Mehmet Oğuzhan Tulun- Analyst, AVİM
İki liderin ortak bildirisi[1] ve bununla ilgili haberler irdelendiğinde, iki lideri buluşmaya iten esas etkenin, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşayan çeşitli Hristiyan gruplara karşı sergilenen saldırganlığın yarattığı endişe olduğu anlaşılmaktadır. Ortak bildirideki beyanatlardan bir tanesi bu endişeyi açık bir şekilde ortaya koymaktadır:“Dikkatimizi evvela dünyada Hristiyanların zulme uğradığı bölgelere çevirmeliyiz. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki pek çok ülkede Hristiyan kardeşlerimizden oluşan aileler, köyler ve şehirler tamamıyla yok edilmektedir.” Hem Papa Fransuva hem de Patrik Kiril, bahsi geçen bölgelerdeki durumun o kadar vahim olduğunu düşünmektedirler ki, oralarda Hristiyanlara yapılanları soykırım olarak nitelendirdikleri bildirilmiştir.[2] Bu sebeple iki lider, bu bölgelerde yaşayan Hristiyanlara daha fazla zarar gelmemesi için uluslararası topluma müdahalede bulunması çağrısı yapmıştır.
**
12 Şubat 2016’da Roma Katolik Kilisesi lideri Papa Fransuva ile Moskova ve Tüm Rusya Patriği Kiril Küba’nın başkenti Havana’da tarihi bir görüşme gerçekleştirmiştir. Görüşmenin tarihi olmasının sebebi, Roma Katolik Kilisesi ile Moskova Patrikhanesi liderlerinin, iki kilisenin 1054 yılında -yani yaklaşık bin yıl önce- birebirinden ayrılmasından bu yana ilk defa bir görüşme gerçekleştirmiş olmasıdır. 1054 yılında doğu ve batı kiliselerinin birbirilerinden ayrılması (bu vaka İngilizce’de “East-West Schism” veya “Great Schism of 1054” olarak adlandırılır), dini doktrin ve Roma Katolik Kilisesi’nin Hristiyan dünyasındaki üstünlüğü ile ilgili ihtilafları belirgin hale getirmiştir.
Papa Fransuva dünyanın en büyük Hristiyan grubu olan 1,2 milyar Katolik Hristiyan’ın ruhani lideridir. Patrik Kiril ise dünyanın büyük Hristiyan gruplarından olan yaklaşık 164 milyon Rus Ortodoks Hristiyan’ın ruhani lideri konumundadır. Böylece bu görüşme, sadece bin yıllık doktrin anlaşmazlığı yüzünden birbirinden ayrı duran iki dini lideri bir araya getirmesinden dolayı değil, aynı zamanda iki tarafın temsil ettiği insan sayısı bakımından da büyük öneme sahiptir.
İki liderin ortak bildirisi[1] ve bununla ilgili haberler irdelendiğinde, iki lideri buluşmaya iten esas etkenin, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşayan çeşitli Hristiyan gruplara karşı sergilenen saldırganlığın yarattığı endişe olduğu anlaşılmaktadır. Ortak bildirideki beyanatlardan bir tanesi bu endişeyi açık bir şekilde ortaya koymaktadır:
“Dikkatimizi evvela dünyada Hristiyanların zulme uğradığı bölgelere çevirmeliyiz. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki pek çok ülkede Hristiyan kardeşlerimizden oluşan aileler, köyler ve şehirler tamamıyla yok edilmektedir.”
