaklar ya da eskiden de olduğu gibi piyasada iş yapan mimarların, kalfaların yanında yetişeceklerdir. Henüz mimarlık mesleği tanımlanmış kurallara bağlı olmadığı için, okullu ve alaylı mimarlar arasında mesleki fark görülmemektedir.

Ebniye-i Hassa Müdiriyeti kurulunca, Hassa Mimarları Ocağı’ndaki mimarlar bu müdüriyete kaydırılır. Hatta o dönemde ocağın başındaki Abdülhalim Efendi de yeni kuruluşun başına getirilir. Ancak, Hassa Mimarları Ocağı’ndan yetişmiş mevcut mimarlar için de, piyasada geleneksel mimarlık yöntemlerini uygulayarak çalışan kalfalar için de, gerek yeni bina türleri, gerek Sanayi Devrimi’yle Batı’da yaygınlaşan yeni inşaat teknikleri ve malzemeler artık iyice yabancıdır. Böylece mimarlık alanı, özellikle de büyük ölçekli kâgir binaların yapımı önce, çoğu kendi devletlerinin sefarethanelerini yapmak için İstanbul’a gelen ve ardından kurdukları kişisel ilişkiler sayesinde başka inşaat işlerine de yönelen yabancı (Avrupalı) mimarlara, daha sonra da Osmanlı tebaası Levanten, Ermeni ve Rum mimarlara kalır.

Böylece mimarlık mesleği özellikle Rumlar ve Ermeniler arasında yükselişe geçerken, Müslüman çevrede revaç bulmaz. Müslüman gençlerin bu yolu izlememesinin önemli bir nedeninin, mimarlığın o dönemde bu çevrede pek makbul bir meslek sayılmaması olduğu düşünülebilir. Eğer ticaret yapmayacaklarsa Müslüman gençleri için, “askeriye”, “kalemiye” ya da “ilmiye” daha çekici gelmektedir. 20.yy’ın başında bile Sanayi-i Nefis Mimarlık Şubesi öğrencilerinin çok büyük bir bölümünün Ermeni ve Rum gençlerinden oluşması da bu gerçeği gösterir.

Bu konjonktür içinde Nefise’de okuyan Rum gençlerinin arasından çok sayıda başarılı mimar yetişmiş ve ünlenmiştir. 19.yy boyunca süren ve 20.yy’ın başında da Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar devam eden İstanbul’un mimari çehresinin Batılı anlamda değişmesi sürecinde Rum mimarların rolü çok büyük olmuştur.

Mimar Kleanthis Zannos – Çiçek Pasajı / Galatasaray

Çiçek Pasajı’nın bulunduğu yer 1800’lerde Mihail Naum Duhani adında Lübnan’lı bir Hıristiyana aitti. 1831 yangınında Naum’un burada bulunan evi yandı. Yangından sonra ünlü İtalyan İllüzyonist Giocanni Bartolomeo Bosca, bu araziyi sahibinden kiralayarak ‘Bosca Tiyatrosu’ adıyla ahşap bir yapı yaptırdı. 1839’da Tanzimat ilan edilince Bosca’da tiyatrosunu kurmak için dönemin padişahı Abdülmecit’ten ferman almıştı. 1844’den sonra arazinin sahibi olan Naum, tiyatro yönetimini Bosca’dan devralır, tiyatro artık ‘Naum Tiyatrosu’ dur. Salon tam bir İtalyan Operası biçimindeydi. Kat kat locaları vardı.

Ahşap olan tiyatro binasının 1846’da Beyoğlu’nda çıkan büyük yangında tamamen yanması üzerine İtalyan mimarlar Gapare ve Gusappe Fossatti Kardeşler tarafından hazırlanan proje ile 1500 kişilik tiyatro yeniden inşa edilir. Tiyatro bu haliyle 4 Kasım 1848’de Verdi’nin Macbeth Operası ile tekrar açar perdelerini.  Sultan Abdülmecit ilk kez, 9 Şubat 1849’da kendisi için inşa edilen imparatorluk locasından operayı izler. Operayı çok beğenen Abdülmecid, sanatçılara bağış yapar. Bu tarihten sonra ise sanatçıların sarayda konser vermesini isteyecektir. Sonrasında Dolmabahçe Saray Tiyatrosu’nu yaptırır. 1853’deki yangın sonucu yine yanan tiyatro, İstanbul’daki yabancı elçilikler ve Sultan Abdülmecit’in yardımlarıyla Mimar Smith tarafından eski formunda kagir olarak yeniden yapılır. Ne var ki bu kez 1870 yangını sonucu kül olur tiyatro.

Dönemin ünlü bankerlerinden Hristaki Zografos Efendi, tiyatrodan kalan boş arsayı alır ve mimar Kleanthis Zanno’yu görevlendirerek, orijinal adı Cité de Pera olan bu çarşıyı yaptırır. Sene 1876’dır. Hristaki Pasajı olarak da anılan bu pasajı, 1908’de Sadrazam Küçük Sait Paşa satın alır. 1930’larda çiçek mezatlarının burada yapılmaya başlamasıyla da halk arasında Çiçek Pasajı olarak anılmaya başlar. Yine aynı yıllarda cadde üzerindeki Degüstasyon Lokantası binanın içine bakan kapalı kapılarını yazın açarak buraya masalar koyar. Bu pasajda meyhane ve birahane dönemine ilk adımın atılışıdır. Degüstasyon Lokantası’nın bu buluşu rağbet görmeye başlayınca Vallaury’nun Pastanesi, Nektar Birahanesi gibi mekanlar aynı uygulamayı yapar. 1950’lerde çiçekçiler yandaki sokağa taşınır birer birer. Ve pasajda yeni meyhaneler  açılır. 1950’lerin sonunda ise pasaj neredeyse bütünüyle bugünkü kimliğine bürünür. 102’inci yaşını kutladığı 1978 yılında çatısı çöker. Yeniden misafirlerini ağırlamak için pasaj 10 yıl bekleyecektir. 1988’de pasajı kurtarmak için kurulan dernek ve belediyenin girişimiyle onarılarak yeniden hayat bulur. 2005 yılı Aralık ayında ise, son bir bakımdan daha geçer. Ana yapım malzemesi taş olan yapının ön yüzüne gösterişli bir cephe mimarisi hakimdir. Cepheyi ortadan ayıran görkemli kapısı, heykel ve kabartmalarla bezelidir. Kapının üst tarafında, en üst katın orta bölümünde bulunan saate eklenmiş insan başı ilgi çekici bir detay olarak çıkar karşımıza. Cephedeki pencerelerde yer alan bozulmuş korint başlıklarının yanı sıra meyve salkımları ve pencere alınlarındaki yapraklar bir diğer ilgi çekici detaylar arasındadır.


Mimar Ahilleas Manussos – Eski Bristol Oteli / Pera Müzesi

Odakule’yi  geçitinin bitişiğindeki eski Bristol oteli 1896 yılında Rum Mimar Ahilleas Manussos tarafından tasarlanmıştır. Sahibi Bristol Achilleis Manussos idi. Bristol Otelinin iç kısmı 1980’li yıllarda tamamen yenilenmiştir. Sonrasında uzun yıllar Esbank tarafından kullanılan bina 2004 yılında Kıraç ailesi tarafından Pera Güzel Sanatlar Müzesi’ne dönüştürüldü.


Mimar Konstandinos Kiryakidis-Aleksandros D.Yenidünya – Frej Apartmanı / Şişhane

Frej apartmanı 1905 yılında Selim Hanna Frej (Friege) tarafından yaptırılmıştır. Art Nouveau tasarım. Abartılı kıvrımlar , bitki desenlerinin önemli yer işgal ettiği zarif süslemelere yoğun olarak yer verilen bir sanat. Dört katlı binanın mimarı Kiryakidis. Frej Apartımanı 1983 yılında Sarkuysan’a satılmıştır.  Yaklaşık 20 yıl bu şirkete genel müdürlük binası olarak hizmet eden Sarkusyan binası, Turgay Ciner tarafından otel yapılmak üzere satın alındı.


Frej Ailesi
Kökeni 1150’lere giden Maruni Cemaatinden Beyrutlu Hıristiyan Selim Hanna Freige’in babası Arap, annesi ise Amerikalıdır.  Mösyö Hanna Frej, Glavaniler gibi çok eski ve zengin bir aileden. Osmanlı’ya borç veriyorlar. Hatta aile Osmanlının Doğu Akdenizdeki limanlarını 99 yıllığına kiralamayı teklif edebilecek kadar nakit bir servete sahip. Glavaniler gibi, Frejler de İstanbul sosyetesinin vazgeçilmez simalarından. Böyle olunca, sermayelerini de çocuklarını evlendirerek birleştiriyorlar. Glavaniler neredeyse Galata’nın yarısından fazlasına sahipler. Glavanilerin kızıyla, Frej’lerin oğlu Hanna beyin izdivacından ikisi erkek, birisi kız üç çocukları olur. Kızlarının adı Anjel. Selim Hanna bey bu apartmanı inşa ettirir. Hatta bugün binanın üzerindeki çocuk figürlerinin ailenin çocuklarını temsil ettiği rivayet edilir. Anjel hanım evlilik çağında yetişkin bir genç kız olduğunda, Osmanlı devleti çökmüş, yerine milli Cumhuriyet kurulmuştur. Bu sıralarda İstanbul sosyetesi, Kurtuluş Savaşı’nda bir kurmay subay olarak katılan, yakışıklı ve Yunan komutan Trikopis’i Dumlupınar’da teslim almasıyla ünlenen Dukakinzade Feridun bey hikayeleriyle çalkalanmaktadır. Sonunda Feridun bey ve Angel hanım evlenir.  Angel hanım artık Aysel hanım olmuştur. 1927 yılında askerlerin yabancı hanımlarla evlenmesinin yasak edilmesiyle askerlikten ayrılır. Feridun bey de sonradan Dirimtekin soyadını alır. Çiftin hayatı, bir İtalyan opereti kadar renkli geçer. 1948 yılında Feridun bey emekli olunca, çift Frej Apartmanı’nı  satıp yeni popüler olan Nişantaşı’na taşınır. Feridun bey yoldaki bir çukura düşer, kalçasını kırar ve tedavi olurken kalp krizinden ölür. Eşi Ayfer hanım, dışarıdan izleyenlere  garip görünen davranışlar sergilemeye başlar. Bunu fırsat bilen Feridun beyin akrabaları, Ayfer hanımın deli olduğuna dair raporlar alır ve kalan servetin yönetimini üstlenirler. Zavallı kadıncağız bir süre akıl hastanesinde müşahede  altına bile alınmıştır. Neyse ki,  sonradan eşinin yakınlarıyla uzlaşmıştır. Bir huzur evinde ömrünün geri kalan günlerini geçirmiş, o da bir çukura düşerek hayata veda etmiştir. 

