Dr. Ömer Uluçay / info@adanamedya.com
Türkiye Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletler Teşkilatının kurucu üyesidir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini imzalamıştır (1949). Merkezi olarak Başbakanlığa bağlı İnsan Hakları Başkanlığını ve il-ilçelerde teşkilatını kurmuş ve kurullarını oluşturmuştur. İnsan Hakları konusunda ulusal ve uluslar arası alınan karar ve uygulamalar buradan takip edilmektedir. Ayrıca Kurum, eğitim ve kontrol, yayın yapmakta ve raporlar yayınlamaktadır. Bunun yanında sivil örgütlenmelerin İnsan Hakları konusunda Dernek ve Vakıfları da işlev görmektedir.
*
Prof.Dr. Baskın Oran[1],”Türkiye’de azınlıklar” konusunda kapsamlı bir çalışma yayınlamıştır.
Azınlık Ne Demektir?
1) Geniş (sosyolojik) açıdan: Bir toplulukta sayısal bakımdan azınlık oluşturan, başat olmayan ve çoğunluktan farklı niteliklere sahip olan gruba azınlık denir. Bu, azınlığın en genel tanımıdır ve buna eşcinseller de girer.
2) Dar (hukuksal) açıdan: Bir azınlığın olduğunu kabul edebilmek için gerekli nitelikler:
a) Çoğunluktan çeşitli bakımlardan farklı olmak. Bu farklar günümüzde “etnik, dinsel, dilsel” olarak ifade edilmekte.
b) Ülke genelinde sayıca azınlık olmak.
c) Başat (dominant) olmamak.
d) Yurttaş olmak.
e) Bir de öznel koşul vardır: Azınlık bilincinin varlığı. Nasıl ki sınıf bilinci olmadan sınıf olmaz, farklı olduğunun bilincine varmayan ve bu farklılığı kimliğinin vazgeçilmez koşulu saymayan birey veya grup da azınlık oluşturmaz.
Azınlık Kimliği Nedir: Azınlık-Devlet İlişkileri
1) Bireysel kimlik-grup kimliği
2) Objektif kimlik-sübjektif kimlik
3) Alt-kimlik – üst-kimlik
Azınlıklar açısından en önemli kimlik sınıflandırması budur.
Alt-kimlik, esas olarak, bireyin içinde doğduğu grubun kimliğidir ve dolayısıyla da objektif kimliğe denk düşer. Bununla birlikte, özellikle de gelişmiş toplumlarda, bireyin çok sayıda alt-kimliği olabilir ve bunların mutlaka etnik ve dinsel olması şart değildir.
Üst-kimlik ise vatandaşlığa (anayasal vatandaşlık) denk düşer ve ulusal bütünleşmeyi sağlamak amacıyla devletin vatandaşına empoze ettiği kimliktir.
Çağatay Okutan[2]: Teorı Ve Uluslararası Metinlerde Azınlık Tanımı adlı çalışmasında bu konuda önemli bilgiler vermektedir:
“İnsanları birbirlerine bağlayan çok sayıda benzerlik vardır: Dil, din, ırk, meslek, cinsiyet, yaş, sosyal sınıf, yaşam tarzı, cinsel tercih vb. Bu kriterler aynı zamanda etnik kimliğin de ifadesidir. Ancak, bir grubu etnik bir grup olarak nitelendirebilmek için, birleştirici unsur olarak kabul edilen benzerliğin bilincine varılması, kamusal veya özel alanda, kendi içinde veya diğerlerinin huzurunda farklılığını açığa vurması ve “diğerleri”nin de kabulü gerekir.
“Ulusal azınlıklar, “köklü tarihsel ve kültürel” farklılığa sahiptirler ve “güçlü bir toprak temeline” dayanmaktadırlar. Tarihsel olaylar nedeniyle “sınırın yanlış tarafında” kalmışlardır. Bu durumda ulusal azınlıklar için önerilebilecek üç seçenek vardır: Sınırların değiştirilmesi, göç ve yerel özerklik. Bir ulusal azınlığın üyeleri bir bölgede toplu halde bulunabilecekleri gibi, çok dağınık bir halde de olabilirler. Bu nedenle aynı bölgede yaşama, ulusal azınlığın tanımlanmasında mutlaka temel alınması gereken bir kriter değildir. Önemli olan farklı bir ulusal kimliğin varlığıdır”.