Hem Papa Fransuva hem de Patrik Kiril, bahsi geçen bölgelerdeki durumun o kadar vahim olduğunu düşünmektedirler ki, oralarda Hristiyanlara yapılanları soykırım olarak nitelendirdikleri bildirilmiştir.[2] Bu sebeple iki lider, bu bölgelerde yaşayan Hristiyanlara daha fazla zarar gelmemesi için uluslararası topluma müdahalede bulunması çağrısı yapmıştır. Bu büyük endişe böylece iki liderin bir araya gelmesine zemin hazırlamıştır. Hatta Papa Fransuva bu yakınlaşma sürecini “kanın getirdiği ekümenlik” (ekümenlik: Hristiyan birlikteliği) olarak adlandırmıştır.[3] İki liderin bin yıllık ihtilafı bir kenara koyarak bir araya gelmiş olması, ortak bir endişe karşısında Hristiyan dayanışmasının oluşturulduğunun somut bir göstergesidir. Bu dayanışma, ortak bildiride açık bir şekilde ifade edilmektedir:
“Yüz yüze, kalp kalbe, iki Hristiyan kardeş gibi bir araya gelerek Kiliselerin ortak ilişkileri, müminlerimizin can alıcı sorunları ve insan uygarlığının ilerleyişinin geleceği hakkında konuşabilmek bize mutluluk vermiştir.”
Ortak bildirinin çeşitli yerlerine bu dayanışma mesajını pekiştiren beyanatlar serpiştirilmiştir. Bu beyanatlarda; (1054 yılındaki ayrışmadan önceki) bin yıllık tarihi ortak dini geleneklerden, mevcut dini doktrin benzerliklerinden, beraber çalışmaya ve birbirlerini rakip olarak görmemeye duyulan ihtiyaçtan ve “insani zaafların ve günahların sebep olduğu [Hristiyan] birliğinin yitirilişinden ötürü hissedilen kederden” (1054 ayrışmasını Hristiyanların geçmişte yaptıkları hatalara bağlıyorlar) bahsedilmektedir.
Papa Fransuva’nın Ermenilerin 1915 olaylarıyla ilgili olarak ortaya koyduğu tek taraflı ve propagandayla dolu anlatısını desteklemek konusundaki ısrarı bu bağlamda anlaşılmalıdır. Hristiyanlar arasında dayanışmayı geliştirmek ve Roma Katolik Kilisesi’nin konumunu pekiştirmek isteyen Papa Fransuva için Ermenilerin tarih anlatısının olgusal anlamda doğru olup olmadığından daha önemli olan, bu anlatının Hristiyanlarda mağdur edilmiş grup algısı yaratarak onları bir araya getiren (ve böylece dayanışma yaratan) etkin bir araç görevi görmesidir. Yakın geçmişte Roma Katolik Kilisesi, Türkiye’den gelen tepkiden sonra, Ermeni anlatasına yaptığı vurguyu azaltmıştır.[4] Ancak Papa Fransuva’nın Eylül ayında Ermenistan’ı ziyaret edeceği haberlerinden anlaşıldığı kadarıyla (ziyareti Nisan ayında yapmayacak oluşu Papa Fransuva’nın Türkiye ile olumlu ilişkileri muhafaza etme isteğine işaret etmektedir), Papa Fransuva yine de Ermeni cemaatiyle olan ilişkilerini pekiştirmek ve böylece dayanışmayı geliştirmek konusunda kararlıdır. Bu tür bir yaklaşımı başka Hristiyan gruplar da sergilemektedir. Örnek olarak Dünya Kiliseler Konseyi de (dünya çapında çeşitli Hristiyan kiliselerden ve kilise birliklerinden oluşan -ve türünün en geniş çaplısı ve kapsayıcısı olan- bir uluslararası örgüt) Hristiyan dayanışmasını geliştirmek adına Ermeni anlatısını sorgusuz sualsiz kabul etmektedir.[5] Öte yandan, son beyanatından anlaşılacağı üzere, Patrik Kiril bu meseleye daha temkinli yaklaşmaktadır.[6]