Dukakinoğlu Feridun Dirimtekin
Tarihte, Sultan Yavuz devrinde vezirlik yapmış, oğlu Yavuz’un kızlarından birisiyle evlenmiş Dukakinoğlu Ahmet beylerden söz edilir. Bu ailenin en büyük ferdi Sultan Fatih devrinde Arnavutluk’a yerleşmiş bir Norman dükü olan Dük Jean’dır. Dukakinzade adı da, “duka”dan geliyor. 1895 doğumlu olan Feridun bey Harbiye den mezundur. Balkan Harbi, Çanakkale ve Sarıkamış cephelerinde subay olarak bulunmuş, daha sonra Milli Mücadele’ye katılmak için Ankara’ya geçmiştir. Eşi yabancı olduğu için 1927’de ordudan ayrılıp, teknik alanda kendisini geliştirmek için Almanya’ya ihtisasa gider. Yurda dönünce Harp Okulları’nda hoca, Türk Hava Kurumu’nda başkan yardımcısı, Beden Terbiyesi İstanbul Bölge Müdürlüğü, Turing Otomobil Kurumu’nun kuruculuğu yapar. Gazete çıkarır. Belediye Meclisi’nde,  Anıtlar Kurulu’nda üyeliklerde bulunur ve en son Ayasofya Müzesi müdürlüğünden emekli olur. Arkeolojik kazılara katılır. Bir çok dilde yayınlanmış yazıları, makaleleri  vardır.

Mimar Konstandinos Kiryakidis-A.H.Ayverdi – Elhamra Hanı / Beyoğlu

Beyoğlu’nda St. Antuan  Kilisesinin tam karşısında Elhamra han var. Binanın yerinde, ilk olarak, 1827 yılında Guistiniani Barthelmy adlı bir Cenevizli’nin yaptırdığı Fransız Tiyatrosu bulunuyordu. Fransız Tiyatrosu ve Billur Saray adlı eğlence mekanı, tam karşılarındaki Concorde Tiyatrosu kapatılıp yerine St. Antoine Kilisesi yapılıncaya kadar faaliyet gösterdi. Bina 1920’de Arapzade Said bey tarafından satın alınıp onarıma sokulur. İstiklal caddesinde Oryantalist etkiler taşıyan tek bina. Han içindeki sinema Cumhuriyet ile yaşıt. Bir kaç kez el değiştirip bir süre de tiyatro olarak kullanıldı. 1999 yılında geçirdiği yangın sonucunda kullanılamaz hale geldi ve yeniden inşa edildi. Bugün tarihi sinemanın olduğu yerde, bir gece kulübü hizmet vermektedir. Günümüzde kitapçı, gelinlikçi, butik gibi mekanlara ev sahipliği etmenin ötesinde gece hayatının önemli merkezlerinden biri haline geldi. 


Atatürk’ün tercih ettiği Elhamra Sineması, Charlie Chaplin’in ünlü “Asri Zamanlar” filminin İstanbul’da ilk gösterildiği salondur. 1936 yılında adı Sakarya Sineması olarak değiştirildi. Ancak 1944 yılında eski adına kavuştu. 1958 yılında İstanbul Opereti olarak yeniden faaliyete geçti ve 1970’li yıllara kadar faaliyetini sürdürdü. Binanın bulunduğu yerde, 1827 yılında bir Fransız tiyatrosu vardı. Binaya 1861 yılında o dönemlerde moda olan bir balo salonu ilave edildi. Tiyatro “Palais de Cristal” adı altında yıllarca hizmet verdi. 1906 yılında faaliyetini durduran tiyatro 1920 yılında yıktırıldı. 1923 yılında sinema ve pasaj olarak yeniden yaptırıldı ve Elhamra Sineması adı ile faaliyete geçti.

Mimar Yeoryios Kuluthros – Deniz Apartmanı, Şişhane
Eski Deniz Palas apartmanı artık Nejat Eczacıbaşı apartmanı olarak biliniyor. Binada IKSV faaliyette. Art Nouveau tarzında inşa edilmiş, ihtişamlı bir bina bu. Deniz Palas 1920’li yıllarda inşa edilmiş, dönemin mimari özelliklerini taşıyan bir Pera yapısı. Yığma kagir bir yapı olan Deniz Palas’ın kat döşemelerinde çelik putreller kullanılmış; araları, beton özellikleri taşıyan demir ve çimento harç ile düzenlenmiş. Putreller üzerinde ahşap karkasları ile ahşap döşeme kaplaması bulunuyor. Tavanlarda 1940’lı yıllara özgü kartonpiyerler var. Binada bir dönem Pera yapılarında sıkça kullanılan renkli kalem işi kompozisyonlar da yer alıyor. Deniz Palas Apartmanı’nın mimarı ise Georges Coulouthros (Yorgo Kulutros). Bu bilgi, binanın ön cephesineki restorasyon sırasında, mimarın adının Fransızca yazılı olduğu ortaya çıkınca edinilmiş. Kulutros’un çevrede iki yapısı daha var; biri İstiklal Caddesi’nde Sempatiyan Apartmanı, öteki de Yüksekkaldırım’da Alvanopulos Apartmanı. İkisinin de cephesinde adı ‘Kulutros’ olarak yazılı.
Deniz Palas’ın giriş ve birinci katında, performans merkezi salon bulunuyor. Oturmalı 250, ayakta 600 kişilik kapasitesiyle konserler, tiyatro-dans gösterilerinin yanı sıra çocuk etkinlikleri, panel ve konferanslara da ev sahipliği yapacak  Binanın en üst katıyla terasında ise Haliç’e bakan bir restoran bulunuyor. Uzun yıllar İKSV’nin Mütevelliler Kurulu Başkanlığını üstlenmiş olan soprano Leyla Gencer’in müzesi de Deniz Palas’ın beşinci katında yer alacak. Müzede, Leyla Gencer’in Milano’daki evinden getirilen özel eşyaları sergilenecek; sopranonun piyanosu eşliğinde dinletiler düzenlenecek.

Mimar Dimitros Vasiliadis – Suriye Pasajı, Tünel

İstiklal caddesi no:348. İstiklal caddesi’nde Rus Konsolosluğunun karşısında, Gönül sokak ile Derviş sokak’ı bağlamaktadır. Pasaj içinde ağırlıklı olarak kürkçü ve dericiler mevcuttur. Dersaadet Ticaret Odası Başkanlığı, Harbiye Nezareti Satınalma Komisyonu ve Şirketi Hayriye reisliklerinde bulunan Abud Efendi (Abud Paşa Yalısı’nın da sahibi ) ve Şam eşrafından Hasan Halbuni Paşa tarafından yaptırılan bina, pasajlı konut özelliğinde olup yapımı 1908’de tamamlandı. Osmanlı Devletinin ilk sinema salonu olan Santral Sineması’na (1910) ev sahipliği yaptı. Suriye Pasajı (Cité de Syrie) 1908 yılında üç adet ayrı binadan yapılmış; sonradan bunlar kendi aralarında birleştirilmiştir. İstiklal Caddesi üzerindeki bina, girişi içeren zemin, galeri katı üzerinde dört kat ve geri çekilmiş bir kattan ibarettir. Binalar kompleksinin zemin katları çarşı; üst katları ise mesken olarak tasarlanmıştır. 1911 yılında binada tadilat yapılarak bir kısmı sinemaya dönüştürülmüştür. Önceleri “Santral Sineması” (Ciné Centrale) olarak ikinci vizyon filmleri gösteren sinema daha sonra kalitesini yükseltmek amacı ile sırası ile “Şafak”, “Cumhuriyet”, son olarak da “Zafer” adlarını almış ve sonunda faaliyetine son vermiştir. Pasajda 1875’ten 1964 yılına kadar Fransızca olarak yayınlanan “Stamboul” gazetesi matbaası ve halen Elence yayınlanan “Apoyevmatini” gazetelerinin idarehaneleri bulunmaktadır.

Binanın ilk sahibi Abud kardeşler halk ve saray tarafından çok seviliyordu. Bankerlikte yapıyorlardı. Mehmed Abud efendi Meşrutiyet öncesinde Bosna’lı tüccarlar ile iyi ilişkiler kurmuş ve onlara krediler vermişti. Bundan kısa bir süre sonra Avusturya-Macaristan imparatorluğu Bosna’yı işgal edince Abud efendinin kredileri ödenemedi. Aradan yıllar geçti. Bir gün Abud efendi yazıhanesinin önünde 40-50 Bosna’lı ile karşılaştı. Sırtlarında heybeleri vardı. Heybeleri boşalttıklarında, aldıkları kredileri ödemek için getirdikleri altınlar, masaya döküldü. Borçlarına sadık kalmışlar geri ödemişlerdi.


Mimar Viktor Adamandidis – Luvr Apartmanı, Beyoğlu

1923 yılından itibaren Baylan pastahanesine o zamanki adıyla Loryan pastahanesine uzun yıllar hizmet etti. İKSV(İstanbul Kültür Sanat Vakfı) Deniz apartmanına taşınana kadar 15 yıl ev sahipliği yaptı. 1934 de yabancı kelimelerin kullanımı yasaklanınca ‘kusursuz’ anlamındaki Baylan adını aldı.

Victoe Adaman 1880’de İstanbul’da doğdu. Babası Petraki Adamandidis, döneminin en iyi kalfalarındadır. Petraki Yenikoy Halim Pasa yalısını inşa etmiş, depremde hasar gören Mısır çarşının renovasyonunu yapmıştır. 
Victor Adaman 1896 yılında 16 yaşında Galatasaray lisesinden mezun olduktan sonra 1900’de Paris’te Ecole Special d’Architecture’den 20 yaşında mezun oldu. 1901’de Paris Güzel Sanatlar Akademisinde çalışmaya başladı ama ailesinin baskısı sonucunda İstanbul’a döndü ve Levanten Mimar Vallaury’in yardımcısı oldu.  
Adamandidis, erken cumhuriyet döneminde neoklasik tarzda etkinliğini sürdüren mimarların en tanınmışlarından sayılabilir. Arkitekt’te yayınlanan, Şevki Balmumcu tarafından kaleme alınmış detaylı biyografisinde kişiliği ve yapıtları  hakkında bilgi bulunabilen Adamandidis’in önemli yapıtları arasında İstanbul Vali Konağı, Beyoğlu Luvr Apartmanı, Bankalar Caddesi’ndeki Ankara Han, Kazım Özalp villası, ve Beşiktaş’taki Tütün Deposu sayılabilir. İstiklal Caddesi ve çevresindeki apartmanlarda, özellikle Luvr Apartmanı’nda neo-barok bir çizgi izlenebilir. Adamantidis’e 1930’ların sonunda ise Seyfi Arkan’ın tasarladığı Bozok ve Erdener villalarının müteahhiti olarak rastlıyoruz.
Periklis Fotiadis – Zoğrafyon Rum Lisesi, Galatasaray

Galatasaray Lisesini geçtikten sonra Turnacıbaşı caddesinden sağa dönüp ilerlediğinizde sol tarafta Zoğrafyon Lisesini görürsünüz. Zapyon ve Panagia okullarının ihtiyacı karşılayamaması sonucu Hristaki Zoğrafos’un bağışlarıyla okul mimar Periklis Fotiadis’e yaptırılır. 1899 yılında Zoğrafyon ilk mezunlarını verir. Özellikle, 1955’teki 6-7 Eylül olaylarından ve 1964’teki Yunan vatandaşlarının ülkeden sınırdışı edilmesinden önce, okulda eğitim gören öğrencilerin sayısı 350’yi geçiyordu. Günümüzde ise okulun bünyesinde 45 kadar öğrenci bulunmaktadır. Bu tüm İstanbul Rum öğrencilerin yaklaşık yarısını kapsadığından en kalabalık Rum okuludur.