*
Ulusal Veya Etnik, Dinsel Veya Dilsel Azınlıklara Mensup Olan Kişilerin Haklarına Dair Bildiri
(Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 20 Aralık 1993 tarihli ve 47/135 sayılı kararıyla ilan edilmiştir). Dokuz Maddeden oluşan bu bildirinin, Konu Başlıkları listelenmiş ve ayrıntılar-yapılacaklar açıkça sıralanmıştır,
Madde 1- Azınlıkların korunması
1. Devletler, kendi ülkeleri üzerindeki azınlıkların varlığını ve ulusal veya etnik, dinsel veya dilsel kimliklerini korur ve bu kimlikleri geliştirmeleri için gerekli şartların oluşmasını teşvik eder.
2. Devletler bu amacın gerçekleştirilmesi için gerekli yasal ve diğer tedbirleri alır.
Madde 2- Azınlıklara mensup olan kişilerin hakları
Madde 3- Örgütlenme özgürlüğü; hakları kullanmaktan ötürü zarara uğramama
Madde 4- Devletler tarafından alınacak tedbirler
1. Devletler gerektiği takdirde, azınlıklara mensup olan kişilerin bütün insan haklarını ve temel özgürlükleri hiç bir ayrımcılığa maruz kalmadan tam ve etkili bir biçimde ve hukuk önünde tam bir eşitlik içinde kullanabilmelerini sağlayacak tedbirler alır.(
Madde 5- Ulusal politikalar ve planlar
Madde 6- Bilgi alışverişi ve güven-artırma
Madde 7- İşbirliği yapma ödevi
Madde 8- Devletlerin egemen eşitliği, ülke bütünlüğü ve siyasal bağımsızlıklarına dair prensiplerin korunması
Madde 9- Birleşmiş Milletlerin rolü Birleşmiş Milletler içindeki uzman kuruluşlar ve diğer örgütler, kendilerinin ihtisas alanlarına girdiği ölçüde, bu Bildiri’de yer alan hakların ve prensiplerin tam olarak gerçekleştirilmesine katkıda bulunurlar.
*
Etnisite ve Hakları
Günümüzde kan bağına dayalı (ırkçılık) bir etnisite ileri sürmek artık pek mümkün değildir. Aynı atadan-kökenden geldiklerini varsayanlar arasında bile, evlenme, göç ve kültürleşme yoluyla saflık yitirilmektedir. Örf ve adet, yaşama biçimi, hatta lisan değişmektedir. Bunun yerine, grup özellikleri kısmen genişlemiş ve daha çok kültürel anlam kazanmış “etnisite” terimi kullanılmaktadır. Bu kan-bağına dayalı kavmiyetçilikten ayrıdır ve daha çok kültüreldir.
Etnik gruplar, her türlü kültür farklılıkları ile diğerlerinden ayrılan sosyal gruplardır. Bazı ülkelerde onlarca, bazılarında ise yüzlerce etnik grup bulunabilmektedir. Bu gruplar aynı devletin vatandaşları olarak eşit hak sahibidirler ve birlik, bütünlük içinde yaşamakta ve kültürel varlıkları devletçe korunmaktadır. Kültürler arasında ortak bir etkileşim vardır.
Birleşmiş Milletler, vatandaşlar arasında etnik asimilasyon ve tekleşmeyi önlemek bakımından etnisite ve azınlık Hakları başlığı altında bir bölüm açmış ve devletlerin buna uymalarını öngörmüştür. Etnisite ve Azınlık Hakları Bildirisi ilan edilmiş ve bunlar İnsan Hakları olarak kabul edilmiştir. Hukuk Devletinde bunların korunma ilkeleri belirlenmiştir.