Bu konunun ötesine geçilecek olunursa, ortak bildiride bir takım olumlu ve yapıcı mesajlara yer verilmiştir. Bu mesajlardan bir tanesi dinler arası diyalogun önemi ve dinin kötüye kullanılarak şiddet eylemlerin gerçekleştirilmesinin kınanması üzerinedir:
“İçinde bulunduğumuz tedirgin edici bu zamanda dinler arası diyalog elzem niteliktedir. Dini gerçeklerin anlaşılmasından doğan farklılıklar, farklı dinlerden olan insanların barış ve uyum içeresinde yaşamasına engel olmamalıdır. Mevcut bağlamda, dini liderlerin müminlerini başka dini geleneklere ait inançlara karşı saygılı olmaları için eğitmek konusunda önemli bir sorumlulukları vardır. Dini sloganlar eşliğinde suç teşkil eden fiilleri meşru kılmaya çalışmak hiçbir şekilde kabul edilemez…”
Övgüye layık bir diğer mesaj ise Ukrayna, Irak ve Suriye’de devam eden çatışmaların durdurulması ve ilgili tüm tarafların müzakere masasına oturması yönündeki çağrıdır. Bu ortak bildiri üzerinden Papa Fransuva ve Patrik Kiril, bu ülkelerdeki çatışmalara dâhil olan tüm tarafları sorumlu ve yapıcı bir şekilde davranmaya davet etmektedir. Aynı zamanda belirtilmesi gerekiyor ki iki lider, örnek olarak Orta Doğu’da şiddete maruz kalan Hristiyan olmayan dini grupların acılarını paylaştıklarını belirtmiştir.
Ancak öte yandan, ortak bildiri bazı tartışmaya açık beyanatlar da içermektedir. Bunlardan en önemlisi “Avrupa’nın Hristiyan kökenleri” ile ilgili olandır. Ortak bildiride Papa Fransuva ve Patrik Kiril Hristiyan grupların ibadet etme haklarının sınırlanmasından şikâyet etmiştir. İki lider bu gelişmenin, (Avrupa’daki) toplumların laikleşmesiyle ve bu toplumlardaki “çok saldırgan bir laiklik taraftarı ideolojiye sahip” ve “[Hristiyanlarığı] kamusal yaşamın uçlarına sürmek isteyen“ siyasi aktörlerle bağlantılı olduğuna inanmaktadır. İki lider aynı zamanda şunu belirtmiştir:
“… başka dinlerin uygarlığımıza olan katkılarına açık olmakla beraber, Avrupa’nın Hristiyan kökenlerine sadık kalması gerektiği inancındayız. Avrupa’nın iki bin yıllık Hristiyan gelenekle şekillenmiş ruhunu muhafaza edebilmesi için, Doğu ve Batı Avrupa’nın Hristiyanlarına İsa’ya ve onun Öğretisine olan ortak inançları üzerinden birleşmeleri çağrısında bulunuyoruz.”
Bu beyanatlarla ilgili olarak üç noktaya değinilmesi gerekiyor. Birinci nokta Avrupa’da “Hristiyanlığın marjinalleşmesi” ile ilgilidir. Avrupa toplumları gerçekten de giderek daha fazla laikleşmektedir ve bu da dinin pek çok Avrupalının hayatında daha küçük çaplı bir rol oynamasına sebep olmaktadır. Ayrıca, Avrupa’da bu toplumsal değişimi aktif olarak destekleyen siyasi aktörlerin bulunduğu da doğrudur. Ancak bu değişim birkaç on yıldan beridir devam eden bir süreçtir ve bunun devam etmesi laik-kafalı siyasi aktörlerin müdahalesine bağlı değildir. Hristiyan kiliseler Avrupa toplumlarındaki ayrıcalıklı konumlarını ve aşırı geniş çaplı etkilerini yitirmektedir. Ancak bu süreç marjinalleşmekten ziyade, kiliselerin Avrupa’nın topluma mal olmuş diğer kurumlarıyla beraber daha mütevazı bir role bürünmesine sebep olmaktadır. Bu sebeple iki liderin ortak bildirisi, (Hristiyan kiliselerin bakış açısından) süreci olduğundan daha olumsuz bir şekilde yansıtmaktadır.