Mimar Viktor Adamandidis – Taksim Palace, Beyoğlu

Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde Taksim’e yakın bir alanda cadde üzerindedir. 



Mimar Vasilakis İonnidis – Aya Triada Kilisesi, Taksim

Ayia Triada Kilisesi, İstanbul Taksim‘de, Sıraselviler Caddesi ile İstiklal Caddesi‘nin kesiştiği üçgende, Meşelik Sokak’da yer alır. Yapı, İstanbul’daki en büyük Rum Ortodoks kiliselerinden biridir. 1865 yılındaki kolera salgını nedeniyle Şişli’ye nakledilen mezarlık arsası üzerine inşaa edilen kilise, neogotik üslupdaki cephesi, kubbe yapısındaki Bizans mimarisi etkisi, Ortaçağ etkili pencereleri ve neoklasik çan kulesiyle seçmeci bir üsluba sahiptir.

Patrik IV. Dionisios, cemaatin mezarlık ihtiyacı için 1672 de Mehmet Çelebi’nin 30 dönümlük tarlasını, İoannis Topazi adına satın alarak bir bölümünü hastane diğer bir bölümünü de mezarlık olarak düzenlemiştir. “Beyoğlu Ospitali” adı ile tanınan hastahane binası daha sonraki yıllarda “Stavrodromi Veba Hastahanesi” olarak kullanılmıştır. Bugün yapının yerinde İstiklal Caddesindeki Fransız Konsolosluğu yer alır. Rum mezarlığının içine ise Ayia Yorgi’ye ithaf edilmiş ahşap bir kilise yapılmıştır. Tanzimatın ilanından sonra bu ahşap kilise yıkılmış, yerine Zapyon Kız Lisesi inşa edilmiştir. Ayrıca mezarlığın bir kısmı kaldırarak, 1867’de, bugünkü Ayia Triada Kilisesi’nin inşasına başlanmıştır. 13 yılda tamamlanan yapı, Patrik III.İoakim (1878-1884) zamanında, 1880 tarihinde ibadete açılmıştır. Kubbeli bazilika planında inşaa edilmiş olan kilisenin ilk projesi mimar Potessaro’ya aittir fakat sonrasında inşaatı Vassilaki İoannidis tamamlamıştır. Ayia Triada Kilisesi, yüksek duvarların çevrelediği geniş bir avlu içerisindedir. Avluda kiliseye ait lojman ve diğer idari binalar ile ”Ayia Yorgi” ye ithaf edilmiş bir ayazma vardır.  Doğu-batı ekseninde bulunan düzgün kesme taştan yapı, kare içinde haç planlı ve kubbeli bir plana sahptir. Orta mekanı üzerinde yüksek kasnaklı, oldukça  gösterişli bir  kubbe dikkati çeker. Kubbe kasnağında on iki yarım yuvarlak kemerli pencere yer alır. İki yanda yükselen çan kulelerini, çinko kaplı kubbeler örtmektedir. Ana mekanda yan nefleri ayıran sütunların kaideleri sekizgen, başlıkları ise korinttir.  Kilisenin doğu ve batı cephesindeki alınlıklarda açılan gül pencereler, dikkat çekicidir. İki çan kulesi etkileyicidir. Yapı genel olarak  18.yüzyıl Avrupa eklektik mimarisinin bütün özelliklerini devasa görünüşü ile taşımaktadır.


Mimar Vasilakis İonnidis – Zapyon Okulu, Taksim


Özel Zapyon Rum İlköğretim Okulu ve Lisesi 1975 tarihinde Tepebaşı’nda, Etap Marmara Oteli’nin bulunduğu yerde faaliyete geçti. 1985’te hayırsever Konstantinos Zappas’ın maddi katkılarıyla inşa edilen Taksim Meşelik Sokak’taki şimdiki binasına taşındı.

Mimar Patroklos A. Kambanakis – Belçika Konsolosluğu, Taksim



Mimar Aristidis Pasadeos – Fener Rum Patrikhanesi, Fener
İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi (Yunanca: Patriarhion Konstandinupoleos) 6. yy’dan itibaren Hristiyanlık alemindeki din tartışmalarının önemli bir kesimini oluşturan Ortodoksluğun da merkezidir. İstanbul’un fethinden sonra, gayrimüslim olan toplumların yaşayışına dair düzenlemeler, Fatih Sultan Mehmet’in çıkardığı fermana bağlanmış, böylece Fener Rum Patrikhanesi de denilen Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin yasal statüsü süreklilik kazanmıştır. 


Rum Ortodoks Patrikhanesi lideri II.Gennadios ve Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmed II.Gennadios’un Patrik olmasıyla, Patrikhane faaliyetlerini kentin ikinci büyük kilisesi olan Havariyun Kilisesi’nde yürütmeye başlar. O zamanlarda yaklaşık bin yaşındaki Havariyun Kilisesi’nin bahçesinde İmparator ailesinin mezarları da bulunmaktadır ve Hiristiyan nüfusun azalması ve güvenlik nedeniyle 1455’te boşaltılır. Patrikhane Pammakaristos Manastırı’na taşınır. 12. yüzyılda II.Ioannes Komnenos’un yaptırdığı Pammakaristos Manastırı, Hristiyan göçmenlerin yerleştirildiği Çarşamba semtindeydi. Havariyun Kilisesi’ne göre daha küçük ve güvenli olan Pammakaristos, 1518’de restore ve II.Ieremias’ın patrikliği sırasında da genişletilerek yeniden inşa edildi. 1586’da, III.Murad döneminde boşaltılan kilise, 1591’de Fethiye adıyla camiye dönüştürüldü. Patrikhane, önce Fener’deki Vlah Sarayı Kilisesi’ne, 1597’de ise Ayvansaray’daki Ayios Dimitrios Kilisesi’ne taşındı. Patrikhane, 1602’de Fener’de bulunan Ayios Yeoryios Manastırı’na yerleşti ve bu tarihten sonra faaliyetini burada sürdürdü.

II. Mehmed’in çıkardığı fermanla statüsü saptanan Rum Ortodoks patrikleri, cemaatin evlenme, cenaze gibi adetlerini özgürce uygulayabilmesini denetliyorlardı. Patrik, bir vezir statüsünde kabul edilir, kendisine divanda yer verilirdi. Maiyetindeki diğer yöneticiler ile birlikte her türlü hizmet ve vergiden muaftı. Rum cemaatine dair konuların görüşüldüğü meclise başkanlık eden patrik, hukuki ve cezai işlerde tam yetkili idi. Böylece patrik, Rum Ortodoks toplumunun tartışmasız lideri olarak, Bizans dönemindeki haklarından fazlasına kavuşmuştu. Rum Ortodoks kiliseleri üzerinde simgesel bir otoritesi olan İstanbul patriği, 6. yüzyıldan beri “Ekümenik Patrik” sıfatıyla dünyadaki tüm Ortodoksların ruhani lideri kabul edilir.

1856 Islahat Fermanı ile Patriklerin yetkileri, dini konularla sınırlandı. Seçim usulleri gözden geçirildi. Görev süreleri ömür boyu kılınarak sorumlu oldukları davalardaki yetkileri genişletildi. Lozan Antlaşması’yla Cumhuriyet döneminde patriklerin tüm ayrıcalıkları kaldırıldı. Türkiye Cumhuriyeti uyruğunda bulunmaları koşulu getirildi. Cumhuriyet döneminde Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin etkinlik alanı da sadece dini konularla İstanbul’daki Rum cemaati ile sınırlandı. Hizmet binasının 1941’de yanması üzerine, 1989’da Yüksek Mimar Aristidis Pasadeos nezaretinde başlatılan onarım çalışmaları 1991’de tamamlandı. Patrikhane, faaliyetini halen yeni binasında yürütmektedir. Şu andaki Patrik I.Bartholomeos’tur.

Patrikhaneye üçlü bir kapıdan girilir. Basamakları çıktığımızda ana kapı karşımıza gelir; sola açılan kapıdan kilise tarafına, sağa açılan kapıdan 1941’de yaptırılan Patrikhane binasına girilir. Ana kapıya gelince; Rumların 1821′de Etniki Eterya cemiyeti önderliğinde Eflak ve Boğdan’da başlattıkları ayaklanmaların Mora yarımadasına da sıçraması ve büyük bir isyana dönüşmesi sonucu, bu olaylarla ilgisi olduğu tespit edilen Patrik V.Gregoryus ve bazı metropolitler II.Mahmut’un emriyle asılarak idam edilmişlerdir. Bu tarihten günümüze kadar patrikhane yetkilileri patriğin asıldığı yer olduğu gerekçesi ile “Patrikhanenin Orta Kapısı” tabir edilen kapıyı kapalı tutmaktadırlar.


 Mimar Hacinikoli Nikitaidis – Aya Yorgi (Fener Patrikhanesi) Kilisesi, Fener

Kilise, mimari olarak pek değerli ve gösterişli değildir ama içerisinde bazı çok değerli eşyalar vardır. 5. yüzyıldan kaldığı söylenen patrik tahtı, dünyada benzeri çok az sayıda bulunan üç mozaik ikon, Kudüs`te Hz. İsa`nın bağlanarak kırbaçlandığı kabul edilen bir sütun ve üç azizeye ait tabutlar kilisede yer almaktadır.

Kilise’nin ana ibadet mekanı; 12 havariyi ifade eden 12 sütun üzerine inşa edilmiştir ve bu sütunların üzerine 12 havarinin tasvirleri yapılmış. Kilisenin kuzeybatısında yapıya bitişik olarak inşa edilmiş mekânda, Ortodoks ayinlerinde kullanılan mür yağı üretiliyor.