Etnisite, “milliyetçilik”ten de siyasetten de ayrıdır. Aslında aynı unsurları barındırır, fakat sayı bakımından azdır. Milletçilik bağı siyasaldır ve egemenlik ile ideal içerir.
Fransız İhtilalinden (1789) sonra, “ulus-devlet” ilkesine göre devletler kurulmuştur. Bu sistemde, bir kavim-millet egemen olmuş ve toplumsal-resmi sistem onun tercihine ve hâkimiyetine teslim edilmiştir. Bu milletler de, birlikte ve aynı sınırlarda yaşayan, vatandaş olan “öteki”lere yaşama hakkı tanımamış ve onları asimile etmeye (kaybolmaya-eritilmeye) mahkûm bırakmaktadır.
İmparatorlukların yıkılmasıyla oluşan bu yeni siyasal sistem ve devletler, kısa zamanda içsavaşlara sahne oldular. Böylece devletin parçalanması veya azınlığın kırılmasına neden oldu. Bunun üzerine ara modeller-geçiş sistemleri bulundu: Özerklik ve Federal Devlet.
Postmodern dönemde, azınlıklar ve etnisite önemli siyasal bir sorun oluşturdu. Her devlette bunlar vardır. İnsan Hakları Hukuk çerçevesinde bunlar bir güvenceye kavuşturuldu. II. Dünya Savaşından sonra kurulan Birleşmiş Milletler Teşkilatı, Evrensel İnsan Hakları Bildirisi ile bunun takipçisi oldu. Daha sonra Bildiri genişletildi ve kurulan uluslar arası Örgütler bu hakları geliştirdi ve kontrolünü zorunlu gördü, kurallara bağladı ve sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesini kurdu.
Yugoslavya ve Lübnan’da azınlık gruplar arasında iç savaş oldu ve ayrı devletler de kuruldu. Dolayısıyla Azınlık-etnik hakların “mikro-milliyetçilik”lere ve dolayısıyla devletlerin parçalanmasına neden olacağı tartışıldı. Ne var ki azınlık-etnik hakları güvenceye alınmış devletlerde iç çatışmalar durdu. Buna karşın, azınlıklara verilmiş hakların güncel olmadığı devletlerde iç-çatışma devam etmektedir.
II
John Milton Yinger[3] üç unsura göre Etnisiteyi tanımlamaktadır:
1. Etnik Grup; toplumda başkaları tarafından; dil, din, soy, geldikleri memleket ve başka kültürel özellikler nedeniyle diğerlerinden ayrılmakta ve “farklı” görülmektedir.
2.Grubun üyeleri de, kendilerini bu “farklı gruba” ait-dâhil bilirler(addederler-aidiyet).
3.Grubun kültürel özelliklerini benimser, etkinliklerine katılır, korur ve yaşarlar. Ortak destan ve mitolojik anlatımlar, grubun üyelerinde ortak bir heyecan oluşturur.
Üyelerin eğitim durumları başta olmak üzere bunların etkinlik derecesi farklıdır.
Irk terimine karşı etnisite daha geniş bir kavramdır. Bir toplumsal yapıdaki özelliği, bireylerin bir özel grupla özdeşleşmesini, grup siyasallığını, bireylerin gruba aidiyetini ifade etmek üzere ortaya atılmıştır, ancak ırk terimini gizlemekle suçlanmıştır.
Genel olarak etnik; kendinin bilincinde olan, fakat uluslararası düzeyde egemen siyasal bir bütünlük olarak tanınmayan tarihsel bir ortaklaşmaya aidiyet olarak tanımlanmaktadır. Örneğin İran, Hindistan, Rusya, ABD, İngiltere’de yüzlerce; Fransa’da onlarca ve Türkiye’de ise 30 civarında etnik grup bildirilmektedir.
Etnik gruplar, tarihsel ve kültürel kimlik yapısı olarak siyasallaşır. Ayrıca; yurttaşlık, ayrımcılık, ırkçılık, ayrılıkçılık, eşitlik, soykırım, toplulukçuluk, çokkültürlülük, öteki, kültür, ulus, uyrukluk, dil, soy, akrabalık, din, sömürgecilik, kölelik, azınlıklar gibi kavramlarla yakından ilişkilidir.