Değinilmesi gereken ikinci nokta Avrupa’nın “Hristiyan kökenleri” ile ilgilidir. Bu beyanat, Hristiyanlığı geri kalan her şeyin üstüne çıkartmakta, Hristiyan olmayan şeyleri ikincil bir konuma itelemektedir. Ancak içinde bulunduğumuz zaman diliminde, Hristiyanlığın, Avrupa kültürünün çeşitli yönlerinin arasından seçilerek, Avrupalılığı tanımlayan en önemli özellik olarak gösterilmesi doğru mudur? Bu zihniyet, sıkça eleştirilen ve Avrupa Birliği’ni bir nevi “Hristiyan kulübü” olarak gören zihniyeti beslemektedir ve bu zihniyet örnek olarak sırf çoğunluğu Müslüman diye AB adayı Türkiye’yi dışlamak istemektedir. Dahası, hatırlatılması gerekiyor ki Müslümanlık da asırlar boyunca Avrupa tarihinin bir parçasıydı, ta ki Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde Müslümanlar kanlı bir şekilde ve acımasızca Balkanlar’dan sürülene kadar. Ancak Müslüman Türklere karşı tarihi kinleri muhafaza etmeye pek bir meraklı olan Avrupalılar, Avrupa’dan sürüldükleri sırada Balkan Müslümanlarının maruz kaldığı mezalimleri işlerine gelecek şekilde görmezden gelmektedir.
Üçüncü ve son nokta ise şudur: Avrupa’nın “Hristiyan kökeni” veya “ruhu” tam olarak ne anlama geliyor? Avrupa’da pek çok insan, kökenleri veya vicdani kanaatleri sebebiyle Hristiyan bir kimliğe sahip değildir. Örnek olarak Müslüman, Musevi veya herhangi bir dini inanca sahip olmayan bir kişi bu beyanatlar karşısında kendisini nasıl hissetmelidir? Bu insanlar Avrupa’nın kültürüne ve yaşam tarzına yabancı mı sayılmalıdır? Onların gelenekleri Avrupa’da ikincil değere sahip olarak mı değerlendirilmelidir? Ortak bildiri ile ortaya koyulan bu yaklaşım, örnek olarak Avrupa’da kendilerine bir hayat edinmiş ve karşılaştıkları bir yığın ayrımcılığa rağmen yeni toplumlarına uyum sağlamaya çalışan birkaç milyon Türk açısından hayra alamet değildir.
[1] “Joint Declaration of Pope Francis and Patriarch Kirill”, News.va, 12.02.2016, http://www.news.va/en/news/joint-declaration-of-pope-francis-and-patriarch-ki
[2] Caroline Wyatt, “Pope and Russian patriarch edge towards warmer relations”, BBC News, 11.02.2016, http://www.bbc.com/news/world-latin-america-35524845
[3] Wyatt, “Pope and Russian patriarch edge towards warmer relations”.
[4] Mehmet Oğuzhan Tulun, “Vatikan’ın Tarih Söyleminde Olumlu Değişim”, AVİM, http://www.avim.org.tr/analiz/tr/VATIKAN%E2%80%99IN-TARIH-SOYLEMINDE-OLUMLU-DEGISIM—Mehmet-Oguzhan-TULUN/4342
[5] Mehmet Oğuzhan Tulun, “Dünya Kiliseler Konseyi Nedir?”, AVİM Rapor No: 5, Mart 2014, http://www.avim.org.tr/uploads/raporlar/Rapor-5.pdf
[6] Mehmet Oğuzhan Tulun, “Papa Frunsuva, Patrik Kirill’in Sözlerine Kulak Asmalıdır”, AVİM, http://www.avim.org.tr/yorumnotlarduyurular/tr/PAPA-FRUNSUVA–PATRIK-KIRILL%E2%80%99IN-SOZLERINE-KULAK-ASMALIDIR—Mehmet-Oguzhan-TULUN/4321
Yorumlar kapatıldı.