Kilisesnin giriş kapısının üzerinde bulunan Bizans’ın simgesi çift başlı kartal

Kilisenin arka cephesi


Patriğin Kiliseye girdiği kapının üzerindeki çift başlı kartal figürü

Burada saklanan Hıristiyanlığın kutsal emanetleri arasında Hz. İsa’nın Kudüs’te zincirlenerek kırbaçlandığı taş da yer alıyor. Biri gümüş olmak üzere üç azizenin tabutu bulunuyor. Bunlar Azize Eufemia, Teofano ve Solomoni’ye aittir.

5. yüzyıldan kalma Patriklik tahtı


Mimar Konstandinos Dimadis – Fener Rum Lisesi, Fener

Patrikhanenin arkasında, Sancaklar Yokuşu’nda bulunan okul, Fransa’dan getirtilen kırmızı tuğlalardan yaptırıldığı için halk arasında “Kırmızı Okul” diye de anılmaktadır. Mimar Dimadis 1864 yılında Yassıada’daki Sir Henry Bulwer Lyton Kalesi inşaatını gerçekleştirdi. Bilinen en ünlü eseri 1881’de tamamlanan ve ” Kırmızı Mektep” adıyla da tanınan Fener’deki Rum Lisesi’dir.

İstanbul´un fethinden sonra Bizans´ın yönetici sınıfı ve tüccarları kenti terk ederek Ege adaları, İtalya ve Fransa´ya sığınmıştır. Fatih Sultan Mehmet, 1454´te, tüm İstanbullu Ortodoksları kente geri çağırdı. Bu çağrısını bir fermanla resmileştiren Fatih, Ortodokslar´ın kendi dillerinde eğitim yapabileceklerini, patrikhanelerini yeniden ihya edebilecekleri ve tüm ibadetlerinin eskiden olduğu gibi serbestçe yerine getirebileceklerini bildirdi. Bunun üzerine İstanbul´dan ayrılmış olan eski Bizanslılar gruplar halinde kente geri döndü. Patrik Gennadios ile Fatih Sultan arasında yapılan anlaşma gereği 1454´te Fener sınırları içinde bir okul kuruldu.
Okul 1861´den sonra klasik eğitim veren bir liseye dönüştü. Günümüze kadar ulaşan görkemli bina 1881´de bu liseden mezun olan mimar Dimadis tarafından inşa edildi. Eserin yapı malzemelerinden çoğu Marsilya´dan getirilmiş. İtalya ve İspanya´da da şatolar yapan Dimadis, eseri beş sene içinde bitirmiş. Günümüzdeki binanın arsası, okul mezunu Moldovya Prensi Dimitri Kantemir aittir. Okul giriş ve 3 kattan oluşur, toplam 3020 m2 kullanılabilir alana sahiptir. Kubbesinin yerden yüksekliği 40 metredir. Kuşbakışı görünümü bir kartalı andırır. Okulda 50 civarında öğrenci ile karma eğitime devam edilmektedir. Öğrenim dili Türkçe ve Yunancadır. Fener Rum Lisesi 4+1 yıllık eğitim vermektedir.  Zoğrafyon Rum Lisesi’nden sonra en kalabalık ikinci Rum okuludur.


Mimar Vasilios Dimitriu – Abud Efendi Hanı, Mahmutpaşa

Abud Efendi Hanı ya da Büyük Abud Efendi Hanı, Mahmutpaşa’dadır. 1895 yılında inşa edilmiştir. Cam ve metal mimarisi ile Avrupa’nın önemli tarihi yapılarından biridir, üç yöne cepheli dört kattan oluşmaktadır. Eminönü’nde, Tarakçılar Caddesi üzerinde bulunan Tarakçılar Hanı Sokağı ile Mahmutpaşa Yokuşu’nun birleştiği engebeli bir arazi üzerinde inşa edilen hanın ana girişi Mahmutpaşa yokuşu tarafındadır.


XIX. yüzyılın ilk modern yapılarından biri olarak kabul edilen Büyük Abud Efendi Han’ın üç kapısından ikisinin üzerinde, bir tarafında Osmanlıca diğer tarafında Fransızca olarak “Stamboul Yenni- Tcharchi” “İstanbul Yeni Çarşısı 1313 –1895” yazılı kitabeler bulunmaktadır. Demir işlemeli merdivenleri, geniş koridorları ve bir oteli andıran odalarıyla Abud Efendi Han orijinal halini günümüze kadar korumuştur.

1887′ de Abud Efendi tarafından yaptırılmış olan han birçok kere el değiştirdikten sonra, 1987′ de hanın mülkiyetini ele geçirmiş olan Yahya Kığılı ile Latif Topbaş tarafından oda oda satılmıştır. Zeminle birlikte dört katlı olan BüyükAbud Efendi Han’ın aynca bir bodrum ve bir de çatı katı vardır. Han dikdörtgen bir avlu etrafında düzenlenmiştir, fakat planı dik açılardan oluşmaz. Üstü dört yana eğimli cam bir çatı ile örtülüdür. Demir putrelli kagir bir yapı olan han 335 metrekarelik bir alan üzerine inşa edilmiştir

Büyük Abud Efendi Han’ın Marpuççular Caddesi üzerindeki tek cephesi oldukça süslüdür. Neobarok
ağırlıklı eklektik üsluptaki cephenin zemin katında pilastrlarla bölümlendirilmiştir, pilastrlar arasında dükkan kapı ve vitrinieri vardır. Sağında iki, solunda üç dükkan bulunan giriş, cephenin simetri aksından sağa kaydınlmıştır. Giriş ile girişin sağ ve solundaki dükkanın orta aksı üzerinde S-kıvrımlı konsollarm taşıdığı çıkmalar vardır. Sarı renk sıvalı geniş cephe çok sayıdaki pencereyle hafıfletilmiştir. Pencere düzeni her katta aynıdır: basık kemer ve yivli söveli pencerelerin üst kısmında yine basık kemerli, ortada kilit taşı süsü verilmiş bitkisel motifli birer madalyonu bulunan alınlıklar dikkat çeker. İki ve üçüncü katlardaki pencerelerin denizlikleri çıkıntılıdır.

Dikdörtgen bir açıklık şeklindeki han girişi ile avlu arasında üzeri volta döşemeli bir geçit bulunur. Sokak tarafındakiler hariç tüm zemin kat dükkanlan bir kapı ve iki pencereyle avluya açılır. Dükkanlar birbirine geçmelidir. Girişin sol ucundaki dükkan iki katlı olup, bağımsız bir merdiven vasıtasıyla üst katla bağlantılıdır. Birinci katta avlu açıklığının dört tarafı bir galeri ile çevrilidir. Döknıe demir korkuluklu galerinin tabanından tavanına kompozit (karma) başlıklı ince demir sütunlar uzanır. Galerinin yerleri çini, tavanı odalar gibi volta döşemedir. Odalar galeriye dikdörtgen söveli bir kapı ve pencere ile açılır. Pencereler demir parmaklıklı, kapılar içeriden demir, dışandan cam-ahşap kanatlıdır. Bu kattaki toplam 10 odadan bir kısmının sokağa, diğerlerinin ışıklığa bakan penceresi vardır. Cepheye bakan pencereler içeriden basık kemerli, demir kanatlı, aydınlığa bakanlar düz atkılı ve demir parmaklıklıdır.

Han girişinin hemen üzerindeki odanın dişanya açılan penceresi diğerlerinden farklı olarak yanın daire şeklindedir ve kemerinin ortasında hanın yapım tarihi okunur. Birer kapıyla içeriden birbirine geçiş sağlanmış odalarm yerleri rabıta döşelidir.

1889-90 tarihli ticaret yıllığındaki kayıtlara göre Büyük Abud Efendi Han’da yedi komisyoncu, bir halıcı, bir kağıt tüccan, bir simsar, tam on odayı işgal eden bir banker-tüccar ve bir çay tüccarı faaliyet gösteriyordu. Hanın sahibi Abud Efendi’nin de iki odadan oluşan bir bürosu vardı. Kayıtlardaki isimlerden han sakinlerinden sadece birinin Müslüman, geri kalanının gayrimüslim Osmanlı tebaası veya Avrupalı olduğu anlaşılıyor (Cervati, 1893-1894). 1990’lı yıllarda daha çok tuhafıyecilerin olduğu Büyük Abud Efendi Han’ da şimdilerde yine tuhafiyeciler, bijutericiler, elektronik eşya tamircileri ve bir hırdavatçı faaliyet göstermekteyse de hanın son üç katını neredeyse tamamen depolar işgal etmektedir.

Mimar Vasilios Dimitriu – Bencibara Han, Sultanhamam


Mimar Athanasios Yakas – Yakumopulos Apartmanı (Vardar Palas), Sıraselviler



Mimar İ.Küpecoğlu – Hrisovergia Apartmanları, Sıraselviler

Mimar E.Ladopulos – Yazıcızade Apartmanı, Tophane

Tophane-i Amire’nin karşı köşesinde, Mimar E.Ladopulos tarafından 1905 yılında tasarlanıp inşa edilen apartman bölgenin en eklektik yapısı. Sanat galerilerinin yoğunlaştığı bölgede Residans olarak hizmet veriyor.
Mimar Konstandinos Pappas – Livadas Apartmanı, Çukurcuma


Mimar Aristidis Razis – Büyük Balıklı Han, Karaköy

Karaköy Meydanı’na doğru giderken sol tarafta Lebleci Sokağı ve sağdan Aynalı Lokanta Sokağı’yla keşiştiği adada, Venedik kırmızısı tabir edilen renge boyanmış Büyük Balıklı Han var. Bu han orijinal olarak 1454 tarihinde   Balıklı Rum Hastanesi olarak ahşap binasında faaliyete geçmiştir. Sonra limana yakınlığı dolayısıyla denizciler tarafından taşınan veba gibi salgın hastalıkların burada tedavisinin yapılması, o zaman ki anlayışa göre, uygun bulunmamış, Hastanenin şehir dışına taşınması istenmiştir. Bugün Yedikule sur dışında bulunan yerine Galata’daki açılışından bir kaç yıl sonra taşınmıştır. Yedikule’de tarihi 437 senesine kadar giden, yani erken Bizans zamanlarına dayanan kutsal bir ayazmanın ve kilisesinin varlığı biliniyor. Hastane, o civarda “küçük balıklı ” diye bilinen arazi üzerinde inşa edilmişti. Halen han olarak kullanılmakta olan Karaköy’deki binaysa,  Balıklı Rum Hastanesinin akarıdır. Hastaneden buradan taşındıktan sonra binanın geçirmiş olduğu evrim bilinmiyor. Ancak  bugünkü boyutlarında olmasa da, han ya da dükkanlar şeklinde kullanıldığı tahmin edilebilir. Bugünkü han binası 1875 tarihinde, Patrik II.Yoakim tarafından Zografyon, Zarifi gibi Rum bankerlerinin katkısıyla yaptırılmıştır. Mimarı Arisditis Razi’dir. Bu han Cumhuriyet devrinde Büyük Millet Han olarak adlandırılmış, sonradan tekrar Büyük Balıklı Han olarak çağrılır olmuştur. Elektronikçiler çarşısı olarak hizmet eder.




