İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Sanatın Dilinde Israrcı Olmak

Ferhat Tunç
Sevgili dostlarım Ahmet Kaya ve Yusuf Hayaloğlu’nun yokluğunu hissettirmeden, savaşa ve ölümlere inat şarkılarımı söylemeyi sürdüreceğimden hiç kimsenin kuşkusu olmasın… Bu albüm ile Türk, Kürt, Alevi, Ezidi, Ermeni ve diğer halkların acısına sesleneceğim. Müzik ve sanatın bunu başarmada temel bir role sahip olduğundan eminim. Siyasetin çözmede başarılı olamadığı ve zorlandığı bu sorunlu alanlara müzikle müdahalede bulunmanın çok daha etkili sonuçlar sağlayacağına dair inancım da hep diri. Siyaset ve statükonun ayrıştırdığı, karşıtlığın büyütülerek halklarımız arasında düşmanlığın körüklendiği çatışmalı bir süreci birlikte yaşıyoruz. Yaşadığımız sürecin vahameti karşısında kullanacağımız dilin, sanatın birleştirici dili olması hayati önem taşıyor.

***https://youtu.be/mkews8w9gR
Sevgili dostlarım Ahmet Kaya ve Yusuf Hayaloğlu’nun yokluğunu hissettirmeden, savaşa ve ölümlere inat şarkılarımı söylemeyi sürdüreceğimden hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Şarkılarımız, yaşadığımız coğrafyanın halkları için taşıdığımız derin endişelerin çığlığı niteliğinde oldu hep. Bu endişelerin içinde karartılmış hayatlara dönük küçük de olsa ışık olmaya çalıştık. 32 yıllık sanat hayatımın 23. albümü olan “Kobane” ile yeni bir heyecanın içindeyim. 

Bu albüm ile Türk, Kürt, Alevi, Ezidi, Ermeni ve diğer halkların acısına sesleneceğim. Müzik ve sanatın bunu başarmada temel bir role sahip olduğundan eminim. Siyasetin çözmede başarılı olamadığı ve zorlandığı bu sorunlu alanlara müzikle müdahalede bulunmanın çok daha etkili sonuçlar sağlayacağına dair inancım da hep diri. Siyaset ve statükonun ayrıştırdığı, karşıtlığın büyütülerek halklarımız arasında düşmanlığın körüklendiği çatışmalı bir süreci birlikte yaşıyoruz. Yaşadığımız sürecin vahameti karşısında kullanacağımız dilin, sanatın birleştirici dili olması hayati önem taşıyor.

Acımızı paylaşmak için dünyanın diğer halklarına ulaşmak

Acıların yaşandığı bir coğrafyanın sanatçısı olmak, zordur. Suya sabuna dokunan sanatçıların en büyük sorunu ise, anlaşılamamak. Bunu aşmanın yegane yolu da, hiç kuşku yok ki sanatın dilinde ısrarcı olmayı sürdürmek.  Bugüne kadar içerisinde bulunduğumuz, Anadolu ve Mezopotamya ile Türkiye ve çevresini kapsayan topraklara kazandırılan değerleri, çektikleri acıları, umutları ve hikayeleri şarkılarıma konu ederek, söyleyerek göstermeye çalıştım. Bir süre sonra sizlerle buluşturacağım albümün adı olan “Kobane” bu doğrultuda gösterdiğim çabanın sembolik bir yeni parçası. Yaşadığımız toprakların tarihsel değerlerini korumanın ve tehdit altında bulunan özgürlükleri müdafaa etmenin bilinciyle hareket ettim. Bu duyarlılığımı, özgürlükleri savunmak ve bu uğurda cansiperane savaşanların bulunduğu alanlarda bizzat bulunarak gösterdim. Savaşın tüm şiddetiyle yaşandığı alanlardaki tanıklığımı daha çok yazarak sizlerle paylaştım. Şarkı söylemek kadar yazarak kendimi ifade etmenin önemini gördüm. Ancak bir sanatçı olarak yazarak kendimi ifade etmenin şarkı söylemekten daha zor olduğunu da gördüm.
Bir önceki albüm olan “Şuware Kırmanciye”, 1938 Dersim trajedisine yakılan ağıtlardan oluşmuştu. Bu albüm ile Dersim’de yaşananları sadece kendi coğrafyamızda değil, dünyanın diğer ülkelerinde yaşayan insanlara taşımayı istedim. Bunu başarmanın tek yolunun, müzikal anlayışımızı gözden geçirmek ve yeni bir anlayışı müzikte etkili kılmak olduğuna da inandım. Yerel duyguları çağdaş bir senteze dönüştürerek dünyanın diğer halklarına ulaşmak, çok da zor olmuyor. Kuşkusuz, dünyanın müzik otoriterleri ve sanatçılarıyla geliştirdiğimiz ilişkilerle daha mümkün hale geliyor.