Sosyologlar arasında etnisite giderek, çoğulculuk, asimilasyona karşı siyasal isyan, eşitsizlik ve ayrımcılığa karşı dayanışmayı anlatır olmuştur.
Sosyoloji bilimi açısından, objektif bakışla ele alındığında etnik grup, diğerlerinden önemli farklılıklara sahip topluluğu ifade eder. Yani yaşayış ve kültür özellikleri bakımından diğerlerinden farklı öğelere ve uygulamalara sahip topluluk “etnik grup” olarak tanımlanır.
Ancak bir ya da birkaç özelliği ile diğerlerinden farklı olması bir grubu “etnik grup” olarak nitelemeye yetmez. Bu farklılıkların topluluğun yaşam ve kültürle ilgili tüm alanlarında büyük bir kısmında ve önemli bir tarihsel süreç içerisinde gözlemlenmesi gerekir.
Sanayileşme ve sonrasında gelişen modernleşme süreci, hemen her toplumun etnolojik alışkanlıklarının büyük bölümünü değiştirmiştir. Buna rağmen, etnik grup ayrımında önemli bazı ölçütler vardır. Bunlar içersinde en önemlileri, doğum, ölüm ve evlilik törenleri, ailede bireylerin sosyal statüleri, geleneksel giyim-kuşam, mutfak kültürü, düğün ve eğlence, örf ve adet, dil ve lehçe, din-inanç ve mezhep, yaşama biçimleri,iş ve meslek, yerli-göçmen olmak sayılabilir.
*
Azınlık ve Etnisite Farkları[4]
Azınlık, yerleşik halk için kullanılmadığı halde Etnisite yerli halk için kullanılır.
Azınlık, daha geniş bir kavramdır, etniki, dini ve milli olur.
Azınlık, bazan vatandaş olmadığı halde, etnik grup vatandaştır ve bu haklardan yararlanır.
Azınlık, çoğunluk ile kıyaslanırken, etnisitede böyle bir durum yoktur.
Azınlık, genellikle sonradan gelmiş halktır. Ama bazan göçertme ile yerli halk azınlık durumuna düşmektedir.
Azınlık, yerli halka nazaran sonradan oraya gelip yerleşmiş halkı ifade eder.
Azınlık ve etnisite, kimlik-kişilik belirtir.
*
Anadolu’da azınlık ve etnisitenin olduğu ve bunun da zenginlik kabul edilmesi gerektiği belirtilmektedir. Anadolu’daki azınlık-etnisite durumunu tesbit denemeleri ve yayınları yapılmıştır[5]. Bunların kaynakları daha çok Almanya ve ABD’dir, sonraları dar kapsamlı yerli çalışmalar da yayınlandı. Bunlara dayalı olarak din-inanç haritaları da yayınlanmıştır. Bunların hepsi siyasidir. Konu netamelidir.
Bu konuda; aşağıda alıntılanmış ”Profesör Nurullah Aydın[6]ın bir yazısından bilgi sahibi olalım:
“Türkiye; tarih boyunca birçok ırkın yaşadığı, farklı ırkların gelip geçtiği ülkedir. Yerli ırklar yanında, Moğol ve Timur işgallerinde Asyalıların, haçlı savaşlarıyla Avrupalıların, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Arapların ve Afrikalıların gelip yerleştikleri yerdir. Yüzyıllar boyunca ve şimdi de Türkiye’de hoşgörü ve sevgi ortamında her dinden, her ırktan, her mezhepten insan bir arada yaşıyor. Türkiye’deki Etnik Grupların Dağılım Raporu, Malatya’daki kitapevi cinayeti davası dosyasına konuldu.
“Raporda; Kürtlerden Gürcülere, Pomaklardan Lazlara, Boşnaklardan Arnavutlara kadar bir sınıflandırma yapıldı. Sonuçları kamuoyuna açıklanmayan rapor, 2000 yılında Erciyes, Elazığ Fırat ve Malatya İnönü Üniversitesi’ndeki öğretim görevlilerine MGK tarafından hazırlattırıldı.