Mimar Vasilios Kuremenos – Minerva Han, Karaköy

Minerva Han, Karaköy’de, Bankalar Caddesi üzerinde yer alan son yapıdır. 3 bin 484 metrekare alana sahip olan han, 1913 yılında inşaa edilmiştir. Han adını, eski Yunan’da bilgi, bilgelik ve sanatı temsil eden Tanrıça Athena’nın, Roma Mitolojisi’ndeki adı olan Minerva’dan almıştır. Bina, ilk olarak Atina Bankası’na hizmet vermiştir. Türkiye’nin uluslararası alandaki politik eğilimlerine bağlı olarak, 1930′larda Atina Bankası birden Deutschbank olmuştur. 1950′lerden 1980‘lerin başına kadar, binada Doğan Sigorta hizmet vermiştir. Daha sonra Minerva Han, 1993‘e kadar Aksigorta’ya  ev sahipliği yapmıştır. Yapı, 24 Mart 1998’den bu yana da, Sabancı Üniversitesi’nin Karaköy İletişim Merkezi olarak işlev görmektedir. Konferanslar ve kültürel faaliyetlerin düzenlendiği Minerva Han’ın, bankacılık dönemlerinden kalan, bodrum katındaki kasa dairesi de, bir sanat galerisine dönüştürülmüştür.

Minerva Han, dönemin tümüyle betonarme olarak inşaa edilen yapılarının öncüsüdür. Yüksek bir zemin kat üzerine beş kat ve bir de çatı katıdan oluşmaktadır. Yapının giriş kapısı köşeye yerleştirilmiş, tepeye de bir köşe kulesi kondurulmuştur. Hanın dış cephesi, mitolojik öğelerle bezenmiştir. Giriş kapısının üzerinde yer alan kabartmalarda, bolluğu simgeleyen iki bereket boynuzu ve ortalarında duran Minerva büstü görülmektedir. Hemen altında da, Minerva’nın simgesi olan baykuş figürü yer alır. Yapının en üst katında, haber tanrısı Hermes, kanatlı şapkası ve asası ile tasvir edilmiştir. Teras kenarlarında yer alan biri kadın, biri erkek olan 2 figürün, ticaret ve sanayiyi temsil ettikleri kabul edilmektedir. Beşinci katta, tıp ilmini simgeleyen birbirine dolanmış bir çift yılan kabartması, ikinci katta kucaklarında meyve sepeti taşıyan Venüs heykelleri, yapıda göze çarpan diğer figürlerdir.


Mimar Viktor Adamandidis – Ankara Han, Karaköy

Union hanın hemen bitişiğinde yer alır. 1912 yılında inşa edilmiştir. Bina Mongeri’nin Karaköy Palas’ına benziyor. Palas’ın cumbasız kısımlarıyla benzerlikler taşıyor. Karaköy Palas, Generali ve Ankara hanları arasındaki mimari tarz benzerliği barizdir.


Mimar Petros Adamandidis (Petraki Kalfa) – Sait Halim Haşa Yalısı, Yeniköy

Köybaşı caddesi No:117. Yalının ilk sahibi darphane yönetimini 6 kuşak boyunca sürdürmüş ermeni Düzyan ailesidir. Yalı 1876 yılında Mısır hidivi Mehmet Ali Paşanın oğlu  Mısırlı Prens Abdülhalim paşa tarafından satın alınmış. Paşa mevcut yalıyı yıktırarak yeniden yaptırmıştır.

Abdülhalim paşa’nın 1890 yılında vefatından sonra oğlu Sait Halim paşa  yalının sahibi durumuna gelmiştir. İttihat Terakki’nin birçok toplantısı bu yalıda yapılmıştır. Osmanlı-Alman ittifak antlaşması da bu yalıda imzalanmıştır. Bina 1968 de Turizm Bankasına geçmiş bir süre kumarhane olarak hizmet vermiş. 1995 yılında yandıktan sonra Başbakanlık konut evi olarak restore edilmiştir. Şu anda Yeniköy Turizm tarafından işletilmektedir. Yalının bir ismi de, bahçesinde Aslan heykeli olması nedeniyle Aslanlı yalıdır. Neo klasik bir mimariye sahip yalı geçtiğimiz yıllarda şaibeli bir yangının kurbanı olduktan sonra restore edildi.


Mimar Nikolaos Celebis – Hamidiye (Yıldız) Camisi, Yıldız

Yıldız Hamidiye Camii ya da Yıldız Camii Beşiktaş’ta Barbaros Bulvarı’nın kuzey kesiminde, Yıldız Sarayı yolu üzerindedir. Asıl adının Hamidiye olmasına karşılık daha çok Yıldız Camii olarak bilinmektedir. 



II.Abdülhamid tarafından 1885-1886 yılları arasında yaptırılmıştır. Gerek kitlesi ve plan şeması, gerekse dekorasyonu ile son dönem Osmanlı mimarisinin en tipik örneklerindendir. Cami, II.Abdülhamid’in Yıldız Sarayı’na yerleşmesinden sonra inşa edilmiştir. Caminin hünkâr köşkü ve harimi dikdörtgen plan üzerinde görsel bir bütünlük arz eder. Caminin küçük ve yüksek kubbesi, on altı penceresi olan çokgen bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Neogotik pencereler ve mukarnas dizisi cami kasnağına ayrı bir hava katmıştır. Kubbe bezemelerinde eşine pek rastlanmayan, mavi üzerine yıldız işlemeler ve hünkâr kasrındaki altın varak caminin zengin işlemelerine güzel bir örnektir. Ayrıca yapının minaresi, mukarnas şerefeli ve minare gövdesi tepeye kadar yivlidir.

Sultan II.Abdülhamid 1876 yılında tahta çıktığında kısa bir süre Dolmabahçe Sarayı’nda kaldıktan sonra Yıldız Sarayı’na yerleşir. Selefi Sultan V. Murad’ın tekrar tahta geçirileceği endişesini taşıyan Sultan II.Abdülhamid, saraydan uzak kalmamak için Cuma Selamlığı’nda kullanılmak üzere Yıldız Sarayı’nın Koltuk Kapısı olarak adlandırılan girişi önündeki yüksek set üzerine yeni bir cami inşa edilmesini ister. 1881-1885 yıları arasında inşa edilen ve bina nâzırlığını Başmâbeynci Osman Bey’in yürüttüğü yapının mimarı Dolmabahçe Sarayı Arşivi Evrak No: II / 989’da yer alan belgeye göre Ebniye-i Seniyye İdaresi’nde otuz yılı aşkın bir süredir çalışmış olan Nikolaidis Celebis Jelpuylo adında bir Rum mimardır. Osmanlı kayıtlarında Nikolaki Kalfa olarak da ismi geçen Nikolaidis Celebis Jelpuylo kendisine bu görev verildiğinde kısa bir süre içinde hazırladığı plan ve resimler ile birlikte caminin maketini hazırlayarak Sultan II.Abdülhamid’in beğenisine sunar. Sultanın oluru alındıktan sonra 21 Aralık 1881 günü caminin temeli törenle atılır. İnşaat keşif kayıtlarına göre 16890 lira harcama yapılarak inşa edilen caminin minberinin Bursa Ulu Câmii minberi tarzında olması istenir. Bu amaçla Bursa’ya bir fotoğrafçı gönderilip Ulu Câmi’deki minberin resmi çektirilir. Bursa Ulu Câmii’nin minberi Türk ahşap sanatının önde gelen örneklerinden biridir. Sultan II.Abdülhamid’in ahşap işçiliğine olan ilgisi nedeni ile Yıldız Sarayı’nda inşa ettirdiği Marangozhâne’de boş zamanlarında çalıştığı ve çeşitli eşyalar ürettiği bilinmektedir. Yıldız Câmii’nin hünkâr mahfilinin sedir ağacından yapılmış kafesleri de II.Abdülhamid’in elişçiliğidir. Bu nedenle böyle bir tercihte Sultan II.Abdülhamid’in etkisi olduğu açıktır. Ancak bu istek bilinmeyen bir nedenle yerine getirilememiş, ahşap olması istenen minber mermer olarak yapılmıştır. Oryantalist ve neogotik unsurların dönemin beğenisine paralel olarak seçmeci bir anlayışla uygulandığı yapının temelleri sağlam zemine kadar kazılmış ve 130 cm kalınlığında temel duvarları inşa edilmiştir. Harim bölümünün zeminden saçağa kadar 100 cm kalınlığındaki gövde duvarları kuzey ve güneyde üç, doğu ve batıda yedi ajur şebekeli olarak tasarlanmış neogotik üslupta dikdörtgen pencerelerle hareketlendirilmiştir. Pencerelerin üzerinde yatay dikdörtgen bantlar dolaşır. Cephe kornişleri üç sıra mukarnas ile zenginleştirilmiştir. Bütün pencere söveleri ile saçaklar beyaz Triyeste taşından imal olunmuştur. Cami girişinde yer alan anıtsal taç kapı biçiminde tasarlanmış öne doğru çıkıntılı yüksek tepelik mihrap cephesinde de tekrar edilmiştir. Yanlarda yer alan ve harim bölümünden alçak tutulmuş olan iki kitlesel kanat caminin ön cephesine hâkimdir. Yapının Yıldız albümlerindeki fotoğraflarına göre bu günkü cephesi büyük oranda değişmiş, ana girişle yan kanatların büyük ve geniş camekânlı sundurmaları sonraki tamiratlarda kaldırılarak düz merdivenlere dönüştürülmüştür. Selatin camilerinin genelinde görülen çift minare uygulaması Yıldız Camii’nde teke inmiştir. Caminin batı kanadı içinden yükselen zarif ince yivli minare mukarnas dolgu ile geçilen tek şerefeye sahiptir. Dikdörtgen planlı harim bölümü son cemaat yeri ile bütünleştirilmiştir. Harim bölümünün yüksek kasnaklı kubbesi mihraptan uzak girişe yakın olarak yerleştirilmiştir. Caminin bol ışık alması amacıyla kubbe kasnağına neogotik tarzda onaltı pencere açılmıştır. Çokgen bir yapıya sahip olan kubbe kasnağının kornişi bir mukarnas dizisi ile biçimlendirilmiştir. Kubbe içi ve mihrap önündeki tavan lacivert zemin üzerine işlenmiş yıldızlarla bezenmiştir. Câminin kubbe göbeğinde Besmele ile Necm Sûresi’nin ilk üç âyeti ve kuşakta da Mülk Sûresi yer alır. Yapma kûfi tarzında işlenmiş olan bu yazılar gazeteci Ebuzziya Tevfik’e (1848–1913) yazdırılmıştır. Kubbeyi destekleyen ayaklıklarla yükseltilmiş sekiz köşeli birer çift kolon giriş ve mihrap yönünde dilimli kemerlerle birbirlerine bağlanmaktadırlar. Taşıyıcı işlevlerinin yanı sıra iç mekana dekoratif bir zenginlik katan bu kolonlar dönemin yaygın mimari üslubu olan oryantalist anlayışı yansıtmaktadırlar. Bu oryantalist anlayış caminin iki katlı hünkâr köşkünde de görülmektedir. Hünkar köşkünün altın varak süslemelerin yer aldığı ikinci katı Sultan II.Abdülhamid’e ayrılmış olup burası üç basamaklı bir sahanlık ve kafesli bir pencere düzeneği ile harim mekanına açılmıştır. 