Siyasetin sorunlu mecraları ve artan düşmanlar…

Kendimi hep bir destan toplayıcısı ve yaşadığım coğrafyanın acıklı hikayelerini aktaran biri olarak gördüm. Çünkü acıları yaratan karanlığın aydınlığa dönüşeceğine de inandım.
Eşit ve özgür bir yaşam için mücadele veren halklarımızın yanında saf tutarak mücadele etmenin onurunu yaşadım. Kuşkusuz bir sanatçı olarak böylesine açık bir duruşun sahibi olmanın ağır bedelleri oluyor. Bu alandaki duyarlılığım, beni hiç beklemediğim halde siyaset alanına da çekti. Hiç arzulamadığım halde.  Siyasetin hakkıyla yapılamadığı bir ülkede bir sanatçı olarak ortaya koyduğum bu duruş, beni siyasetin farklı ve sorunlu mecralarına taşıdı.  Hiç beklemediğim kadar düşmanım oldu. Dost bildiğim insanların beni bir rakip gibi görmeye başladıklarını görmek de sarsıcıydı. Hakaret, küfür ve tehditler eşliğinde hiçleştirmeyi hedefleyen saldırılar karşısında güçlü durmaya çalıştım. Halktan destek gördüm.
Uzun soluklu mücadelede birçok arkadaşımı, dostumu yitirdim. Bugün yeniden ortaya çıkan bu kaotik, çatışmacı sürecin, yeniden soluklanacağımız ve yeniden barışı konuşacağımız bir zemine çekileceğinin umudu içindeyim. Acıların teslim aldığı bir ülke, bir halk olmayacağımız kesin. Ülkeyi bugün yönetenler bunu anladıklarında kendileri çoktan bitmiş olacak. Ancak halklar ve onların özgürlük mücadeleleri mutlaka ama mutlaka zaferle sonuçlanacak.

Özlemini çektiğim günler

Bu satırların ardından sizleri geçmişe, bugün hayatta olmayan iki değerli dostumun varlığıyla yaşadığım ve özlemini çektiğim o günlere götürmek istiyorum.
Yıl 1994 ve mevsim sonbahardı. Büyük bir heyecanla “Özlemin Dağ Rüzgarı” albümüne hazırlanıyordum. Bu hazırlık sürecinde her zaman olduğu gibi mekanımız, İstinye’de sevgili Yusuf Hayaloğlu’unun çocuklarıyla yaşadığı o şirin evdi.
Geceleri çalışarak sabahladığımızda genelde uyanmamız öğlen saatlerini bulurdu. Sevgili Yusuf’un eşi Mine bacımızın kahvaltı sofrası çok meşhurdu. Kahvaltı ettikten sonra vururduk kendimizi Boğaz’a. Gündüzleri Boğaz’ı bir ucundan diğer ucuna yürüyerek geçirirdik. Bu yürüyüşlerimiz genelde cadde üzerinde ekmek arası köfte satılan bir yerde noktalanırdı. Doğrusu tadına doyum olmazdı… Cebimizde varsa paramız, bir markete girip rakımızı aldıktan sonra yeniden eve kapanır ve harıl harıl yeni bestelerin, şarkıların izini sürerdik.

Gizli yarış

“Özlemin Dağ Rüzgarı”nda yer alacak olan ve sözleri sevgili Yusuf Hayaloğlu’nun yazdığı birçok şarkımız tamamlanmıştı aslında. Ancak durmaksızın yeni ve yazılmış sözlerin üzerinden farklı beste çalışmaları yapıyorduk. İstinye’deki eve yine bir akşam vakti gittiğimde Yusuf, önüme “Alır Dağlar” diye bir söz daha koydu. “Bu sözleri senin için yazdım, Ahmet gelmeden bestele” demişti, gülümseyerek. “Ahmet gelirse el koyar anlamında” söylemişti bunu. Ahmet’le, Yusuf’un sözlerini bestelemek konusunda aramızda öteden beri gizli bir yarış vardı.
Bu yarış Yusuf’un daha çok söz yazmasına vesile olduğu kadar bizi de daha çok şarkı bestelemeye sevk ediyordu. Yusuf, yazdığı sözlerin hangimize uygun olduğunu kendisi belirliyordu. Ahmet için yazdığını söylediği bazı sözleri gördüğümde “Keşke ben söyleseydim” dediğim çok olmuştur. Keza sevgili Ahmet’in benim için yazılmış sözleri bestelemek ve kendisinin söylemek istediği de. Paylaşmakta zorlandıklarımızdan biri de “Alır Dağlar” oldu.
Yusuf’un yaşadığı, eski gazete, kitap ve yüzlerce kasetle dolu evinin arka odası, bir şarkı üretme merkezine dönüşmüştü adeta. Bestelediğimiz şarkıların ilk dinleyicileri kuşkusuz Yusuf’un hayat arkadaşı sevgili Mine ve çocukları oluyordu. Şarkıyı tamamladıktan sonra Yusuf Mine’yi çağırır ve dinlemesini sağlardı.” Alır Dağlar” şarkısını bestelemiş ve Mine bacımızın denetiminden geçmesini sağladığım için şanslıydım. Benden sonra eve gelen Ahmet, sözleri görünce oturup bestelemeye başlamış. Yusuf anında müdahalede bulunarak bu sözlerin benim tarafından bestelendiğini ve bestesinin bittiğini söyleyince geri çekilmiş.

