İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Keriz alayı

Biz “yeni yıl” kavramıyla Cumhuriyet sonrasında, 26 Aralık 1925’te kabul edilen “Takvimde Tarih Mebdeinin Tebdili”, yani Milâdi takvimi resmi takvim yapan 698 sayılı kanun sayesinde tanıştık ve 1 Ocak günü de o yeni senenin ilk günü oldu.Türkiye’de 1925’ten önce “yılbaşı” diye bir şey bilinmiyor mu idi? Biliniyordu ama tek değil, iki yılbaşı mevcuttu: Resmî yılbaşı o zamana kadar kullanılmakta olan Hicrî takvimin 1 Muharrem günü idi ama 1 Muharrem sosyal değil, resmî ve dinî mahiyetteydi… İmparatorluktaki gayrımüslimler ile yabancıların yeni yılları ise Milâdi takvime göre idi ve 1 Ocak’ta başlardı…31 Aralık gecesi mutlaka uçuk bir şeyler yapma hevesine kapılanlara ne diyeceğiz? Ahmed Rasim, 19. asrın sonlarından itibaren yılbaşı gecelerini kendini kaybetmiş, maksatsız ve binbir tuhaflıkla geçirenlerden “keriz alayı” diye bahseder… Bu “alay”ın mevcudu şimdilerde öylesine arttı ki, “kolordu” yahut “ordu” kavramları bile az gelir!

***
Önce mâlûm ve alışılmış yılbaşı temennisinde bulunayım: Yeni seneniz kutlu olsun; dertler, sıkıntılar, vesair fenalıklar nihayete ersin ve bunların yerini mutlu günler alsın!
Bizde yılbaşı kutlama âdetinin ne zaman başladığını bilmem hiç merak ettiniz mi?
Cevabı en açık şekilde eski gazete kolleksiyonlarında bulabilirsiniz. Ama “eski” dedimse öyle bir-iki değil, kırk-elli ve hattâ yetmiş-seksen sene öncesinin gazetelerini kastediyorum… Cildlerin sayfalarını çevirirken artık tarih olmuş hadiseleri o zamanda yaşıyormuşçasına hisseder, Türkiye’nin nereden nereye geldiğini görür, yani bir zamanlar çektiğimiz fukaralığı günlük olayların dünya kadar örneği ile yakından takip etme imkânını bulursunuz.
Bazı kolleksiyonlar şimdi internette de yeralıyor; hakikaten merakınız varsa ve vakit de bulabilirseniz gözatmanızı tavsiye ederim! Güzel zaman geçirir ve çok şey öğrenirsiniz…
1 MUHARREM’İN YERİNE 1 OCAK…
Biz “yeni yıl” kavramıyla Cumhuriyet sonrasında, 26 Aralık 1925’te kabul edilen “Takvimde Tarih Mebdeinin Tebdili”, yani Milâdi takvimi resmi takvim yapan 698 sayılı kanun sayesinde tanıştık ve 1 Ocak günü de o yeni senenin ilk günü oldu.
Türkiye’de 1925’ten önce “yılbaşı” diye bir şey bilinmiyor mu idi?
Biliniyordu ama tek değil, iki yılbaşı mevcuttu: Resmî yılbaşı o zamana kadar kullanılmakta olan Hicrî takvimin 1 Muharrem günü idi ama 1 Muharrem sosyal değil, resmî ve dinî mahiyetteydi. O günün, halk tarafından eğlencelerle kutlanması diye bir âdet yoktu ve sarayda mahiyette ufak-tefek kutlamalar yapılırdı, o kadar. Başta sadrazam olmak üzere devletin büyükleri padişahı tebrike giderler, mevkilerine göre “muharremiyye” denilen hediyeler alırlardı, hepsi bu …
İmparatorluktaki gayrımüslimler ile yabancıların yeni yılları ise Milâdi takvime göre idi ve 1 Ocak’ta başlardı. Özellikle 1840’lardan, yani Tanzimat’tan sonra ve başta İstanbul olmak üzere diğer büyük şehirlerdeki ecnebi ve gayrımüslim koloniler yılbaşlarını kendi aralarında kutlarlarken zamanla yeni bir âdet çıktı, gayrımüslimlerle temasta olan Müslümanlar da kutlamalara iştirak etmeye başladılar. Yabancıların kaleme aldığı seyahatnamelerde Pera’daki yılbaşı kutlamalarına çoğu davetsiz olarak giden Türkler’in uğradıkları şaşkınlıklar anlatılır ve Türk yazarlar da o gecelerin rezaletlerini okuyana utanç ile karışık kahkahalar attıracak şekilde naklederler…
Gazete kolleksiyonları, halkın ekseriyetinin 1925’te öğrendiği “yılbaşı” kavramının sosyal hayattaki yerini ve kutlamalarda zamanla yaşanan değişiklikleri en mükemmel şekilde aksettiren kaynakların başındadır. Yılbaşı ile ilgili haberler 30’lu senelerin sonuna kadar gayet küçük şekilde yeralmaktadır, savaş yılları olan 40’ların ortalarına doğru iyi niyet ve barış temennisinden ibarettir ve Türkiye’nin büyük şehirlerindeki toplu kutlamalar 1950’den, yani tek parti iktidarının sona erip memleketin teneffüs ettiği havanın değiştirilmesinin ardından başlamıştır. Yılbaşı geceleri neler olup bittiği ile ilgili haberlere o tarihten itibaren rastlarsınız…
BAKLACILAR, ASTROLOG OLDU!
Yine 50’lerin sonundan itibaren, yılbaşı gelmeden hemen her gazetede birbirine benzeyen eğlendirici bir konuya rastlarsınız: Fal haberlerine… Gazeteler genellikle Hacıhüsrev taraflarında yaşayan ve geçimlerini bakla falı ile sağlayan zamanın “bacı”larına yeni senenin falına baktırırlar ve hiçbiri çıkmayan kehanetler birinci sayfalardan verilir…
Aynı âdet şimdi daha da yaygın şekilde devam ediyor, herşey aynı ama bakla falcılarının üslûpları, tipleri, ve mesleklerinin ismi değişti… Eskinin “Aman gıııız, dört zaman içerisinde koca bulacaksın ki sorma! Yakışıklı mı yakışıklı, vallahi erkek güzeli… Abooooov! Para dersen Karun gibi, tuh, tuh, tuh, maaşallah!” diyen başı yemenili, ayağı şalvarlı “Fatma bacı”larının yerini artık şık “astrologlar” aldı. “Burç haritası” dedikleri karmakarışık birşeyler çiziktirip “Jüpiter’in etkisi altına girmek üzeresiniz, Jüpiter gerçi Koçlar’ı iyi etkiler ama aynı anda Merkür’ün yükseldiğini de gözden uzak tutmamanız lâzım” gibisinden derin mi derin sözler ediyorlar…
Haydi, bu fal garabetini “umut” kavramına bağlayalım ama 31 Aralık gecesi mutlaka uçuk birşeyler yapma hevesine kapılanlara ne diyeceğiz?
Ahmed Rasim, 19. asrın sonlarından itibaren yılbaşı gecelerini kendini kaybetmiş, maksatsız ve binbir tuhaflıkla geçirenlerden “keriz alayı” diye bahseder…
Bu “alay”ın mevcudu şimdilerde öylesine arttı ki, “kolordu” yahut “ordu” kavramları bile az gelir!

Yorumlar kapatıldı.