Yapımına 21 Aralık 1881’de inşasına başlanan cami, 1885 yılı Eylül ayı sonunda hizmete girer. Sultan II.Abdülhamid’in saltanatının sonuna kadar da çok gösterişli Cuma selamlıklarına sahne olur. Ermeni komitacıların 21 Temmuz 1905’de yapılan Cuma selamlığında Sultan II.Abdülhamid’e karşı düzenlediği bombalı suikast Yıldız Camii tarihinde ayrı bir öneme sahiptir. Patlamada tören alanında bulunan 26 kişi hayatını kaybederken 58 kişi de yaralanır. Cami çıkışında Şeyhülislam Cemalettin Efendi ile ayaküstü bir süre konuşması Sultan II. Abdülhamid’in saatli bombadan kurtulmasına sebep olur. Yıldız Camii avlusunun kuzeybatı köşesinde 1890 yılında inşa edilen saat kulesi yapı ile bir bütünlük içerisindedir. Yıldız Camii gibi oryantalist ve neogotik üslubun karması olan kule üç katlı olarak inşa edilmiştir. Köşeleri kırık kare bir plana sahip olan kulenin katları mukarnaslı kornişlerle birbirinden ayrılmıştır. Kule sivri dilimli bir kubbe ile örtülüdür. Kubbede dört yönde dilimli kemerli pencereler kullanılmıştır. Zemin katın her cephesinde üzerlerinde kitabe şeritlerinin yer aldığı sivri kemerli birer sağır pencere nişi kullanılmıştır. İkinci katın cephelerinde yer alan üç dilimli kemerlere sahip pencerelerin altına daire şeklinde gül pencereler yerleştirilmiştir. Gül pencereler üçüncü katta kaş kemerli pencereler üzerine alınmış ve bunlardan saraya dönük olan kuzey cephedeki pencereye saat konmuştur.

Mimar Markos G. Langas Eski Mezbaha/Kongre Merkezi, Sütlüce

Sütlüce Mezbahası, İstanbul’un modernleşme atılımlarının önemli bir örneği. Yapım tarihi 1923 olarak bilinen, döneminin ulusal mimari yansıtan binanın mimarları Ahmed Burhaneddin, Osman Fıtri ve Markos Langas. 1990’a kadar mezbaha ve et dağıtım merkezi işlevi gören bu yapı, kentte geleneksel yöntemlerle yapılan kesim işlerinin sağlık koşullarına uygun bir biçimde yapılmasını sağlamak ve denetlemek amacıyla açıldı. Aynı zamanda dünyanın ilk kentsel biyolojik atık su arıtma tesislerinden birine sahip olan mezbaha, soğuk hava deposu, laboratuvar, üretim işletim sistemi ile İstanbul’un önemli altyapı tesislerinden biriydi.



Mezbahanın kültür merkezine dönüştürülmesi ilk olarak Nurettin Sözen’in belediye başkanlığı döneminde projelendirildi. Projenin inşaat ihalesi 1997’de Recep Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminde yapıldı. 1998 yılında mezbaha yıkılarak merkezin inşaatına başlandı. Proje, Prof.Dr. Cengiz Eruzun tarafından tasarlandı. İhaleye göre 1999 Ağustos ayında tamamlanması gereken bina 2009 Mart ayında tamamlandı, kongre ve kültür merkezi haline dönüştürüldü.

Mimar Nikolaos Zikos – Aya Pandeleimon Kilisesi, Kuzguncuk

Kilise İcadiye Caddesi’nden yukarıya çıkarken sağdadır. Avlu kapısı mermerden yapılmış çan kulesinin altındadır. Kilise avlunun solundadır. Kitabeye göre kilise 1831 yılında yapılmıştı. Bir yangın sonrası 1890’da Mimar Nikolaos Zikos tarafından yeniden yapılmasına başlanmış ve 1892 yılında ibadete açılmıştır.  Kilisenin çan kulesi 1911 yılında eklenmiştir.



Mimar Velisarios Makropulos – Aya Triada Kilisesi (Y.Zahariadis ile), Kadıköy

Kadıköy Ayia Triada Rum Ortodoks Kilisesi, Caferağa Bahariye caddesi Nispetiye (Hacı Şükrü) Sokak No 17’de yer alır. 1902’de yapılmış binanın mimarları G.Zahariadis ve Belissarios Makropoulos’dur. Kilisenin adı Baba,Oğul ve Kutsal Ruh’a ithaf edildiği için Kutsal Üçlü’dür. 

Etrafı demir parmaklıklı alçak bir duvar ile çevrili olan kilise, kapalı Yunan haçı planlıdır. Orta mekanın üzerini, dört sütun üzerine oturan yüksek kasnaklı bir kubbe örter. Kubbenin altındaki pencere sayısı 12 havariyi temsilen 12 adettir. Kubbeyi dört yandan yarım kubbe destekler. Düzgün kesme taştan inşaa edilen kilisenin köşelerinde yuvarlak kemerli çan kuleleri yer alır.Yapının kuzey ve güney cephelerinde görülen pencereler geometrik motiflidir. Girişe sekiz basamakla ulaşılır.Dışa taşkın anıtsal giriş cephesi, yuvarlak geniş bir kemerin içinde yer alan kapı ve üzerindeki yuvarlak kemerli sütunlarla hareketlendirilmiş; kemerin üzerine de sivri bir alınlık oturtulmuştur. Ambon üzerinde dört İncil yazarı tasvir edilmiştir. Despot tahtı güneydoğudaki payenin önünde görülür. Apsis yarım kubbesinde Meryem Ana betimlenmiştir.  Kadıköy Ayia Triada kilisesi, neoBizans ve neoRönesans egemen olduğu bir tasarıma sahiptir. İç ve dış mekan temelinde ele alındığında yapı,eklektik üsluptadır. Kilisenin altında Bizans döneminde yaşamış günahkar bir kadın iken hıristiyan olup günahlarını bağışlatmak için manastıra kapanan Ayia Ekaterini’ye atfedilen bir ayazma mevcuttur.


Mimar Konstandinos Pappas – İkizevler / Barış Manço Müze Evi, Moda

İngiliz Mr.Dawson 1895-1900 yılları arasında oğlu ve kendisi için Moda Yusuf Kamil sokakta Mimar Pappas’a iki ikiz köşk yaptırmıştır. Oğlu için yaptırdığı köşk birkaç el değiştirdikten sonra 1967’de yerine apartmanlar yapıldı. Mr.Dawson kendi oturduğu köşkü de 1930’larda bir Alman aileye satarak İngiltere’ye geri döndü. Köşk birkaç el değiştirdikten sonra 1965 yılında Moda’nın tanınmış kişilerinden İngiliz James Frederick La Fontaine Whittall tarafından satın alındı. Uzun yıllar Whittall ailesinin konutu olan yapı 1984 yılında Barış Manço tarafından satın alınır ve restore edilir. Barış Manço’nun ölümünden sonra Kadıköy Belediyesince satın alınan bina müze eve dönüştürüldü. Viktoryen tarzında inşa edilmiş köşk cepheyi çevreleyen hareketli kilit taşları, ferforje çift kanatlı balkonları ile o zaman karakteristik özelliklerini taşır. F.E.Whittall’ın oğlu James Frederick La Fontaine Whittall’ın (1890-1981) sonradan oturduğu evdir. 

İkiz olan evlerden diğeri Dawson tarafından 1903’te Necip Çayser’e satılmış. Evin yeni sahibi Fransa’dan getirttiği ağaç ve çiçeklerle süslediği evin bahçesine geniş bir bahçe yaptırmış. Necip bey ölünce 1967 yılında yıkılarak yerine 38 daireli bir apartman yaptırıldı.

Mimar Konstandinos Pappas – Arif Sarıca Paşa Köşkü, Moda

Moda Caddesi üzerinde yer alır. Neoklasik üsluptaki yapı, rum mimar Konstandinos P. Pappas tarafından 1903 yılında inşaa edilmiştir. Sarıcazadeler, asker kökenli bir ailedir. Aile Beyoğlu’nda apartman ve pasajlar, Caddebostan’da köşkler yaptırmıştır. Sarıca ailesi, Moda’ya ilk yerleşen Türk ailelerinden biridir. Ailenin ünlü fertleri, II.Abdülhamit döneminde sarayda mabeynci olan Ragıp Paşa ve Yıldız Sarayı’nın doktoru olan kardeşi Arif Paşa’dır. 


Köşk, Moda Caddesi üzerinde geniş bir bahçe içindedir. Bodrum, zemin, üç normal kat ve çatı katından oluşan, zengin taş işçiliğine sahip Sarıca Arif Paşa Konağı, hem Arif Paşa’nın statüsüne yakışır bir konak, hem de bir aile apartmanı gibi tasarlanmıştır. Cadde cephesindeki, iyonik başlıklı yüksek dört sütunlu, mermer korkuluklu anıtsal girişi, yarım ay şeklinde, kenarları mermer kaplı parke mozaiklerden yapılmış yolla, cadde üzerindeki  kapıya bağlanır. İçteki kapıya çıkılan merdivenler, Roma işlemeli tırabzan ve korkuluklarla desteklenmiştir. Arif Paşa, köşkte zemin katta cadde cephesinden girişi olan bölümde yaşamıştır. Bahçe içindeki ikinci kapıdan ulaşılan diğer katlar ise ailenin diğer üyeleri tarafından kullanılmıştır.. Moda Caddesi’nin genişletilmesi sırasında konağın girişin önündeki boşluk yola katılarak, yapının bahçe içindeki konumu bozulmuştur. Konakta bugün, Arif Paşa’nın torunu olan dünyaca ünlü piyanistimiz Ayşegül Sarıca ikamet etmektedir.


Mimar Kaludis Laskaris – Splendid Oteli, Büyükada

Splendid Palas, Büyükada’da, 23 Nisan Caddesi üzerindedir. Daha önce aynı arazide Giacomo Oteli’nin yer aldığı ve caddenin adının da Giacomo Caddesi olarak anıldığı bilinmektedir. Otel, yanarak ortadan kalkmıştır. Bugün Splendid Oteli’nin giriş bölümünde yer alan Grek kadın heykeli, Giacomo Oteli’nden kalmadır. Geniş bir alanı kaplayan yapı, Sakızlı Kazım Paşa tarafından, Rum Mimar Kaludis Laskaris’e, 1911 yılında otel olarak yaptırılmıştır. Art Nouveau tarzından belli ölçüde esinlenilmiş olsa da, odaların çevrelediği aydınlık iç avlusu ve avlu etrafındaki sütunlarıyla, otelin mimari tasarımındaki doğu/batı sentezi açıkça görülür.