Ahmet: Eşlik etmek istiyorum

Yeni albümde yer alacak şarkıları tamamlamış ve Bayşu Müzik’e bağlı Osmanbey’de bulunan İstanbul Ses Kayıt Stüdyosu’nda kayıtlara başlamıştık. Osman İşmen’in yönetmenliğini yaptığı “Özlemin Dağ Rüzgarı” albümünde yer alan şarkıların çoğunun sözleri Yusuf Hayaloğlu’na aitti. Albümün en gözde şarkılarından biri de “Alır Dağlar” olmuştu. Büyük bir heyecan ve coşkuyla tamamladığımız albümün dinleyiciyle buluşması için yoğun bir hazırlık vardı. Bu hazırlık sürecinde albümü ilk dinleyen kişilerden biri de sevgili Ahmet olmuştu.
Albüm bitince, mutlaka birlikte dinlemek için bir araya gelirdik. Ahmet’in arabasına binmiş ve Boğaz’da son ses son şarkılarımı dinliyorduk. Alır Dağlar türküsünü Ahmet defalarca dinledi. Sonra da, “bu şarkının nakaratında sana eşlik etmek istiyorum” dedi. Ancak albümün mixi tamamlanmış olduğundan bunun biraz zor olacağını söyledim. Ardından albümün prodüktörlüğünü yapan rahmetli Osman Bayşu’yu aradık. Osman Bayşu “neden olmasın” diyerek stüdyoyu hazırladı bize. Ahmet’le birlikte stüdyoya girmiş ve nakaratı birlikte söylemiştik.

Ahmetsizliğin şoku

Albüm çıktıktan sonra büyük bir şok yaşayacaktık. Albümün fabrika baskısında Ahmet’le birlikte söylediğimiz yerine, ilk planda Ahmetsiz olan haliyle yer alıyordu. Bunun nedeni ve nasılını konuşmak bir fayda sağlamadı. Osman Bayşu’nun kardeşi Naci Bayşu, şarkının yeni halini beklemeden eski kalıbı fabrikaya yollamış ve albümde  “Alır Dağlar” Ahmetsiz çıkmıştı. 
Ancak Avrupa baskısında “Alır Dağlar” şarkısı Ahmet’le seslendirdiğimiz haliyle çıkmıştı. Yıllar sonra bu şarkıyı paylaşmak istediğimde sevgili Sercan Güntaş devreye girdi ve “Şarkıyı madem paylaşacaksın, o zaman görüntülü olmasını da ben sağlayacağım” dedi. Günler süren bir çalışmayla ortaya bu klip çıktı.
Bu vesileyle sevgili dostlarım Ahmet Kaya ve Yusuf Hayaloğlu’nu bir kez daha özlemle ve sevgiyle andığımı belirtmek isterim. Onların yokluğunu hissettirmeden, savaşa ve ölümlere inat şarkılarımı söylemeyi sürdüreceğimden hiç kimsenin kuşkusu olmasın. (FT/AS)

Ferhat Tunç

1964’de Dersim’de doğdu. Çok küçük yaşlarda seslendirdiği ağıtlarla Dersimin ‘Küçük Ozanı’ olarak tanındı. 1979’da Almanya’da ailesinin yanına yerleşti. İlk albümü “Bu Yürek Bu Sevda” 1984’te çıktı.1986’da “Vurgunum Hasretine” albümüyle Türkiye’de dinleyicisiyle buluştu. 22 albümün ikisi “İstanbul Konserleri”  konser kayıtlarından seçmeler içeriyor. 2010’da ‘Dünya Özgür Müzik Ödülü’nü İranlı sanatçı Mahsa Vahdat ile paylaştı. Freemuse (Dünya Müzik Forumu) Türkiye elçisi. iki ayrı davadan üç yıllık kesinleşmiş ertelemeli hapis cezası bulunuyor. ”Zor zamanlar ince Şarkılar’ isimli bir de kitap yazdı. Özgür Gündem Gazetesi başta olmak üzere çeşitli yayınlara yazıyor. 2007’den beri bianet yazarı. 

Yorumlar kapatıldı.