“Prof. Şaban Kuzgun başkanlığında yürütülen proje kapsamında Türkiye’deki 68 il, ilçe, köy, mahalle ve sokaklar tek tek dolaşıldı. Yapılan çalışmada insanların hangi kökenden, mezhepten ya da tarikattan olduklarının profili çıkarıldı.Proje yarım kaldı.
“Projenin başkanlığını yürüten Prof. Dr. Şaban Kuzgun, 14 Mayıs 2000’de trafik kazasında hayatını kaybetti. Araştırmada görev alan diğer öğretim görevlileri de Kuzgun’un şüpheli ölümü üzerine aniden projeden ayrılma kararı aldılar”[7].
Anadolu’da özellikle şimdiki durumda; her etnisite, farklardan geçelim, kahir ekseriyette ortak özellikleri barındırmaktadır. Bu, ortak bir kimliğin ve birliğin oluştuğuna işarettir.
*
Sonuç olarak sorun İnsan Hakları konusudur ve evrenseldir, henüz çözülmemiştir, çatışma nedeni olmaktadır. Her ülkenin iç koşullarına göre şekillenmekte ve ayrışmalar olmaktadır. Rejimlerin Demokratikleşmesiyle sınırlar içinde, çözümün mümkün olacağını göstermektedir.
Konu; gruplara aidiyet, bu kimlik-kişilik durumunu sürdürmek ve korumaktır. Herkes, rıza ile içinde bulunduğu etnisiteyi özgür olarak geliştirmek istiyor.
Etnisite, kişiye doğumdan itibaren verilen bir aidiyettir ve belki de kişinin değiştiremeyeceği tek bağlılıktır. Yani halkının, ailesinin, dilinin, kültürünün, ananesinin aidiyeti ve devamı, hak ve özgürlüğüdür.
O yüzden, bir kişinin zaten etnisite talebi ya da bu talep temelinde, coğrafya ya da ülke talebi olamaz. Yalnız ülkesinde ve toplumunda etnisitesini yaşamak ve yaşatmak talebi olur ve bu talep de zaten onun en insani hak ve özgürlüğüdür ve üstelik “insan hakları” olarak evrensel hukuk güvencesindedir.
Ayrıca etnisite, devletin ve onun sivil kurumlarının konusudur. Yani devletin Evrensel İnsan Haklarına riayetinin test edilmesidir. Bu mücadele, vatandaşın devletten hak talebidir. Devletin modern hukuk devleti olup olamadığının işaretidir. Devletin, çağdaş, özgürlükçü, insan haklarına bağlı bir hukuk devleti olduğunun ölçüsüdür.
Discrimination, yani her türlü etnik ayrımcılık, insan hakları ve özgürlükler olarak evrensel hukukta bir suçtur. Bunun karşıtı olarak “ayırımcılık”, bir-birkaç etnisitenin öncelenmesi ve diğerlerinin devlet eliyle bu haktan mahrum bırakılmasıdır.
Her gruba eşit hak tanımamak, ayırımcılık olmaktadır, yasaktır ve suçtur. Devlet kanunlarında yazılmış olması bir ilerlemedir, fakat yetmez. Bunun uygulanır olması esastır. Bu amaçla uluslararası ilişkilerde, BM’ye üye devletlerde bu hakkın kontrol esasları belirlenmiştir.
Bu bilimsel ve siyasi verileri, gerçeği doğru anladığımız zaman çatışma yerine barış iklimi egemen olacaktır. İstenen de budur. Devlet tüm vatandaşlarındır. İçlerinden bir etnisitenin baskın çıkıp, devlet erkini kendi yararına kullanması isabetsizdir. Devir ve çark değişmiştir. Eşitlik esastır. Uluslararasında “Mutlak egemenlik” gitmiş yerine “kontrollü egemenlik” gelmiştir.
Ayrılığı bırak ve Birliğe bak!
Yorumlar kapatıldı.