Dört katlı, ahşap yapıda, bir de bodrum katı vardır. Bodrumda, mutfak, sıcak ve sağuk kalorifer kazanları, soğutma dolapları, kiler, kuaför salonu, sağında da yemek salonu yer almaktadır. Oturma salonunun duvarını F. Dubreuil, giriş salonunun duvarlarını J. Saville ve Ratzkowski, yemek salonunun duvarlarını ise Ratzkowski ve H. Mocel gibi Batılı ressamların tabloları süslemektedir. Otele giriş merdiveninin her iki yanında yaz bahçesi ve bir de resim galerisi, merdivenden çıkınca, ana giriş kapısının her iki yanında yemek terası yer almaktadır.
1908 yılında başlayan Otelin yapımı, 1911’de tamamlanınca Beyoğlu’ndaki ünlü Tokatlıyan Oteli’ndan Dikran, Tavit ve Onnik adlarındaki üç garson oteli kiralamışlardır. Otel, onlar tarafından döşenmiştir. Otelin bütün mübilyaları İstanbul’daki Austro-Ottoman mobilya fabrikasından, hasır koltuk takımları Lion’dan, “DDO” monogramlı bütün çatal bıçak ve gümüş yemek takımları Paris’teki ünlü Christophl firmasından ve kristal bardak, bardak takımları, havlu ve battaniyelerle diğer tüm eşyaları da Avrupa’dan getirtilmiş, ayrıca bütün dünya içkilerini içeren bir de kav oluşturulmuştur.

İşletmeye açıldığında, Splendid’in birinci katına gaz motoru ile çalışan bir jeneratör konmuştu. Büyükada’da henüz elektrik yokken, asansör dahil, otelin aydınlatılması ve kuyulardan su çekilmesi gibi işler bu jeneratörler aracılığıyla yapılmaktaydı. Splendid Oteli’nde dönemin ünlü orkestraları çalar, önemli sanatçılar tarafından verilen konserler dinlenirdi. Her hafta sonu Avrupa Geceleri düzenlenirdi.

Otel Kazım Paşa’nın ölümü ile kızı Nazire Toköz’e (1940), onun da ölümü ile torunu Belma Hatice ve eşi Nihat Hamamcıoğlu’na (1977) geçti. Oteli 1957 yılından bu yana Hamamcıoğlu ailesi işletmektedir. Bugün 134 misafiri ağırlayabilecek 70 oda ve 4 süitin yanı sıra, açık ve kapalı mekanda 90 kişiye yer sağlayan bir restorana da sahiptir.

Mimar Niko Kefala – Akasya (Calypso) Oteli, Büyükada

Büyükada’nın en nezih mekanlarından Calypso Otel 1934 yılında Akasya adını almış. Hatta adını Atatürk’ün koyduğuna dair rivayetler de konuşulur. Akasya Otel bir yangında yok oluncaya kadar hizmet vermiş. Ada’nın olduğu kadar İstanbul’un da en gözde yerlerindenmiş. Burası da o yangından sonra restoran-bar olarak açılmış. İsmi de otelin anısına Akasya olmuş. Sonra Akasya cafe kapanmış. Yıllarca başka isimlerle, başka işletmeler devralmış. 


Anadolu Kulübü’nün bitişiğindeki Hotel Calypso ya da Akasya otelinin önemli misafirleri arasında, Yunan Başbakanı Elefterios Venizelos (1930) ve Arnavutluk Kralı Zog (1934) yer almaktadır. Otel bugün konut olarak kullanilmaktadir. Akasya Otel 1979’da çıkan bir yangında yok olunca aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş.
Mimar Konstandinos Dimadis – Sivastopol Köşkü, Büyükada

Yıkık Sivastopol Köşkü (Troçki’nin evi) Büyükada Çankaya Caddesi’nden kuzey sahiline uzanan Hamlacı Sokağı’nda, bakımsız bahçesi içerisinde ayakta durmaktadır. Leon Troçki ise Rusya’dan sürülmesinin ardından, otobiyografisini ve Rus Devrim Tarihi adlı kitabını yazdığı Büyükada’da, 1929-33 yılları arasında yaşamıştır.
Troçki Büyükada’yı 17 Haziran 1933 tarihinde terketti ve bir daha da buraya geri dönmedi. Adadaki tecriti dışında, Troçki buradaki sürgün günlerinden keyif alıyormuş gibi görünüyordu. Bunun kanıtı olarak, adadan ayrıldığı gün not defterine yazdığı şu cümleler gösterilebilir: “Dört buçuk sene oldu. Ayaklarımın Büyükada’ya iyice kök saldığına dair garip bir his var içimde.”


Peki koskoca Ekim Devrimini yöneten 3 kişiden biri olan Lev Davidoviç Troçki’nin Büyükada’da ne işi vardı? Hikaye aslında tüm devrimlerin bir özeti gibi. 1917-1924 arası Kızılordu komutanlığı yapan ve Beyaz Ruslara karşı acımasızlığı ile bilinen Troçki, Lenin’in ölümünden sonra Stalin’le girdiği iktidar mücadelesini kaybeder ve ilk olarak 1929’da İstanbul’a sürgüne yollanır. Ancak iç savaş yıllarında  Rusya’dan kovduğu Beyaz Rusların önemli bir kısmı da İstanbul’dadır. Talat Paşa gibi bir suikaste kurban gitmekten korkan Troçki en güvenilir yer olarak gözlerden uzak Prinkipo’ya (Büyükada) yerleşir ve aralıklarla tam 4,5 yıl Büyükada’da kalır. Büyükada’da kiraladığı Arap İzzet Paşa köşkü hem karadan hem denizden korunaklı bir yerdedir ve Türk hükümeti de bu davetsiz misafirin başına bir şey gelmemesi için azami dikkat gösterir. Troçki teorik olarak hayatının en verimli yıllarını İstanbul’da geçirir. İhanete Uğrayan Devrim, Sürekli Devrim, Sanat ve Edebiyat gibi başyapıtlarını İstanbul’da yazdı. Ayrıca Rusya’daki taraftarlarıyla bağlantısını asla koparmadı. Stalin’in ajanlarına rağmen pes etmedi ve mücadelesini sürdürdü. Bu faaliyetlerinden rahatsız olan Sovyet ve Türk hükümetleri onu yeniden sürgüne zorladılar. 1933 yılında ayrıldığı Büyükada’dan sonra kısa sürelerle İsveç ve Fransa’da ikamet etti. Ancak Stalin peşindeydi ve nihayet Meksika’ya hicret etmek zorunda kaldı. Bu yılmak bilmez mücadele adamı orada da boş durmadı ve küresel bazda örgütlenme çalışmalarını sürdürdü. Ta ki 1940 yılında bir ajan tarafından buz baltasıyla katledilinceye kadar. Bugün Meksika’daki evi dünyanın dört bir yanından ziyaretçi akınına uğrayan bir müzeye dönüşmüştür


Periklis Fotiadis – Ruhban Okulu, Heybeliada

Heybeliada Ruhban Okulu, Sultan Abdülmecit’in iradesiyle teoloji okulu olarak 1 Ekim 1844 tarihinde açılmıştır. Mevcut bina ise 1895 yılında Mimar Periklis Fotiadis tarafından tasarlanıp inşa edilmiştir.  1971 yılında Anayasa Mahkemesi’nin, Özel Öğretim Kurumları Yasası’nın bazı maddelerini iptal etmesi neticesinde Heybeliada Ruhban Okulu’nunun yüksek kısmı kapatılmıştır.


Rum Patrikhanesi’ne bağlı olan HRO’nun kapatılma amacı aslında, o günkü dış politik etkenlere özellikle Kıbrıs’a bağlı olarak, çöken Doğu Roma İmparatorluğu’ndan Osmanlı İmparatorluğu’na, buradan da Türkiye Cumhuriyeti’ne intikal eden; tarihimizin en eski ve belki de, insanlık tarihinin Vatikan Katolik Kilisesi ile birlikte en eski ikinci yaşayan kurumu olan Patrikhane’nin din adamı ihtiyacının önünün kesilerek, faaliyetinin durdurulmak istenmesidir.


İstanbul’daki ilk kilise MS 37 yılında 12 Havari’den biri olan Aziz Andreas tarafından kurulmuştur (o yüzden her yıl 30 kasım günü Patrikhane tarafından Aziz Andreas Günü adıyla kuruluş yıldönümü olarak kutlanmaktadır). Ortodoks Patrikhanesi MS 330 yılında, bağımsız bir başpiskoposluk olmuş ve Hıristiyan konsilleri kararıyla “ekümenik” (üzerinde insan yaşayan her yer) olarak adlandırılmıştır.

9. yüzyıldan itibaren Patrikhane, Katolik Papalık ile çatışmaya başlamıştır. 1054 yılında, her iki kilise karşılıklı olarak birbirlerini aforoz etmişlerdir. 1204 yılında 4. Haçlı Seferi sırasında İstanbul’un Katolikler tarafından işgal edilip, yağmalanması sonucunda ilişki tamamen kesilmiştir. 1453 yılında Fatih Sultan Mehmed, II.Gennadios’u Patrik olarak seçmiş ve Rum Milleti’nin başı tayin etmiştir.

Kurtuluş Savaşı’nın ardından, Ankara Hükümeti’ni temsil eden Türk heyeti Lozan’da müttefiklerle yapılan müzakerelerde, savaş sırasında izlediği düşmanca tutum nedeniyle Patrikhane’nin Türkiye dışına çıkarılmasını talep etmiştir.

Başta İngiltere olmak üzere müttefiklerin bu talebe karşı çıkmaları ve neticede bu nedenle müzkerelerin kilitlenmesi üzerine Türkiye, Patrikhane’ye Osmanlı padişahları tarafından verilmiş bulunan geleneksel siyasi, idari, hukuki hak ve imtiyazların elinden alınıp, faaliyetinin sadece dinî işlerle sınırlı kalması kaydıyla ülkede kalmasına razı olmuştur. Daha sonraları İsmet İnönü, bir Yunanlı gazeteciyle 1972 yılında yaptığı bir söyleşide Patrikhane konusunun Venizelos’un Lozan’daki tek zaferi olduğunu söylemiştir. Bu arada “ekümenik” sıfatı Hıristiyan konsili tarafından verilmiş olduğu için bu sıfatı geri almak mümkün olmamıştır.

Her ne kadar Patrikhane konusu Lozan Barış Antlaşması (resmî adı Yakın Doğu Sorunları Üzerine Lozan Konferansı)’nda yazılı olarak geçmese de, Türkiye tarafından imzalanan tutanaklarla bu konu resmen kabul edilmiş bulunmaktadır. Ayrıca Lozan Antlaşması’nın 42/3 maddesi uyarınca Türkiye, Müslüman olmayan azınlıklara ait kiliselere, mezarlıklara, sinagoglara ve diğer din kurumlarına tam bir koruma sağlamayı taahhüt etmiştir.

Lozan’dan sonra, Patrikhane’nin, yaklaşık 400 yıldır oturmakta olduğu Fener’de ikametine izin verilmiş ve yine, yaklaşık 1700 yıldır (ab antique) yani eski zamanlardan bu yana sahip olduğu ruhani yetkilere dokunulmamış, hatta Lozan Antlaşması’yla bu yetkiler teminat altına alınmıştır.

Lozan Antlaşması’ndan bu yana Türkiye, başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi olmak üzere, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi gibi din özgürlüğünü korumayı da temel alan ve sözkonusu koruma ve teminatı, Anayasamızın 90. maddesine göre iç hukukumuzun üzerinde sayan birçok sözleşmeye imza atmıştır.


Periklis Fotiadis – Sabuncakis Köşkü, Büyükada


Büyükada’da, Maden semtinde, Yılmaz Türk Caddesi’nin doğu (deniz) tarafında yer almaktadır. II.Abdülhamid dönemi (1876-1909) zenginleriııden Yorgi Sabuncakis Efendi tarafından 1904’te inşa ettirilen köşkün ta­sarımını Atina Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Fotiadis, in­şaatını da Simota Kalfa üstlenmiştir. Bir bodrum kat ile iki esas kattan meydana ge­len kagir köşkün tasarımı eski Yunan kay­naklı neoklasik üslubu yansıtmakta, bazı mimari ayrıntılarında ve bezeme progra­mında, Y. Sabuncakis’in mensup olduğu masonluğun simgeleri dikkati çekmektedir.


Bir tür yazlık mason locası şeklinde dü­şünülen köşkün ana girişi, arsanın eğimin­den ötürü birinci (üst) katta yer almakta, cadde kotundaki bir köprü birinci katın önündeki (batısındaki) terasa ulaşmakta­dır. Cephenin ortasında ileri doğru taşan ve yapıya bir antik Yunan tapınağı görünü­mü kazandıran teras, Korint başlıklı dört sütuna oturan üçgen bir alınlık (fronton) ile taçlandırılmıştır. Köşelerdeki sütunlar kare, diğer ikisi daire kesitlidir. Sütunlara, oturan lentonun sol köşesine yeni rakam­larla, sağ köşesine de eski rakamlarla köşkün inşa tarihi (1904) yazılmış, damlalık ve yumurta frizlerinin çerçevelediği frontonun üst kesimine, çevresine ışıklar sa­çan bir göz tasviri yerleştirilmiştir. Ayrı­ca frontonun köşelerine küçük akroterler, tepe noktasına da, üzerinde bir akroter bulunan ve sembolik kabartmalar içeren, sivri kemerli bir tür stel kondurulmuştur. Stel in alt kısmında yan yana beş adet akasya ağacı sıralanmakta, bunun üzerin­de, antitetik konumda, taçlı bir erkek ile bir kadın figürü, aralarında bir kovan ile bir arı kabartması teşhis edilmektedir. Köş­kün dış kapılarında da dökümden mamul arı kabartmaları vardır. Sabuncakis Köş­kü, caddeden algılanabilen bu ilginç un­surlarından dolayı halk arasında ”Arılı Ev”, “Gözlü Ev” ve “Köprülü Ev” adlarıyla ta­nınmıştır.

Köşkün batı cephesindeki teras yanlara doğru balkonlarla uzatılmış, gerek teras gerekse de balkonlar, kare kesitli payelere oturtulmuştur. Sıvalı olan cepheler kat ara­sı silmeleri ile üç kesime ayrılmış, köşe­ler Korint başlıklı pilastrlar ile belirlenmiş, saçak silmesi birer damlalık frizi ve yumur­ta frizi ile zenginleştirilmiştir. Dikdörtgen açıklıklı kapı ve pencerelerin üzerinde ba­sık kemerli alınlıklar yer almaktadır. Bi­rinci katta, girişin ekseninde büyük boyut­lu, dikdörtgen planlı bir salon bulunur. Sa­lonun tavanının ortasında, sekizgen prizma biçiminde bir kasnağın üzerinde ahşap bir kubbe yükselmekteydi. Gökkubbeyi tem­sil eden bu mimari öğenin iç yüzeyi mavi boyalı olup kubbenin merkezinde dört ana yön ile dört ara yöne işaret eden yazılarla üç tane kırlangıç resmi bulunmaktaydı. Ay­rıca kasnağı kuşatan aynalı tonozun yüzey­lerinde eski Mısır, Asur-Finike, Yunan-Roma ve Hindu mitolojilerinin kutsal üçlü­leri resmedilmiştir. Köşkün, tasarımında ve sembolik nitelikli bezeme programında odak noktasını oluşturan bu tonoz-kasnak-kubbe kuruluşu 1971’de çıkan bir yangında ortadan kalkmıştır.

Yılmaz Türk Caddesinde (Maden) 2112 m2.lik bir alanda yer alan 23 numa­ralı üç katlı bahçeli köşk, Büyükada’nın «Beyaz Sarayı» denilebilecek kadar zarif bir mimariye sahiptir. Yapım tarihi 1904 olan ve halk arasında «Gözlü Ev», «Köp­rülü Ev», «Arılı Ev» olarak da anılan köşk, II. Abdülhamid sarayı mensupların­dan Halep’li Yorgi Sapuncakis Efendi tarafından Atina Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Fotiadis’e Grek tarzında kagir olarak inşa ettirilmiştir. Yapının kalfası Simota’dır. Sapuncakis’ten Bayan Anastasiadis’e, on­dan da hazineye geçen (1924) köşk, daha sonra Selanik Mevlevi Şeyhi Ali Eşref Bey’in oğlu ve Sadreddin Bey’in eşi Mu­zaffer Hanıma (Bağrım) (10 Kasım 1930) geçmiştir. 1959’da ifraz gören köşk, 1095 m2’ye inmiştir. 1972’de büyük bir yangın geçiren köşk, bugünkü şekliyle onarım görmüştür.

Binanın iki dış kapıları üzerinde demir dökümden yapılmış 16 arı vardır (ön kapıda 10, yan kapıda 6). Binanın girişin­de taşıyıcı nitelikte olan ikisi yuvarlak, iki­si dikdörtgen dört sütundan başka, alt katta da üst balkonu taşıyan dikdörtgen dört sütun bulunmaktadır.

Kapı önü çıkıntısının üzerinde bir üçgenin çizilmiş olduğu görülür. Üçgenin içinde bir göz resmi vardır ve gözün çevresinde ışığın parıldadığını ifade eden çizgiler bulunmaktadır. Üçgen üstünde bir levha ve levhanın üst bölümünde bir ar ilgi çekmektedir. Yapıdan girildiğinde büyük dikdörtgen salon tavanının orta­sında eskiden 8 pencere ile aydınlatılan ahşap bir kubbe bulunmaktaydı. Kubbe­nin tam ortasında doğu, batı, kuzey ve gü­neyi gösteren rüzgâr gülü ve uçuşan üç kırlangıç resmedilmişti. Kubbenin iç duvarları gök mavisi rengindeydi. Kubbe­nin altı bölümünde dört ayrı inanışı sim­geleyen freskler bulunuyordu. Salona giriş kapısı tarafındaki duvarda Jüpiter, Apollus ve Mars canlandınlmıştı. Jüpiter resminin yanında daha küçük harflerle parantez içinde (yapıcı), Apollus adı ya­nında parantez içinde (koruyucu) ve Mars’ın yanında ise, yine parantez içinde (yıkıcı) terimleri yazılmıştı. Bu yazıların altında daha küçük yazılarla Yunan-Romen üçlüsünün simgesel resimleri ibaresi okunmaktaydı. Tam karşı duvarda Baal Charnin (yapıcı), Azerbaal (koruyucu), Asdraubal (yıkıcı) yazıları okunmakta ve altında Asur-Finike üçlüsünün simgesel resimleri ibaresi yer almaktaydı. Sağ du­vardaki resimde Ammon (yapıcı), Apis (koruyucu), Osiris (yıkıcı) yazıları bulun­maktaydı. Sol duvardaki resimde ise, Brahma (yaratıcı), Vişnu (koruyucu) ve Siva (yıkıcı) yazıları yer almakta ve altında da Mısır-Teb üçlüsünün simgesel resimle­ri ibaresi okunmaktaydı. Bu fresklerin fo­nu gök mavisi olup çeşitli tonda mavi çi­çeklerle çerçevelenmişti. Tanrılarda ege­men renkler kırmızı, turuncu ve kahve­rengiydi.

Binanın giriş kapısının üstünde büyükçe bir taş gözükür. Taşın üzerinde 5 akasya ağacı bir erkekle bir kadın, bir arı kova­nı ve bir arı ilgiyi çekmektedir. Erkeğin başında taç vardır.


Mimar Hristos Dimadis – Peuçak Köşkü / Büyükada



Mimar Hristo Yovanidis – Tripo Köşkü, Büyükada

Yılmaztürk Caddesi No:107 Büyükada-Maden. Mesken amaçlı olarak Osmanlı döneminde inşa edilmiş. Mimar Hristo Yovanidis’in  1879 tarihinde  tasarladığı köşk iki katlı, bodrumlu ve bahçeli bir yapı.




Mimar Ahilleas Policis – John Avramidis (Con Paşa) Köşkü / Büyükada


Büyükada Çankaya Caddesi No:78 adresindeki köşk Osmanlı döneminde mesken olarak yapılmış. Bahçeli ahşap yapı mimar Ahilleas Policis’in tarafından eklektik üslupta tasarlanmış.

Köşkün yan cephesi

Mimar Nikola Gırgırcı – Demircibaşyan Köşkü, Büyükada

Bir dönem “Villa Sans Souci” adıyla da anılmış olan üç katlı, bahçeli ahşap köşkü, Levan Demircibaşyan yaptırmıştır. Mimarı: Gırgırcı Nikola Kalfadır. Büyükada Maden bölgesinde Çınar Meydanı No:4 adresindeki köşk 19. yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır. 



Kaynakça

Hasan KURUYAZICI http://www.mimarlikmuzesi.org/Gallery/batililasan-istanbulun-rum-mimarlari_64.html

http://www.adalarmuzesi.org

Tarih Boyunca İstanbul Adaları

http://informadik.blogspot.com.tr/2015/04/batllasan-istanbulun-rum-mimarlar-ve.html

Yorumlar kapatıldı.